Hasan Karakaya

Hasan Karakaya

Büyükanıt’ı, büyük bir komutan zannederdim!

Büyükanıt’ı, büyük bir komutan zannederdim!

Hani; “Herkes kendi evinin önünü süpürse, sokak tertemiz olur” diye bir söz vardır ya, işte bu sözün ne kadar doğru olduğu, önceki gece bir defa daha çıktı ortaya... Gerçekten de; herkes kendi evinin önünü süpürse, ama bunu yaparken, “çöp”leri götürüp, “komşunun evi”nin önüne yığmasa, sokak tertemiz olur... Bu sözde; “herkes, kendi işini yapsın” şeklinde bir anlam da gizlidir... Öyle değil midir; herkes kendi işini yapsa, bütün “sorun”lara çözüm bulunmaz mı?.. Ama Türkiye’de işler böyle yürümüyor... Hiç kimse, “kendi evi”nin önünü süpürmeye veya “kendi işi”ni yapmaya yanaşmıyor!.. Herkes “başkasının işine burnunu sokmak” veya başkasının evinin önüne “çöp veya çamur yığmak”la meşgul... Bunu; önceki gece “32. Gün” programında konuşan Genelkurmay eski Başkanı emekli Org. Yaşar Büyükanıt’ın açıklamalarında da gördük... Emekli Org. Yaşar Büyükanıt; “çelişkilerle dolu” konuşması boyunca, “asıl açıklaması” gereken konularda susup, “üzerine vazife olmayan işler” konusunda açıklık getirmeye çalışırken, son derece “duyarlı”ydı!..
LÂNETLENDİ AMA BAŞTACI!
Ne dersiniz... “Önceki gece”ye dönüp, Büyükanıt’ın sözlerini tahlil etmeye başlayalım mı?..
Meselâ, 23 Mayıs 2003 tarihli Cumhuriyet gazetesinde halen “Ergenekon tutuklusu” olan Mustafa Balbay imzasıyla yayınlanan “Genç Subaylar Tedirgin” manşeti hakkında söylediklerine bir bakalım mı?..
Ama isterseniz, “Büyükanıt’ın sözleri”ne geçmeden önce, olayı hatırlayalım...
Malûm; 23 Mayıs 2003 tarihli Cumhuriyet’te, “Genç Subaylar Tedirgin” başlıklı bir manşet yayınlanmış, hemen ardından, yani 26 Mayıs 2003 günü bir basın toplantısı düzenleyen dönemin Genelkurmay Başkanı Org. Hilmi Özkök de, bu habere tepki gösterip, özetle şu ifadeleri kullanmıştı:
“Bir gazetemizde bir haber yer aldı ve süratle gündemi işgal etti. Bunun bir haber kaynağına istinat ettiği aşikar. Ve bu haber kaynağı, kerameti kendinden menkul bir kaynak.(...)
Ancak hemen vurgulamalıyım ki, yanlış olmaktan öte, yalan ve maksatlı bir haber.
Dolayısıyla bu konudaki bütün yorumlar mesnetsiz kalıyor. Doğrusunu söylemek gerekirse, bunu hayret ve üzüntüyle karşıladım.
Haber, TSK'yı kırmış ve yıpratmıştır.
Bundan en fazla zararı Türkiye görmektedir. (...)
Bu dedikoduyu üretenler, şimdi ortaya çıkan durumdan eğer memnunlarsa, onların vatan ve millet sevgisinden açıkça şüphe etmek gerekir.
Sayın yazarın haber kaynağını değerlendirip ve ona layık olduğu güvenirlilik notunu vermesinin bir etik sorumluluk olduğunu ifade etmek isterim.(...)
Dedikodu yaratarak, bu birlik ve beraberliğe nifak sokmak isteyenler bu emellerinde başarılı olamayacaklarını artık anlamalı ve bu hatalarından dönmelidirler. Aksi takdirde, layık oldukları cevabı mutlaka alacaklardır.
TSK'da genç subaylar, yaşlı subaylar ayrımı yoktur. Komutanlar arasında şahinler, güvercinler, sertlik yanlıları yoktur.
Bu tür iddiaları yalanlamaktan öteye, kusura bakmayın ağır laf söylüyorum ama açıkça lanetlediğimi söylemek istiyorum.”
Evet, Org. Özkök; 26 Mayıs 2003 tarihinde, Genelkurmay Karargâhı’nda düzenlediği basın toplantısında, “akredite” gazetecilere hitaben bunları söyledi.
Ama, ilginç olanı şuydu:
Yaptığı haberden dolayı Özkök’ü “hayret ve üzüntü”ye sevkeden, dahası “vatan ve millet sevgisinden açıkça şüphe edilmesi” gereken, dahanın da dahası, “açıkça lânetlenen” bir gazeteci olan Mustafa Balbay, o toplantıda, Özkök’ün hemen sol tarafında oturuyordu, iyi mi?!?..
O gün de yanındaydı,
Daha sonraki günlerde de!..
Ne “akreditasyon”u iptal edildi, ne de “el üstünde” tutulmaktan vazgeçildi!..
ÜRETİLMİŞ, ENJEKTE EDİLMİŞ BİR HABER!
Şimdi, o günün fotoğrafından bugünün fotoğrafına gelelim... Evet, “o başlık”la ilgili Büyükanıt’ın sözlerine...
Önceki gece “32. Gün” programına katılan Org. Büyükanıt, M.Ali Birand’ın, “Genç Subaylar Rahatsız” başlığı hakkında ne düşündüğünü sorması üzerine dedi ki;
“O haber, üretilmiş bir haberdi... Birileri tarafından enjekte edilmiş bir haberdi... Bu haber, bir plânın parçası olarak kullanılmıştır!.. O haberle, asker üzerinde tam saha pres uygulanmak istenmiştir!”
Şimdi, benim merak ettiğim şu:
Her iki Genelkurmay Başkanı “lâf”a gelince bunları söylüyor da, gereğini niye yapmıyorlar?..
Daha doğrusu, niye yapmadılar?..
Çünkü, Mustafa Balbay;
“Yanlış!.. Maksatlı!.. Hayret ve üzüntü verici!.. Vatan ve millet sevgisinden uzak... Birlik ve beraberliğe nifak sokucu!.. Ahlâk dışı!.. TSK’yı kıran ve yıpratan!.. Üretilmiş, enjekte edilmiş!.. Lânetlenen!..” bir haber yapmış olmasına rağmen, daha sonraki yıllarda da “baştacı” yapılmaya, “el üstünde tutulmaya” devam edildi!..
Sadece Mustafa Balbay değil, Ankara Temsilciliği’ni yaptığı Cumhuriyet gazetesi de!..
İyi, hoş da;
Mustafa Balbay veya Cumhuriyet gazetesi; “Bulunmaz Hint kumaşı” mıdır, dışkılarında “gök boncuk” mu vardır ki, “her toplantının en baş misafiri” olmuşlardır?..
Ya da;
“Anayasa’nın ilgili maddeleri”nde; “Cumhuriyet gazetesi dışlanamaz, dışlanması hayal bile edilemez” diye bir hüküm mü vardır?!?..
Öyle olmalı ki;
Özkök de, Büyükanıt da; Balbay’ı kınamışlar, uyarmışlar ama “baştacı yapmaya” da devam etmişler!..
Kimbilir, “Gizli Anayasa” denilen “Kırmızı Kitap”ta, belki de “Cumhuriyet’e dokunulamaz” diye bir madde vardır!..
E-MUHTIRA VE İLAHİ OKUYAN ÇOCUKLAR!
Sayın Büyükanıt; “Cumhuriyet’e niye dokunamadığını” izah etmedi ama, “Kutlu Doğum Haftası”nda “ilâhî okuyan kız çocukları”ndan “rahatsız” olup, nasıl “bildiri” yayınladığını ballandıra ballandıra anlattı!..
Mesela dedi ki;
“Evet o bildiriyi ben kendim yazdım. Cuma akşamıydı. Oturup bizzat kendim yazdım. Neden cuma akşamı verdik? Ertesi gün Ankara’dan ayrılmam gerekiyordu. Dolayısıyla gitmeden önce yayınlanmasını arzu ettim. 27 Nisan Bildirgesi TSK’nın laiklik karşısındaki hassasiyetini vurgulayan bildiridir.”
Malûm, Büyükanıt’ın sözünü ettiği olay, “e-muhtıra”da şöyle ifade edilmişti:
“22 Nisan 2007 tarihinde Şanlıurfa’da; Mardin, Gaziantep ve Diyarbakır illerinden gelen bazı grupların da katılımı ile, o saatte yataklarında olması gereken ve yaşları ile uygun olmayan çağ dışı kıyafetler giydirilmiş küçük kız çocuklarından oluşan bir koroya ilahiler okutulmuş, bu sırada Atatürk resimleri ve Türk bayraklarının indirilmesine teşebbüs edilerek geceyi tertipleyenlerin gerçek amaç ve niyetleri açıkça ortaya konulmuştur.
Ayrıca, Ankara'nın Altındağ ilçesinde ‘Kutlu Doğum Şöleni’ için ilçede bulunan tüm okul müdürlerine katılım emri verildiği, Denizli'de İl Müftülüğü ile bir siyasi partinin ortaklaşa düzenlediği etkinlikte ilköğretim okulu öğrencilerinin başları kapalı olarak ilahiler söylediği, Denizli'nin Tavas ilçesine bağlı Nikfer beldesinde dört cami bulunmasına rağmen, Atatürk İlköğretim Okulu’nda kadınlara yönelik vaaz ve dini söyleşi yapıldığı yolunda haberler de kaygıyla izlenmiştir.”
YA, ŞARKI-TÜRKÜ SÖYLEYEN ÇOCUKLAR!
Büyükanıt, işte bu “bildiri” için, “Ben kaleme aldım” dedi!..
Demek oluyor ki;
Sayın Büyükanıt; “o saatte yataklarında olması gereken ve yaşları uygun olmayan çocuklar” konusunda son derece “hassas”tır!..
Hem zaten;
Çocukların, sadece ilâhî söylediği “saat” değil, “kıyafet”leri de uygun değildir!..
O kıyafetler “çağdışı”dır!!!
Eğer o program “banttan” değil de, “canlı” yayınlanıyor olsaydı, telefonla bağlanıp, soracaktım Büyükanıt’a;
“Kutlu Doğum Haftası’na duyduğunuz bu antipati ve alerjinin sebebi ne?.. Siz niye kendi işinizi yapmıyorsunuz da, Milli Eğitim Bakanlığı’na karışıyorsunuz?.. Sizin, ilâhî okuyan kız çocuklarını takip etmek ve onların kıyafetlerini yargılamak gibi bir göreviniz ve hakkınız mı vardı ki; o bildiriyi yayınladınız?.. Niye askerî alanda kalmayıp, siyasetin işine ve içine el atıyorsunuz?”
Evet, bunları diyecek ve soracaktım kendisine;
“Madem küçük çocuklar konusunda bu kadar duyarlısınız, peki şu anda atv’de yayınlanan ‘Bir Şarkısın Sen’ programı konusunda niye bir çift lâf etmediniz?..”
Erol Evgin ve Pınar Altuğ’un sunduğu o programda, en güzel “şarkı”yı, “türkü”yü, “pop” ve “kanto”yu söylemek ve oynamak için yarışan çocuklar, “gece 24.00’e kadar uyumuyorlar” iyi mi?..
Yani, “yataklarında” olması gereken saatte, “ekranda”lar ve büyüklere taş çıkartırcasına “döktürüyorlar!”
“Kıyafet”lerine gelince...
“Mini” de var, “maksi” de!..
Sormak isterdim Büyükanıt’a;
Sizin “çağdaş” saydığınız kıyafetler, onlar mı?..
Ya da;
Çocukların “ilâhî” okumaları “e-muhtıra”ya konu oluyor da; onların “şarkı, türkü, pop ve kanto” söylemeleri “alkışlanacak bir matah” mıdır?!?..
SİVİLE TISSS... ASKERE SUS!
Önceki geceki programda en çok dikkatimi çeken ne oldu biliyor musunuz;
Hem de “Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (sav)’in anıldığı” bir haftada, evet “Kutlu Doğum Haftası”nda “ilâhî” okuyan kız çocuklarına öfkelenen, celâllenen ve bu nefretini de “e-muhtıra”da dile getiren Org. Yaşar Büyükanıt; meselâ “özel mektup”ları bile “ofis”inde çıkan Em. Org. Şener Eruygur hakkında, son derece “ölçülü, dikkatli” ve hatta “saygılı” ifadeler kullandı iyi mi?..
Adeta; “Bana, askerin suç işlediğini söyletemezsiniz!” der gibiydi!..
Tek cümleyle dedi ki;
“Eruygur’dan böyle bir şey beklemem!”
Şu işe bakar mısınız;
“İlâhî” okuyan minnacık çocuklardan huysuzlanıyor ama, “darbe” yapmak için her fırsatı değerlendirdiği ortaya çıkan Şener Eruygur’dan huylanmıyor!..
Kendisine sormak isterdim;
“Senin garezin sadece ilâhi okuyan çocuklara, Kutlu Doğum Haftası’na ve AK Parti’ye mi?”
Çünkü Sayın Büyükanıt;
Hangi vilayetlerde “Kutlu Doğum Haftası” düzenlendiğini, nerelerde “ilâhi” okunduğunu kalem kalem biliyor ama; “Beni tasfiye etmek istediklerini sadece hissetmiyor, bunu yaşıyordum!.. Bir şeyler oluyordu!..” demesine rağmen, “ayağını kaydırmak, altını oymak isteyenler”in kimler olduğunu anlayamamış, iyi mi?..
Merak ediyorum;
Genelkurmay’ın “radar” ve “uydu”ları sadece “ilâhi” okuyan çocukları” ve “Kutlu Doğum törenleri”ni mi takip eder?!?..
KEŞKE KENDİ İŞİNİ YAPSAYDI
Daha yazacak çok şey var... Ama, önceki gece şunu gördüm: “Sivil” insanlar konusunda son derece ağır ifadeler kullanan Büyükanıt, iş “laikçilerin ve askerlerin hataları”na gelince, son derece dikkatli ve saygılı bir üslûp kullandı!..
Demin de dediğim gibi, kamuoyuna şu mesajı verdi:
“Bana askerlerin hata yaptığını söyletemezsiniz!”
Meselâ, “Ben de Ergenekon mağduruyum!.. Beni de dinlediler!” dedi ama, niye “suç duyurusu”nda bulunmadığını teğet geçti!.. Kimbilir, belki de karşısına Şener Eruygur veya Özden Örnek’in çıkmasından korktu!.. Ama aynı Büyükanıt; meselâ Fikri Sağlar’ı mahkemeye vermişti!..
Niye?.. Çünkü o, “sivil”di!..
Ne dersiniz;
Yanılıyor muyum acaba?..
Sözlerini; “Bir siyaset yapamam, bir de ticaret” diye bitiren Büyükanıt, keşke “askerlik” yapsaydı!..
Evet, “askerlik” yapsaydı!..
Çünkü, “ilâhi okuyan çocuklar’ ile meşgul olmak, “askerin işi değil!”
Hele Genelkurmay Başkanı’nın, hiç değil!..
==========
Niye itiraz etmediniz?
“Maske” düştükten, “oyun” bozulduktan ve “gerçek” ortaya çıktıktan sonra konuşmak kolaydır!.. Önemli olan, “gerçeği zamanında açıklamak”tır!..
Hüsamettin Cindoruk’un, yıllar yılı “Adnan Menderes’in avukatı” biliniyor olmanın rantını yediğini daha önce yazmıştık... Aydın Menderes bu “imaj”ı yıkıp, “Cindoruk, hiçbir zaman babamın avukatı olmadı” deyince, Cindoruk önceki gece “gerçeği itiraf” etmek zorunda kalmış:
“Doğru... Ben Menderes’i hiç savunmadım... Çünkü o günlerde ben, 26 yaşında genç bir avukattım!”
İyi de, sormak istiyorum Cindoruk’a:
En son 8 Ocak 2007’deki gazetelerde “Menderes’in avukatı” gibi sunulmaya niye hiç itiraz etmediniz?!?..

Önceki ve Sonraki Yazılar
Hasan Karakaya Arşivi