Merve Kavakçı İslam

Merve Kavakçı İslam

Parçalar yerli yerine düşsün

Parçalar yerli yerine düşsün

Şer gibi görünenlerde hayır, bazen de hayır gibi görünenlerde şer vardır mutlaka. Tanık olduğumuz türban tartışmaları ülkemize vakit kaybettiriyor kaybettirmesine de, bir o kadar da tabuları gözümüze sokuyor.
Tartışmaya açıyor, sonra da kimini yıkıyor, kiminin de savunucularının maskelerini düşürüyor. Takke düştü kel göründü misali. Kur'an-ı Azim-üş Şan binbir dereden getirilen sulara pek çok örnek verir. “Ama şöyle değil de böyle olsaydı, bir de şu olsaydı...” diye başlayan cümleleri kuranlarla ilgili.
Benim son günlerdeki tartışmalarda en memnuniyet verici bulduğum, İslâm'a bakışlarının tartışmaya açılmış olması. Yanlış anlaşılmasın, abuk subuk ipe sapa gelmez "binbir dereden getirilen suları" duyup dinledikçe tepe saçlarımın çekildiğini hissediyorum. Ama bir o kadar da seviniyorum. Seviniyorum çünkü dinimizle ve emirleriyle ilgili düşündüklerini ilk defa öğreniyoruz. Din onlar için "kutsal" damgasıyla duvara yapıştırılmış bir eskiye aidiyetliği temsil ediyor. Söylemler buram buram kıymetlilik arkasına sinsice saklanmış bir "kurtulmuşluk" kokuyor. “Dinin siyasete alet edilmesi”ymiş karşı oldukları (!) Dinin rafa kaldırılıp bir köşeye atılması oluyormuş da, dinin en temel vecibelerinden birinin dileyenlerce, evet "dileyenlerce" uygulanması onlara dert oluyormuş! Bir kadın bağırıyor: "Hemcinslerimizi dinin siyasete alet edilmesinde kullandırmayız!" Laik kadınlar ya! Biz zavallı başörtülüleri de koruma sorumluluğunu taşımaktalar. Bizim kafamız pek çalışmaz ya (!) Onların korumasına muhtaç olduğumuz muhakkak (!) "Bize kim verdi bu görevi/hakkı?" diye soran olsa şu sözlerin satır aralarında bulacak belki de cevabını: "Bizim istemediğimiz bir şeyin Türkiye'de olması mümkün değil!"
Belli ki sadece İslâm değil, demokrasi de tartışmaya açık bu ülkede. Tek taraflı bir tartışma bu elbette. İstemedikleri bir şeyin olmasının mümkün olmadığını söyleyen "Biz" kim?
Muhatabı da sokaktaki adam değil, başbakan. Belli ki başbakan da olsa, onu ötekileştirmekten vazgeçilememiş. Daha da ötesi, demokrasi azınlıkçı çoğulculuk haline getirilmiş. "Hep bana, sadece bana" sisteminde Menderes de hatırlatılır, 28 Şubat da. Şimdilik birincisiyle yetinmişler, zira ikincisinin direkt sonucu olarak karşılarında dimdik durmaktadır muhatapları. "İdamı göze alan, yeni anayasa yapar" uyarısı hangi demokratik değerin aba altından sopa göstermesine dönüşümüdür izah edemezler. Ne İslâm'a ne de demokrasiye yaklaşımları gerçeklik içerir.
“Kur'an da neymiş” demezler "amma" ortaçağ karanlığından söz etmekten de geri kalmazlar. Biraz daha kafası çalışanları “İslâm'da örtünme yok” diye kendini parçalar. Şeytani olduğu kadar da safça bir yaklaşımdır bu. Sanki onların söylediğiyle açacak kadınlar başlarını...
"Hay Allah! Yanlış bilmişiz, meğer örtünme yokmuş!" diyecekler...
Meseleye yaklaşımlarının en tutarsız tarafıysa "İslâmlarıyla" demokrasileri arasında yaşadıkları sıkışmışlıktan kaynaklanır.
“Biz başörtüsüne karşı değiliz, türbana karşıyız” derler ya. “Haydi size başörtüsü” diyen Hükümeti yine de protesto ederler. Aslında maksat başkadır. Topyekun savaş! Dayatanlardır. Dayatılana bürünürler. O denli dayatmacıdırlar ki onların yolundan çıkmanın tahayyülü bile imkansız olduğundan adeta çıldırırlar. Varlık yoktur çünkü, dayatmacılıklarının ekseni dışında. Tek varlık tecrübeleri de bu dayatmacılık özelliği üzerine kurulduğundan, yine ona göreceli tanımlarlar yeni konumlarını: Dayatıldık!
Kokoş yaşlı kadın, kulakları tırmalar tiz sesiyle çığrınır, saçının üçte ikisini örten tavşan kulağıyla: "Bakın bana! Benim gibi örtsünler! İşte bu başörtüsü! Benim gibi" dayatması son bulmadıkça bu milletin daha çok çekeceği var.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Merve Kavakçı İslam Arşivi