Mor salkım çiçekleri, AKP, Ergenekon
Bendenizin televizyonu yok, seyretmiyorum.Edenlere soruyorum, hiç iç açıcı şeyler yokmuş; hep fitne fesat, cinayet, çatışma, rezalet, facia, haksızlık, başı kesilip vücudu parçalanan cesetler.Neler neler... Gazetelerin yazdıkları da öyle. İnternetten takip ediyorum, içim kararıyor.
Genel seçimlerden sonra, AKP yüzde 47 ile iktidar olduğu zaman bazıları ne kadar ümitlenmişlerdi. Saadetli, huzurlu, pespembe bir devir başlayacaktı. Dedikleri çıkmadı. Ergenekonlar, fitneler fesatlar, nifaklar şikaklar, rantlar azalacağına arttı.
Biraz rahat eder gibi oluyoruz, hemen bir felâket haberi geliyor.
Dünyayı, tüm insanlığı domuz gribi tehdit ediyor. Dehşetli bir salgın olabilirmiş.İlacı, çaresi yokmuş. Evvel yoktu, bu rivayet nereden çıktı?
Ruslar, Çeçenistan düzeldi, ordumuzu çekiyoruz dedi, ertesi gün yine çarpışma oldu.
Kürt meselesi hallolacağa benzemiyor.
İşsizlik çığ gibi büyüyor. İşsiz kalanlar köylerine geri dönüp yeni bir hayat kurabilirler mi? Hiç sanmam. Cumartesi pazar Şile taraflarındaki bağ evime gitmiştim.On beş sene önce buğday, arpa, yulaf ekilen tarlaların hepsi ekinsizdi. Genç nüfus şehirlerdeki fabrikalara çalışmaya gitmişler, yaşlılar tarla bahçe işi yapamıyormuş, araziler işlenmiyormuş.
Memlekette âsâyiş, güvenlik, huzur var mı? Hem var çok şükür, hem yok. Büyük devlet adamları suikast tehlikesine mâruzmuş ve olağanüstü korunuyormuş.
Güvenlik ne demektir? Ülkenin büyük idarecileri tatil günlerinde, boş zamanlarında çocuklarını yanlarına alırlar, ana caddede biraz yürürler, sonra bir otobüse veya tramvaya binerler, bir lokantada yemek yerler, bir marketten alışveriş ederler. Korumalar mı? İki koruma, hiç fark ettirmeden onları uzaktan takip eder...Türkiye'de böyle manzaralar görülüyor mu?
Yollar kapatılmış, her yere polisler dizilmiş, dehşetli tertibat alınmış. Birden bir otomobil kafilesi görünüyor. Önde dört polis arabası, onun ardında lüks mercedesler, ekselans hangisinde belli değil, arkadan yine polis arabaları, bir de ambulans fırtına gibi geçiyor.
Trafik mi dediniz? İstanbul'un hiç derdi, problemi, sıkıntısı olmasa, sadece bugünkü trafik sıkışıklığı olsa, o bile yeter de artar eziyet ve huzursuzluk olarak. Vali beyefendi, Büyükşehir Belediye Başkanı beyefendi, Emniyet Müdürü beyefendi niçin trafik konusunda çare ve çözüm aramıyor? Ah elimden gelse şu şehre birkaç ay içinde bir milyon yeni araba sokarım ve trafiğin büsbütün kilitlenmesini sağlarım. Halk çılgına döner, delirir ve belki o zaman bu işe bir el atarlar.
Bir kolluk görevlisi, taş atan bir çocuğun kafasına silâhının dipçiği ile vurmuş, kafatası kırılmış.
Mengenli köylü kızı İstanbul'a geldikten sonra kabak çiçeği gibi açılmış. Kendisine bir sevgili bulmuş.Sonra başı bir yerde, vücudu başka bir yerde bulunmuş. Katil bir türlü bulunamıyormuş.Bu işte üç facia var. Bir, kızın feci şekilde öldürülüp parçalanması; iki, köy kızı iken aşırı şekilde açılıp saçılıp serbestleşmesi; üç, katilin bulunamaması.
Cağaloğlu taraflarında yolda üç liseli kız gördüm, mini etekli idiler. Birilerine göre gayet normal bir kıyafet, bana göre felâket.
Gazeteler yazdı, teröristlerle çarpışma olan yerlere büyük ve nüfuzlu adamların çocukları vatanî hizmet için gönderilmiyormuş. Hani adalet ve eşitlik vardı...
Bir vilayette, başkanın oğlu, yapılaşmaya izin verilmeyen büyük bir araziyi bir milyon liraya almış. Sonra el çabukluğu marifet, hemen yapılaşma izni çıkmış, arsayı 20 milyona satmış. Kısa zamanda 19 milyon kâr. Rant kazancı. Böyle binlerce vak'a varmış.
Ünlü bir profesör çok vatansevermiş. Onbeş yirmi senede Karun gibi zengin olmuş. Nasıl olmuş? Orası belli değil.
Hollanda'dan, her biri iki milyon liraya ithal edilen dev otobüsler, İstanbul gibi yokuşlu inişli bir şehrin yollarına uygun değilmiş. Bozulmuşlar. Türkiye'de böyle otobüsleri üreten fabrikalar var, niçin onların ürünlerini almamışlar veya onlara yaptırmamışlar?
