Dalak değil, mide... Ya da Arsan... Yersen!
O zamanlar henüz “dönmemiş”ti ve Kanal 7 televizyonunda “Haber Saati”ni sunuyordu... İşin doğrusu, “son derece başarılı”ydı!.. “Vücut dili”ni çok iyi kullanıyordu... İşte bu yüzden; “Ülker’siz çay saati, Ahmet Hakan’sız Haber Saati düşünülemez” başlıklı bir yazı bile yazmıştım... Ancak, daha sonraki günlerde bir “numara”sına şahit oldum... Akit’te yayınlanan bir haberi, her ne hikmetse görmezden gelen Ahmet Hakan, aynı haberi; “aynı başlık ve aynı muhteva” ile iktibas eden o zamanki Günaydın gazetesini ekrana taşımış ve yaptıkları haberin bir “gazetecilik başarısı” olduğunu filan söylemişti...
Oysa; Günaydın’daki meslektaşlarımız, o haberi bizden istemiş, haberin muhtevasını bizzat ben fakslamıştım kendilerine... Onlar da; Akit’in “manşetten” verdiği haberi, “tam 3 gün sonra” 3-4 sütuna yayınlamışlardı!..
Ama dedim ya;
Ahmet Hakan, “Akit’in haberi”ni görmeyip, “Günaydın’ın haberi”ni taşımıştı ekranlara...
İşte o zaman, “Haber Saati”nden hareketle şöyle yazmıştım:
“Evet, Ahmet Hakan’sız Haber Saati düşünülemez!.. Ama, Ahmet Hakan da, saatini sık sık ayarlamalı!.. Çünkü, gündemi 3 gün geriden takip ediyor!”
O KAZA VE DEDİKODULAR!
Tabiî, bu satırlar bir “öfke” veya “sitem” ifadesi değil, “dost uyarısı” idi...
Ne yalan söyleyeyim;
Ahmet Hakan’ın, “Akit’e ve Müslüman kimlikli insanlar”a yönelik, “horlayıcı ve yok sayıcı” tavırlarının, “bilinçli” olarak değil, “sehven” olduğunu zannediyordum...
Dolayısıyla, ona “Bizim Mahalle’nin çocuğu” olarak bakmaya devam ettim... Hatta “kaza” geçirdiklerinde, “geçmiş olsun” yazısı bile yazdım.
Dahası; bu “kaza”nın “çakma bir kaza” ve “maksatlı” yapıldığını, amacın “Ahmet Hakan’ın askere gitmesini önlemek” olduğunu söyleyenlere bile kulaklarımı tıkadım!..
Çünkü; 28 Aralık’taki “kaza” haberi, 30 Aralık 1997 tarihli gazetelere şöyle yansımıştı:
“Kanal 7 televizyonu Haber Koordinatörü Ahmet Hakan Coşkun ile Genel Yayın Müdürü Mustafa Çelik, Bandırma'da kaza geçirdiler.
Kazada Coşkun ile Çelik yaralandı.
Ağır yaralı olarak Bandırma Devlet Hastanesi’ne kaldırılan Coşkun'un dalağı ameliyatla alındı. Bandırma'daki ilk müdahalelerden sonra Coşkun ile Çelik, helikopterle İstanbul'a gönderildi.”
Haberden de anlaşılacağı üzre; ortada “şüphe edici bir durum” yoktu...
Öyle ya; adam “kaza” geçirmişti işte!..
“Dalağı” da gerçekten alınmıştı!..
“Söylenti”lere kulaklarımı tıkamaya devam ettim... Hem de; “dalak ameliyatı”nı, şu anda “Ergenekon zanlısı” olarak aranan Dr. Turhan Çömez’in yaptığını bile bile!.. Çünkü, o zamanlar Turhan Çömez’in “kokusu” henüz çıkmamış, “Ergenekon Terör Örgütü ile bağlantıları” henüz deşifre edilmemişti!..
Birçok okurum, “dalak mevzusu”nu yazmamı istemesine rağmen, o konuya hiç girmemiştim.
Hem yazsam ne değişirdi ki?..
Nihayetinde “dalaksız”dı!..
“Dalaksız” birinin de “askerlik” yapması mümkün değildi!.. “Askeriye” böyle diyordu!..
O halde, yazmanın anlamı yoktu!..
