Osmanlı Sarayı entrika merkezi miydi?
Nejla Aydın/ İstanbul; Sümeyye Duman/ Bolu; Gürbüz Ayık/ Adıyaman; Sürre Dağlıç/ Van;
Yabancı yazarların kaleminden Topkapı Sarayı’nı ve saraydaki harem hayatını anlatan kitaplar okuduklarını, kafalarının allak-bullak olduğunu belirtiyorlar ve mealen aynı suali soruyorlar:
“Osmanlı sarayı bir entrika merkezi miydi: Harem hayatı yazıldığı gibi midir?”
Tabii ki öyle değildir. Öyle olsaydı Osmanlı, kurulduktan birkaç sene sonra beylik, 20 yıl içinde devlet, 150 yılda imparatorluk olabilir miydi?
Yabancı yazarlar ve bize yabancılaşmış yazarlar gerçek sarayı, gerçek haremi değil, “Şark masalları”ndan fışkırmış sarayla, haremi anlatıyorlar.
Bu yüzden, “Topkapı Sarayı” denilince, yabancı yazarların kafasında her türlü entrikanın döndüğü, her gece esrarengiz cinayetlerin işlendiği, zehir şişelerinin elden ele dolaştığı, “cariye” adı altında seks kölelerinin çalıştırıldığı, her türlü zevk, sefahat ve gizemin yaşandığı bir mekân canlanıyor... Aslında bu Osmanlı sarayı değil, Avrupalı imparatorlarla kralların sarayıdır…
O saraylarda tarih boyunca her türlü ahlak düşkünlüğü ve insanlık dışı uygulamalar yaşanmıştır.
Hâlbuki Topkapı Sarayında hukuk vardır, ahlâk vardır, sınırlar vardır.
Saray gerek mimari, gerekse yaşayanlar bakımından İslâmın ruhuna uygundur.
Öncelikle günde beş vakit ezan okunup namazlar cemaatle kılınır, Hırka-i Saadet Dairesi’nde yirmi dört saat Kur’an okunurdu…
Enderun’da, geleceğin yöneticilerine yüksek eğitim verilir, bazı birimlerinde hat, tezhip v.s. gibi İslâmî sanatlar öğretilir, mûsiki dersleri verilir, ayrıca da devlet yönetilirdi.
Öte yandan Topkapı Sarayı padişahın hem evi, hem bürosu, hem de devlet merkeziydi.
Dini hayat çoğunlukla Şeyhülislâm tarafından denetlenir, namazda, oruçta ihmal olup olmadığı gözlemlenirdi.
Harem, Batılı romancıların anlatımında ısrarla işlendiği gibi bir entrika merkezi değil, özenle seçilmiş, her türlü sınavdan geçirilmiş, ahlâki duruşu belirlenmiş güvenilir birkaç hadım “Haremağası” dışında, hiçbir erkeğin giremeyeceği müstesna bir yerleşim ve yaşam birimiydi.
Padişahlar bile canları her istediğinde pervasızca hareme giremezler, “Valide Sultan”dan (padişahın annesi ve haremin başkomutanı) “izin” aldıktan ve yolu yordamı (günü, saati) belirlendikten sonra hareme girebilirlerdi.
Padişah haremde gözükünce, köşe başlarını tutmuş ak ve kara hadımlar, bastonlarını döşemelere vura vura, “Hünkâr, destuuurrr!” diye bağırır, harem halkını uyarırlardı.
Bu esnada namahrem olanlar kaçışır, padişah bütün cariyeleri bir arada hiç görmezdi.
Yani, Avrupalı kimi sorumsuz, kimi bilgisiz, kimi İslâm-Türk düşmanı yazarlarla, körü körüne Osmanlı düşmanı “bizden” yazarların iddia ettikleri gibi, padişah uluorta hareme dalamaz, karpuz seçer gibi, cariyelerin içinden birini ayırıp yatak odasına sürükleyemezdi.
Gerektiğinde bu seçimi Valide Sultan yapardı. Padişaha uygun bir “eş” seçer, padişaha sadece onay vermek kalırdı.
Padişahlar çok evlilik yapmaya bir bakıma mecburdular. Çünkü devlet sürekli savaş halindeydi. Bu durumda, babalarıyla savaşlara katılan şehzadelerden kaçının sağ kalacağı bilinemezdi. Üstelik sık sık salgın hastalık çıkar, bazı şehzadeler de bu şekilde ölürdü.
Bu bakımdan padişah, mümkün olduğu kadar çok erkek çocuk sahibi olmak zorundaydı. Yoksa Osmanlı tahtı varissiz kalabilirdi.
Batılı yazarlar, özellikle de romancılar bunları bilmeden, gerçekleri ise tamamen görmezden gelerek çalakalem “biz”i yazıyorlar. Gençlerimiz de sözde tarihlerini “roman tadında” öğrenip mutlu oluyor.
Bu yüzden Avrupalı romancıların kaleminden çıkmış hayali harem hikâyeleri Avrupa’dan çok bizde revaç buluyor, bizde çok okunuyor.
Oysa bu tür kitaplar hiçbir gerçek kaynağa dayanmıyor. Bırakınız kaynağı bu yazarların çoğu gerçek haremi görmemişler bile.
Batılı ressamların “Veronese Serisi” denen tablolarında hayal ederek çizdikleri “Şark Masalı” türünden saray resimlerine bakarak roman yazıyorlar…
Oysa çizilen tabloların gerçekle ilgisi yoktur. Bu gibi tablolarda Osmanlı padişahlarının alabildiğine şişman, ablak suratlı, yağlı ve çirkin gösterildiğine dikkat çekmek isterim.
Vaktiyle İstanbul’a gelen Batılı gezginlerden bazıları görmeleri mümkün olmayan haremi kendi entrikacı ruhlarının yansıması şeklinde anlatmış, yüzlerce yıl sonra onların torunları dedelerinin hayalhanelerinden uydurdukları tasvirleri esas alarak Osmanlı sarayı ve harem hayatı hakkında uyduruk romanlar yazmışlardır.
Bunların tarihi gerçeklerle hiçbir ilgisi yoktur…
Bunları yazanların amacı Osmanlı’yı karalamaktan ibarettir.
Yani bu da bir bakıma “Tarihin Ergenekon çetesi”dir!
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.