Açıkgöz vatandaş cebinde iki akbil taşıyormuş. Biri boş, biri yüklü. Otobüste boşa basıyormuş, şoför şüphelenip itiraz ederse doluyu gösteriyormuş, böylece bedava seyahat ediyormuş. Böyle faziletli vatandaşlara sahip olan bir vatan batar mı hiç?
On iki yaşındaki bir kız evden kaçmış, manken olmak için. Kızın ırzına 35 kişi geçmiş. İçlerinden ikisi kızı başka erkeklere satmış.
On beş yaşındaki bir it, seksen beş yaşındaki ihtiyar bir kadını bir dövmüş bir dövmüş, bir gözünü çıkartmış komaya sokmuş. Resmine bakamadım.
Apartmanda kimsesiz bir ihtiyar ölmüş, komşularının haberi olmamış. Bir buçuk ay sonra dairesinden kokular çıkmaya başlamış, o zaman anlaşılmış. Aman ne hayırlı komşular ne hayırlı komşular.
Bu toplum ne kadar dedikoducu oldu. Büyük bir vatandaşın serveti 20 milyar dolar olmuş... Yahu nereden biliyorsunuz? Hesabını siz mi tutuyorsunuz?
Sucuklar tahlil ettirilmiş, içlerinde etten başka her şey varmış.
Sütün içinden tereyağını ve kremasını alıyorlar, onun yerine kalitesiz palm yağı koyuyorlar ve ucuz peynir yapıyorlarmış. Belediyeler uyuyor mu?
Çarpışmayı seyr eden 16 yaşındaki zavallı genç bir kurşun yemiş ve anında ölmüş.
Aksaray'da Pertevniyal Valide Camii civarındaki bir sokakta ucuz lokantalar var, çorba 90 kuruş, kuru fasulye bir lira. İki liraya karın doyurmak mümkün. Dolmabahçe civarında zenginlere mahsus çok lüks bir lokanta varmış, adambaşı güzel bir yemek 200 liraymış. Arada yüz misli fark var. Bu da fâcia değil mi?
Adamın karısı bir kızgınlık ve kavga esnasında baklayı ağzından çıkartmış, zaten çocuklar senden değil demiş. Adamcağız yıkılmış, tahlil yaptırıyormuş.
Bir kadın programına çağırılmıştım. Önce açık saçık bir şarkıcı bir şarkı ırladı. Seyirciler bölümündeki ellisini geçmiş hatunlar kalkıp göbek attı. Ardından konuşmalar başladı. Bacak kadar bir kız çocuğunu ve ana babasını çağırdılar. Kız sevgilisinden hamile kalmış, bir çocuk doğurmuş babası olacak vicdansız genç inkâr etmiş, adlî tıp raporu kaybolmuş. Zavallı kız ağladı ağladı ağladı...Fâcia.
Tarih dersinde profesör bir öğrencisine sormuş, tevakkuf ne demektir? Üniversiteli çocuk bu kelimenin mânâsını bilememiş.
Bir padişah türbesinin önünden geçiyorum. Yerli yabancı akın akın insan girip ziyaret ediyor. Açık saçık kadınlar... Bir lâubalilik ki, sormayın. Rezalet, facia, kepazelik...
Ege taraflarında turistik bir şehirde sokak hayvanlarını, hamile kedileri zehirli et vererek öldürmüşler.Bunu yapan vicdansızların Allah belâsını versin.
Gerekmediği halde adamcağıza açık kalp ameliyatı yapmışlar. Operasyon beş buçuk saat sürmüş, yirmi bin liraya mal olmuş, hasta yarım adam olmuş.
Dünyada en fazla sezaryenle doğum bizdeymiş.
Sultanahmet parkında, tarihî medrese önünde İstanbul'un en güzel salkım söğüt ağacı vardı. Öyle bir budadılar ki, Y harfi şeklinde, bir gövde ile iki kalın dal kısmı kaldı, ağaç mâlul gazi oldu.
Geçen sene büyük paralar harcanarak ve taşları Çin'den ithal edilerek yapılan Eminönü meydanının Mısır Çarşısı civarına gidip bakınız. Bir sürü taş kırılmış, yağmur yağınca altına su doluyor, bir felâket, bir facia ki, sormayın.
Karaköy'de Tünel tarafındaki yeraltı geçidi merdivenlerinin taşları kırılmış, kırık yerleri kara çimento ile berbat ve rezil şekilde sözde tamir etmişler. Rezalet rezalet rezalet hezar rezalet!
Cibali'den Ayvansaray'a kadar Haliç sahilinde dolaşınız. Yıkık ve sefil binalar, harabeler, viraneler, aklın ve vicdanın kabul edemeyeceği bir bakımsızlık... İstanbul 2010 yılı dünya kültür merkezi ilan edilmiş ve bu maksatla büyük paralar harcanıyormuş. Kah kah kah!..
Biliyorum içiniz karardı bu satırları okurken. Yooo her şey o kadar kötü değil.Geçen Cuma Kuledibi'ne (Galata kulesi) gitmiştim. Ara sokaklardan Bankalar Caddesi'ne inerken solda harap, metruk (terk edilmiş) büyük bir bina gördüm. Cephesi baştan başa mor salkım çiçekler ile donanmıştı gelin gibi. Baktım, çok haz aldım...
Keşke Haliç'teki o harap, virane binaların diplerine mor salkımlar dikilse ve her bahar o güzel çiçekler o çirkinlikleri gizlese.