Mukteda Sadr’ın ziyaretinin esrarı
Mehdi Ordusu olarak anılan milis grubunun lideri olan Mukteda Sadr iki yıl önce ansızın Irak’tan İran’a intikal etmişti. İntikali Nuri Maliki ile ABD’nin Basra ve Bağdat’ta Mehdi Ordusuna yönelik olarak giriştikleri ortak askeri harekatın ardından gelmişti. Bununla belki de Mukteda Sadr, Irak’ta harekat ve manevra alanının sınırlarına gelip dayandığını anlamıştı. Bundan dolayı İran’a giderek dini ilimlerini ikmal etmek ve Muhammed Sadık es Sadr’ın oğlu olarak yeni bir merci-i taklit olmak istiyordu. Genç Mukteda’nın hatırı sayılır bir taraftar kitlesi vardı. Hem popüler hem de populistti. Lakin eksik bir şeyleri vardı. Bu eksiklik de formel Şii dini eğitimi olmamasıydı. Bu eksikliğini gidermek için Şii dini havzalarında eğitimine devam etmesi gerekiyordu. O da bunu yaparak geleceğin Irak dini mercilerinden birisi olmak istiyordu. Böylece siyasi yönünü ve hareketçi yönünü dini alanla ikmal etmiş ve tamamlamış olacaktı. İki yıllık sessizliğini resmi ve aleni bir şekilde Türkiye ziyaretiyle birlikte bozdu. İran’a gidişi sessiz sedasız olurken İran’dan Türkiye’ye gelişi aleni ve medyatik oldu. Mukteda Sadr Türkiye üzerinden açılmaya karar vermişti. Daha önce de Türkiye’ye gelecekti, yalnız ziyareti son anda iptal edilmişti. Gerçekten de neden Mukteda Sadr siyasi imsakını ve orucunu Türkiye’de bozdu veya açtı? Meselenin ikinci boyutu, neden Türkiye Mukteda Sadr gibi tartışmalı bir siyasi kişiliği bu kadar yüksek seviyede karşıladı ve ağırladı? Arap basını da birkaç günden beri bu soruya cevap aramaka meşgul. Cevap bulmakta da zorlanıyor. Lakin Irak’taki gelişmelere bakarak Mukteda Sadr siyasi mola döneminin bittiğine karar vermiş olabilir. Zira Obama ile birlikte Amerikan Yönetimi İran’a zeytin dalı uzatırken Irak’tan da çekilme takvimini açıkladı. Ahmet Davudoğlu’nun Erdoğan’ın kavgalı moderatörü David Ignatius’a söylediği gibi Irak’ta Aralık ayında tayin edici genel seçimler yapılacak. Mukteda bu fırsatı kaçırmak istemiyor.
¥
Anlaşıldığı kadarıyla bu atmosferde Mukteda Sadr Irak siyasetine yeniden ağırlığını koymak istiyor. Gerileyen saflarını yeniden güncelleştirmek istiyor. Lakin henüz Kum’daki eğitiminin bitmediği bir yıllık bir sürenin daha bulunduğu söyleniyor. Bu durumda Mukteda, Irak siyasetine İran üzerinden vaziyet mi edecek yoksa ‘gözden ırak gönülden ırak’ durumuna düşmemek için Irak’a mı dönecek? Zira siyasi gözlemcilerin birçoğu Mukteda Sadr’ın kayıp olduğu iki yıl zarfında Irak’ta çok önemli değişiklikler olduğunu ve Sadr’sız bir yapının kuvvet kazandığını söylüyorlar. Bundan dolayı kimileri Mukteda Sadr’ın Mehdi Ordusu yetkilileri ve siyasi kitlesinin ileri gelenleriyle Türkiye’de görüşmeyi seçerek kayıpların telafisi politikasına yöneldiğini söylüyorlar. Aslında, Irak’a dönüşte Türkiye kapısını kullanmak zekice bir davranış. Bilindiği gibi, Mukteda Sadr’ın 37 milletvekili var ve bir de Mehdi Ordusu adında milis bir yapıya hükmediyor. Lakin İran’a gitmeden önce bu yapıyı lağvettiğini açıklamıştı. Peki gerçekte Mukteda Sadr’ın Türkiye’yi seçmesinin başka nedeni var mıdır? El Hayat gazetesinin yakın çevresine atfettiği bir yorum var. Mukteda Sadr müdahale ortamından en uzak ve taifiye kavgasına bulaşmamış bir ülke olduğu için Türkiye’yi seçmiş. Mukteda Sadr’ın, kendisini taraf yapmak isteyenlerle kutuplaştırma aracı ve unsuru yapmak isteyenlerin kıskacında kalmaktan yakındığı ve Türkiye üzerinden bunu aşmaya çalıştığı söyleniyor. Bu iki unsur aslında İran ve karşıtlarına işaret ediyor. Şiiler arasında en fazla Irak yanlısı olan grup Mukteda Sadr’ın grubudur. Nazari ve teorik olarak böyle olmasına rağmen lojistik olarak İran’a mecbur ve mahkum olduğundan dolayı aslında bu tutumunu pratiğe yansıtmakta zorluk çekiyor. İşte bu yaklaşımını pratiğe yansıtmak için de Türkiye’yi seçtiği söylenebilir. Karar mekanizmalarında bağımsız kalabilmek ve bu bağlamda manevra alanını genişletmek için Türkiye’yi seçtiği ileri sürülmektedir.
¥
Bununla birlikte, Mukteda Sadr’ın geçmişte örgütüne tam olarak hakim olamadığı ve örgütün bir biçimde taifiyye kavgasında ölüm mangaları olarak kullanıldığı biliniyor. Dolayısıyla böyle bir ismi üst düzeyde ağırlamak da sonuçları açısından riskli bir durum. Lakin Türkiye’nin ve bölgenin çıkarlarının da Mukteda Sadr’ın vizyonuyla aynı olduğu söylenebilir. Bu, yörünge ve mihverlerin ötesine geçmiş bağımsız bir Irak vizyonudur. Irak dengesini kaybettiğinde ve kutuplardan birisinin etkisi altına girdiği gün Afganistan gibi çekişme alanı olur. Kararına hakim bağımsız bir Irak da yapısal olarak Şii gruplar üzerinden sağlanabilir. Şiiler İran’ın yörüngesinden kurtuldukları nispette Irak ve bölge de istikrar kazanır. Burada Türkiye’nin politikası İran’ı uzaklaştırmak değil, belki özümsemektir. Uzaklaştırmak kadar İran’ın Irak üzerinde nüfuz tekeli kurması da hem kendi hem de bölge açısından tehlikelidir.
Son sıralarda İran, Irak’taki etkisini sağlamlaştırmak için Sünni gruplar ve liderlerle de temas imkanı aramaktadır. Aynı şekilde Türkiye de Şii politikasını oluşturmaktadır. Doğrusu Irak’ta Sünniler yekpare olmadığı gibi Şiiler de yekpare değildir. Onlardan bir kısmı da manevra alanı aramaktadır. Türkiye bu bağlamda geçmişte Ammar El Hekim’i de kabul etmişti. Mukteda’nın Iraklılaştırma yaklaşımı Türkiye tarafından da paylaşılıyor. Onun ötesinde Kerkük meselesinde de benzeri tezlere sahipler. Lakin selefi meşrep eski Meclis Başkanı Meşhedani gibi Mukteda da Türkiye’nin sınır ötesi operasyonlarına karşı çıkmıştı.
Anlaşıldığı kadarıyla Kum’da ders gören Mukteda Sadr zamanla Sistani ile boy ölçüşmek istediği gibi Türkiye üzerinden de hem çeşitlenmek hem de İran’ı dengelemek ve Irak’a dönüşünün taşlarını dizmek istemektedir. Bu bir strateji olabileceği gibi taktik düzeyde de kalabilir. Açılım taktik düzeyde kalırsa herhalde bu ilişkide zarar gören taraf Türkiye olur. Yine de Araplar ‘kokmaz bulaşmaz’ politikalarıyla Irak’ta pasif kalırken Türkiye denge oluşturmaya çalışıyor. ‘Sünni Araplar’ olarak da anılan Arap ülkelerinin aslında böyle bir siyaseti de yok. Başlarını kuma gömmüşler ve İran, Sünni politikacıları ağırlarken onlar ‘Irak’ın içişlerine karışmayalım’ kompleksiyle kendilerinden başka herkesin Irak’ın içişlerine karışmasına adeta müsaade ediyorlar. Politika kuramıyorlar, sadece şikâyet faslındalar. Bölgede Şiiler ve Sünniler üzerinde tek aktif politika izleyen Türkiye kalmış oluyor. Başbakan Erdoğan da bu yeni siyasi anlayışın işaretlerini Bağdat ziyaretinde vermiş ve Şii-Sünniler arasında fark olmadığını savunmuştu.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.