Albayın altında çalışmam

Albayın altında çalışmam

MHP Bursa Milletvekili Hamit Homriş aradı. Kendisi eski Özel Harp subayı, merhum Alpaslan Türkeş’in damadıdır.

1977’deki 1 Mayıs katliamı sonrası devletin derinliklerinde baş gösteren iç hesaplaşma ve geniş kapsamlı tasfiye operasyonlarına dair önceki gün köşeme taşıdığım kısa özetle ilgili aradığını söyledi.

‘Üç noktada itirazım var’ diyerek anlatmaya başladı: ‘1 Haziran 1977 tarihinde emekliye sevk edilen dönemin Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Namık kemal Ersun’la rahmetli Başbuğ (Türkeş) birbirlerini hiç sevmezlerdi. Hatta Başbuğ, başbakan yardımcısı sıfatıyla Terörle Mücadele Kurulu’na başkanlık yaparken, Ersun Paşa, Başbakan Süleyman Demirel’e giderek ‘Ben bir albayın altında çalışmam’ dedi.’

Peki, Ersun Paşa neden emekliye sevk edildi? Şöyle anlattı: ‘Çok sert mizaçlı bir komutandı. Genelkurmay Başkanı Semih Sancar ile anlaşamıyordu.’

Babası Şahap Homriş’in MİT’teki görevine ilişkin olarak ise şunları söyledi: ‘Babam askeri hakimdi. 1965 yılında Fahri Korutürk tarafından İstihbarat Hukuk Başkanı olarak atandı. 28 Şubat 1980’de yaş haddinden emekliye ayrıldı.’

Hamit Homriş, kendisinin Özel Harp Dairesi’nde subay olarak görev yaptığını doğruladı ancak mayıs 1980’de ayrıldığını belirtti. Son iki yılını İzmir’deki NATO karargahında geçirdiğini ifade etti.

Türkeş’in MİT’le ilişkisine dair geçmiş yıllarda hem Aydınlık Dergisi hem Cumhuriyet’te sayısız yayınlar yapıldığını hatırlatan Homriş, merhum Uğur Mumcu’nun ‘Türkeş, MİT’ten haber almak için kızını Şahap Homriş’in oğluyla evlendirdi’ diye yazdığını söyleyip ekledi: ‘Dava sürerken Mumcu hayatını kaybedince dava sonuçlanmadı.’

Ya 1 Mayıs 1977’de yaşanan katliam?

Homriş, şu tahlili yaptı: ‘O 1 Mayıs’ta olanların cevabını kendi kafamda da bulamadım. Üzücü şeyler oldu. Büyük provokasyonlar oldu. Kime yaradı, onu bilmiyorum. Soruyorum kendime, acaba ihtilale mi yakınlaştırdı?’

Cevabı bulunması gereken asıl soru, bence budur. Diğeri teferruattır.


Bay Paksüt yoksa boru mu?

Anayasa Mahkemesi Başkanvekili Osman Paksüt, Ergenekon soruşturmasında telefonlarının dinlendiği gerekçesiyle savcıları HSYK ve Adalet Bakanlığı’na şikayet etti. Oysa, teknik takipteki telefon numaraları, Ergenekon sanığı eşine ait. Teknik takip kapsamında Bay Paksüt’e ait herhangi bir numara yok.

Ek klasörlerden görüyoruz ki, Bay Paksüt, kimi zaman eşinin tahrikiyle bu numaralardan bazı Anayasa Mahkemesi üyelerine yönelik hakaret ve iftiralarla ilgili ‘destekleyici’, ‘onaylayıcı’, ‘açıklayıcı’ veya ‘uyarıcı’ nitelikte ifadeler kullanmış.

İktidar partisiyle ilgili en kritik dosyanın masaya yatırıldığı Anayasa Mahkemesi’ndeki kapatma davasına dair görüşmelerde tarafsızlığını yitirdiği izlenimi doğan Paksüt’ün esası görmezlikten gelip usul üzerinde gemisini kurtarmaya çalışmasının ne kendine ne temsil ettiği mahkemeye yararı vardır.

Öncelikli olarak istifa edip mahkemeyi dolayısıyla da ülkeyi huzura erdirmesi gerekir. Hukukta ‘masumiyet’ yani ‘suçsuzluk karinesi’ vardır ama emekli Başsavcı Reşat Petek’in ifadesiyle ‘suç işlemezlik karinesi’ yoktur.

‘Saygınlık’, hukuk açısından bir parametre değildir. Bir şahsın daha önce suç işlememiş olması, hiç suç işlemeyeceği anlamına gelmez. Arkadaşlarına iftira atmasına, hele, görevini yapan savcılara ‘alçak’ diyecek kadar yoldan çıkmasına azla cevaz vermez.

Yaklaşık 10 yıl önce Alaaddin Çakıcı ile telefon görüşmesi ortaya çıkan dönemin Devlet Bakanı Eyüp Aşık görevini bırakmak zorunda kalmıştı. Üstelik o görüşme, hukuk dışı yollardan temin edilmişti.

Bu hadisede ‘mahkeme kararı’ var.

Bay Paksüt, Ergenekon kazılarında ortaya çıkarılan silahlar için ‘Bir kısmı boru...’ diyen Deniz Baykal gibi geçiştiremez.

Sahi, yoksa boru mu?

Unutmadan, eskiden sıkça kullandığım, bir süredir rafa kaldırdığım şu sözcükleri yeniden gediğine koyma zamanı geldi: Yazın yediğin hurmalar, kışın seni tırmalar...


Başbuğ’u kim yanılttı?

Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ’un cephanelik bulunan İstek Vakfı’na ait Poyrazköy’deki araziyle ilgili ‘Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı herkes girer’ açıklamasından sonra gazetecilerin o bölgeye üşüşmesi gerekirdi.

Öyle olmadı. Sadece iki gazete düştü yollara. İlk giden Vakit, ardından Radikal oldu. İki gazetenin muhabiri, o bölgeye giremedi. Vatandaşların açıklamaları da Başbuğ’u teyit etmiyor.

Belli ki, ortada eksik bilgilendirme var. Başbuğ da aynı kanaatte ise kendini yanıltanlardan hesabını sormalıdır.

Yine de ilave teyide ihtiyaç duyuyorsa, tebdil-i kıyafet Poyrazköy’e gidebilir.

Başbakan Erdoğan’ın Kadıköy’deki tartışmalı baskından sonra İstanbul Emniyet Müdürü’nü koruması gibi Genelkurmay Başkanı da silah arkadaşlarını korumak isterse, yazık olur.

Nihayet jeton düştü

Ergenekon sanıklarından emekli subay Zekeriya Öztürk, ‘elitler’ diye tanımladığı bazı sanıklara ‘özel muamele’ yapılmasından şikayetçi olmuş.


Nihayet jeton düşmüş.

Bu davanın tüm faturasını Veli Küçük ve etrafındaki küçük gruba kestirmek isteyen güç odaklarının faaliyetlerini hep yazıp çiziyoruz. Zekeriya Öztürk’ün geç de olsa bu noktaya gelmesi önemli bir ayrıntıdır.

Ayrıca şu soruya da cevap aramalıdır: Benim eşim Güler Kömürcü de gazeteci ama İlhan Selçuk ve Mustafa Balbay kadar itibar görmedi, hatta işinden oldu. Meslek örgütleri protesto eylemi yapmadı. Neden?

Siz bu sürecin zencilerisiniz de ondan.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi