Bir yol var; test edildi ve onaylandı
Başbakan Erdoğan'ın çarpıcı ifadeleri de olmasaydı, gündemin boğduğu bir konu güme gidecekti. Diyanet İşleri Başkanlığı'nın ev sahipliği yaptığı 7. Avrasya İslam Şûrası'nın açılışında konuşan Başbakan; "İslam âlemi gözyaşı ve kandan kurtulamıyorsa ters giden bir şey var." dedi ve ekledi: "Müslümanların İslam'ı temsil noktasındaki eksiklikleri sorgulanmalıdır..."
Safahat'ı okurken, insan en çok, rahmetli Mehmet Akif'in, İslam coğrafyasının ve Müslümanların perişanlığını, yürekler acısı halini anlatan mısralarından etkileniyor. Şüphesiz sömürgecilerin, zalimlerin, bin bir desise ile yürüttükleri planların, projelerin, saldırıların bunda büyük payı var. Böldüler, parçaladılar ve yönettiler. Mana köklerimize öyle acımasız vurdular, öyle insafsız kestiler ki, "bir daha asla yeni sürgün veremeyecekler" diye düşündüler. Ama asıl problem bu değildi. Milletten ve milletin değerlerinden, özümüzden, insanlığımızdan kopan aydınlar ve yöneticiler eliyle bize kendimizi, değerlerimizi aşağılattılar. Dinimizi, inancımızı horladılar. Ruhumuzu, özümüzü inkâr etmeyi, başkalarını taklit etmeyi bize dayattılar.
Koskoca İslam coğrafyası, neredeyse bir yılgınlık, bir bedbinlik, bir karamsarlık cenderesi altındaydı. Çoğu yerde tepki hareketleri boy saldı. Problemin kaynağı tam görülemiyor, sadece baştaki yöneticiler, dış güçler hedef gösteriliyordu.
Aslında problem insandaydı, Müslüman'daydı. Müslümanlık vardı ama Müslüman'ın ahlakı, temsil gücü ortada yoktu. Dünya doğru okunamıyor, özeleştiri yapılamıyordu. Tepki hareketleri, cinnet boyutlarına varıyor, terör İslâm'la bir tutuluyor, zalimlere tam da istedikleri koz veriliyordu. Dinin özü bir kenarda duruyor, imanın kıymeti ve gücü unutuluyor, şekil öne çıkıyor, dinin furuâtı, bazen usulün yerine konuluyordu. Dinî özgürlükleri boğmak isteyenlere, kavga çıkarmak için bahane arayanlara, anlamadan, dinlemeden fırsat veriliyordu. Bu ise provokatörler için en elverişli zeminin hazırlanması demekti. Gerilim ve çatışma ortamının sürekliliği demekti. Tansiyonu düşürmek için çırpınanlar ise "pasiflikle, devletin adamı olmakla, durmadan taviz vermekle" itham olunuyordu. Hele insanı bir kenara bırakıp, çözümü sadece siyasette arayanlar, dine hizmet etme düşüncesiyle dine en büyük zararı veriyordu.
Hâlbuki insanı ve çağı doğru okumadan, güç dengelerini hesaba katmadan atılacak her adım, özgürlüklerin biraz daha kısıtlanması demekti.
Geriye tek bir yol kalıyordu. Özümüze, kendi değerlerimize sahip çıkma, yeniden dirilme ve bunu yaparken de lafın değil, temsilin gücüne sarılma... Bunun için de demokrasiye sahip çıkma... Gönüllere ulaşma, gönüllere girme, evrensel insani değerlerde buluşma adına; demokrasinin, hele hele merhamet, adalet, insan sevgisi, şefkat ve istişare ile taçlanacak demokrasinin, nasıl bir nimet olduğunu kabul etme...
Kendimizi anlatma, ifade etme, çatışma ve gerilimlerin önüne geçme adına da diyalog, hoşgörü ve uzlaşma yolunu seçme... Böylece sertlik isteyenlerin, kavga isteyenlerin oyunlarını bozarak, demokratikleşmenin önündeki engelleri kaldırma... Sadece kendimize Müslüman, sadece kendimize demokrat olma yanlışından kurtularak, herkesin konumuna saygılı kalma ve paylaşmayı savunabilme...
Bunu başarabilir miyiz, evet başarabiliriz. Denemeye değer mi, evet değer. Deniyor muyuz, evet deniyoruz.
Bugün, örneği kendinden bir gönüllüler hareketi var. Dünyanın 130 ülkesinde test edildi ve onaylandı. Sevgiyle, hoşgörüyle uzatılan el; dinleri, renkleri, inançları, fikirleri farklı insanlar tarafından aynı sıcaklıkla tutuluyor. Hem de o elin kime, kimlere ait olduğu bilinerek.
Esintileri duyulan bir bahar geliyorsa; sabırla, hoşgörüyle, polemiğe, kavgaya girmeden, sövene dilsiz, dövene elsiz kalarak yürümeye devam...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.