MHP'nin ve Kürtlerin şerefi (II)
Dün, Muşlu ülkücü-Kürt'ün karşı karşıya kaldığı ikilemi anlatmıştım. Hadise 12 Eylül'ün Mamak Askerî Cezaevi'nde geçiyordu. Başka dil bilmeyen annesi ile Kürtçe konuştuğu için annesinin gözü önünde dayak yemiş ve görüş yasağı cezası almıştı. Bu ülkücü-Kürt, 12 Eylül'ün meşhur davalarından "MHP ve Ülkücü Kuruluşlar Davası"nın önemli sanıklarından biriydi.
Bu hadise Mamak'ta ülkücüler arasında büyük üzüntüye yol açmış ve "son ülkücü" kahredici ikilemi önüne koyarak, gerçekte 12 Eylül askerî yönetimini yargılamıştı. Ona göre Kürt-ülkücünün karşılaştığı ikilem "şerefsiz" veya "hain" olmak ikilemi idi. Muşlu arkadaşımız Abdussamet Karakuş'un (dün beni arayıp ismini verebileceğini söyledi) bu ikilem karşısında "son ülkücü"ye gönderdiği cevap ise aynen şöyle: "Ağabeyime söyleyin, ben şerefsiz biri değilim."
12 Eylül'ün "MHP ve Ülkücü Kuruluşlar Davası" sanıklarından biri de bendim. Bu yüzden Devlet Bahçeli'nin grup konuşmasında "Özellikle gittikleri yerin bir türlü yenisi olamayıp, terk ettikleri hareketimizin "eski MHP'li" kontenjanından köşe tutmuş olanların işi gücü bırakıp Milliyetçi Hareket Partisi'nin siyasetini sorgulamaya çalışmaları dikkat çekicidir." sözünün muhatabı da galiba ben oluyorum. Yalnız bizler gençliğimizde hiç "partili" olmadık, bugün de herhangi bir parti kimliği ile dolaşmaktan ar ederiz. "MHP siyaseti"nin "sorgulanmamak" gibi bir ayrıcalığı da yok. Sorgulanamayacak tek şey, benim sorgulama hakkım. Eğer vatandaşın karşısına oy almak için çıkıyorsanız her türlü sorgulamaya açık olacaksınız. Üstelik benim niyetim bağcıyı dövmek, yani polemik yapmak değil. Türkiye önemli bir dönemece yaklaşıyor. Hepimiz bu ülkeye ve gelecek nesillere karşı sorumluluk taşıyoruz.
Bugün MHP'nin bir Kürt politikası yok. MHP liderinin "Kürt politikası" başlığı altına yerleştirilecek bir görüşü de yok. Meseleye salt bir terör veya güvenlik sorunu olarak yaklaşırsanız ve başınızı komplolardan oluşan kumun içine sokarsanız olması da mümkün değil. Tıpkı MHP davası sanığı Abdussamet'in, annesiyle Kürtçe konuştuğu için yediği dayak gibi, Kürtler özellikle 1980'den sonra dillerinden dolayı aşağılandılar. Diyarbakır 5 No'lu Askerî Cezaevi'nde çok daha kötü hadiseler yaşandı. 1983 yılında Askerî Dikta'nın giderayak getirdiği Kürtçe konuşma yasağı, "ihanet" ve "şerefsizlik" ikilemini keskinleştirdi. MHP'nin askerler tarafından nobranca büyütülen ve içinden çıkılmaz hale getirilen bu sorunun, her şeyden önce insanî bir sorun olduğunu görmesi lâzım.
Bu sorunu MHP yaratmadı; ama çözecek olan o. Türkiye'de MHP'li olmak biraz da devlette hisse sahibi olmak demektir. Bu yüzden "devlet politikası" deyince akan sular durur. Ancak bugün ortada bir "devlet politikası" yok. MHP liderinin kılı kırk yararak sorguladığı Cumhurbaşkanı'nın umut veren açılımları bir devlet politikası değil bir arayıştan ibaret. Bu iyi niyetli ve yapıcı arayışın Türkiye için bir fırsata dönüşmesi, özellikle MHP'nin katkılarına bağlı.
Öbür taraftan Kürt sorunu bir siyasî parti olarak MHP'nin varlık sebeplerinden biri. MHP'nin "ana Türk damarı"nın güçlü olduğu Orta Anadolu'da gerilemesi; buna mukabil Kürt göçü alan Batı illerinde gelişme kaydetmesinin derin siyasî anlamları var. Ancak MHP liderinin bu soruna bir istismar konusu olarak yaklaşmayacağından adım gibi eminim. Benim MHP siyasetini sorgulamamın sebebi de bu: Türkiye'nin Kürt sorununu MHP çözer. MHP'nin "evet" demediği bir çözümün gerçekleşme şansı yoktur.
Evet, MHP'nin "devletin unsur-ı aslîsi olmak" duygusunu taşımak hasebiyle Türkiye'de şerefli bir mevkii var. "Şerefli MHP"nin, şimdi Kürt sorununu şerefli biçimde çözmesi gerekiyor. Öyle ki Türkiye'de yaşayan hiç kimsede bir şeref noksanlığı kalmasın.
MHP'nin bugün karşılaştığı ikilem ise tarihî bir ikilem. Milletçilik aynı zamanda tarih bilincidir. Bu bilinçle, Kürt sorununun temelindeki Kürtçe sorununa bakarak MHP liderine soralım: Siz Karaman beyi misiniz? Yoksa Oğuz-Karahan neslinden Ertuğrul Gazi oğlu Osman Bey mi?