Yavuz Bahadıroğlu

Yavuz Bahadıroğlu

Şu “bizim” Haçlılar!

Şu “bizim” Haçlılar!

Hadi diyelim ki, Haçlıların torunları, yazdıkları tarihlerle, romanlarda ve çizdikleri tablolarda dedelerimizi kötüleyerek dedelerinin vaktiyle yediği meşhur “Osmanlı tokadı”nın acısını çıkarıyorlar, peki ama “bizimkiler”e ne oluyor? Neden onların, can alıp can vererek, yirmi milyon kilometrekare yüzölçümlü dünyanın en büyük imparatorluğundan arta kalan topraklarda yaşadıkları halde, intikam sevdasına düşmüş Osmanlı düşmanı yabancılarla aynı paralelde kalem oynatıyorlar?
Yazıklar olsun!
Öncelikle de en fazla istismar ettikleri konu, harem... Harem hayatı hakkında hiçbir inceleme yapmamış köşe yazarları, harem kaynaklı olarak tüm Osmanlı’yı aşağılayıp incitiyor; sekiz seneye seksen senelik icraatı sığdıran Yavuz Padişah dâhil, neredeyse bütün Osmanlı padişahlarını “seks manyağı bir iğrençlik âbidesi” gibi gösteriyorlar!
Padişah, canı istedikçe hareme dalar, karpuz seçer gibi cariye seçer, hevesini aldıktan sonra da def edermiş!..
Hadım ağaları ile cariyeler haremde aşk yaşarlarmış!..
Bu iddialar, saçma sapanlığı zirveye çıkarmak dışında, tarihçi için bir anlam ifade etmiyor.
Çünkü ne böyle bir padişah var, ne böyle bir harem ağası ya da cariye var, ne de böyle bir harem!..
Uydur uydur yaz!
Bir kere haremde “zina” denen illetin “Z”sinden söz edilmesi imkânsızdır! Çünkü kamera sisteminden daha güçlü bir “Harem gözetimi” vardır.
Bir yandan ak ağalar, bir yandan kara ağalar, bir yandan valide sultanın, bir yandan kadın sultanın gözcüleri; öte yandan gözdelerin ve ikballerin gözetimi hiçbir şeyi gizli bırakmaz…
Yani istense bile haremde zina yapmanın imkânı yoktur.
Ayrıca da harem hayatına İslâm’ın ruhu hâkimdir. Duvarlar âyetlerle bezelidir. Hadım ağaları ve cariyeler başta olmak üzere harem halkı dini kurallara sımsıkı bağlıdır. O kadar ki, kendilerini padişaha bile göstermezler.
Zaten haremdeki cariyelerin tek işi seçilene kadar padişah için hazırlanmak ve bu yolda mücadele vermek değildir.
Bazıları musiki ile, bazıları oya ile, bazıları resimle, bazıları mutfak işleriyle, temizlikle meşgul olmakta, bazıları da harem halkına hizmet etmektedir.
Sayıları yerli ve yabancı kimi yazarların abarttığı kadar da kalabalık değildir.
“Yüzlerce” olduğu iddia edilen cariyelerin en kalabalık dönemi Sultan I. Mahmud dönemidir ki, o dönemde bile tüm Harem Dairesi’nde 360 civarında cariye mevcuttur.
“Hah işte!.. Gerçekten de yüzlerce cariye varmış” diye sevineceklere kötü bir haber vereyim: Bunların üçyüzden fazlası “Berberusta”, “Çamaşırcı”, “Kahveci”, “Bahçıvan”, “Hamamcı” gibi isimler alan, çoğunluğu yaşlı ve güzel olmayan maaşlı hizmetçilerdir. Çünkü haremde erkek hizmetçi çalışamazdı.
Aynı dönemlerde, Avrupa saraylarındaki “hizmetli” sayısı gerçekten “yüzlerce”dir.
Bugün sadece Cumhurbaşkanı’nın evi ve ofisi işlevini gören Cumhurbaşkanlığı Köşkü’nde yüz civarında “hizmetli” çalıştığını (kim bilir Beyaz Saray’da kaç personel var) düşünürsek, Osmanlı sarayındaki hizmetçi sayısını fazla bulmamamız gerekiyor, çünkü saray aynı zamanda devletin yönetim merkezidir.
Cariyelerin bir kısmı da padişahların “odalığı”dır. Padişah isterse onlarla “karı-koca” hayatı yaşayabilir. Çünkü “cariye” bir bakıma “köle”dir ve “mal”dan sayılmaktadır. “Mal sahibi” padişahtır. Malını dilediği gibi tasarruf (kullanma) hakkına sahiptir. Bu usul şimdiki anlayışımıza ters gelebilir, ancak İslâm’a aykırı bir durum yoktur.
Padişahlar, hür ya da köle, İslâm hukukuna göre aynı anda sadece dört kadına nikâh kıyabilir, üzerine “istifraş hakkı” olarak cariye de alabilirlerdi.
Tarih boyunca hiç bir cariyede bu konuda isteksizlik görülmemiştir. Çünkü “padişahın kadını” olmak büyük bir imtiyaz ve şeref olarak algılanırdı.
Hepsinin içinde padişahtan bir çocuk dünyaya getirip, “Kadın Efendi”likten “Valide Sultan”lığa kadar giden tüm “ikbal” yollarını açma hayali vardı.
Harem hayatı konusunda detaylı bir çalışma yapan Prof. Dr. Ahmed Akgündüz şöyle diyor: “Haremde gayri meşru eğlencelerin yapılma imkanı var, bu mümkün; ama harem gayri meşru barları andıran bir mekan değildir. Gayri meşru eğlencelerin yapıldığı iddia edilen Hünkar Sofası’nda bunların yapılmış olması imkansızdır, çünkü duvarlar ayet ve hadislerle bezelidir. Bu salon, padişahın aile efradıyla bir araya geldiği, hep beraber meşru dairede eğlendikleri mekandır. Anormal olan, zinadır. Ben o yoktur diyorum. Abartma diyenler aksini ispat etsin.”
“Eşcinsellik” iddiaları ise külliyen yalandır! Bu konuda, “İstediği an endamı, boyu-posu, gözünün rengiyle bütün dünya güzelleri önünde ve meşru dairede emrinde olan bir padişah niye gayri meşru daireye girsin?” diyen Nihad Sami Banarlı hocama tamamıyla katılıyorum.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yavuz Bahadıroğlu Arşivi