MİDE AMELİYATI TEMMUZ 1996’DA
Uzatmayalım; kendisini eleştirdiğim yazılarda; bir-iki defa “dalağından başlatma” dedimse de, “dalak ve askerlik” mevzusunun detaylarına girmedim!..
Ama şunu da söyleyeyim:
Bu konu, beynimin bir kenarında “kıymık” olarak kaldı ve beni sürekli rahatsız etti.
Hep, “acaba”larla geçti günler!..
Derken, kulağıma “bazı iddialar” gelmeye başladı... İddialara göre; Ahmet Hakan Coşkun, “dalağını aldırdığı” için değil, “o kazadan çok daha önce” geçirdiği bir ameliyatla “midesini kestirdiği” için “çürük” raporu almış, o raporla da “askerlikten yırtmış”tı!..
O kadarını ben de hatırlıyordum...
Çünkü; geçirdiği “mide ameliyatı”ndan dolayı, bu köşede 25 Temmuz 1996’da bir “geçmiş olsun” yazısı bile yazmıştım.
Bunu hatırlamama rağmen, bir “Genelkurmay daveti”ne katıldığında, “akredite çürük” başlıklı bir yazı yazmayı bile düşündüm fakat sonra vazgeçtim!..
Öyle ya;
“Alan razı, satan razı”ydı!..
Genelkurmay; “askerlikten yırtmak için çürük raporu alan” birini “akredite” ilân ettiğine göre; ben niye dert ediniyordum ki!..
Ama dedim ya; beynimin kenarındaki “kıymık” batmaya devam etti...
En sonunda, arkadaşlara rica ettim;
“Şu konuyu bir araştırın!”
Ankara Temsilcimiz Yener Dönmez, konuyu araştırıp, bugünkü “sürmanşet”imizde yer alan haberi hazırladı...
Haberden de göreceğiniz gibi; Ahmet Hakan’ın “ameliyat” edildiği Fatih’teki bir hastanenin başhekimi olan Dr. İbrahim Akpınar diyordu ki;
“Ahmet Hakan’ın ameliyatını benim yapmamı istediler... Ben de ‘Dosyasına bir bakayım’ dedim. Dosyasını getirmek istemediler. Tartıştık. Hatta o tartışmadan sonra benim patronlarla ilişkilerim bozuldu ve bu benim başhekimlikten uzaklaştırılmama kadar gitti. Ben kuşkulanmıştım dosyayı bana getirmemelerinden. Onlar da benim kuşkulandığımı anladıkları için bana ameliyat ettirmediler. Malatyalı, kısa boylu bir askeri doktora ameliyat ettirdiler. Ben bu ameliyatın şaibeli olduğu kanaatindeyim. Ve sözümün daima arkasındayım.”
O DOKTOR, ŞERAFETTİN ÖZER Mİ?
Bunları söyleyen Dr. İbrahim Akpınar; ameliyatı yapan kişinin, “kısa boylu ve askeri bir kişi” olduğunu söylüyor, ancak “o kişinin adını şu anda hatırlayamadığını” ifade ediyordu!..
Acaba kimdi o askeri doktor?..
O an, “Adnan Bulut’un yazısı” geldi aklıma...
Öyle ya; Adnan Bulut; 3 Mayıs 2007 tarihinde Kanaltürk adlı internet sitesinde “Naylon Ahmet askerlik yaptı mı?” başlıklı yazısında şunları söylemişti:
“... Her neyse Naylon Ahmet. Bir süredir sana askerliğinle ilgili birtakım sorular sordum, anımsatmalarda bulundum. Sen hiç oralı bile olmadın. Meğerse senin müthiş bir askerlik korkun varmış.
Askerlik yapmadığın gündeme gelince betin benzin atarmış. Şimdi seni biraz üzecek birtakım bilgi ve belgeleri saygın okurlarımızla paylaşmak istiyorum.
Ne oldu, ter boşandı senden galiba. Sakin ol, rahat ol. Hem benim yayınladığım belgelerden sonra belki silah altına alınırsın, şanlı Türk Silahlı Kuvvetleri'mizin üniformasını sırtına geçirir, biraz olsun saygınlık kazanırsın. Şu halinde saygınlıktan eser yok çünkü.”
(....)
“... Hastanesi'nde bir dönem Dr. Şerafettin Özer de Başhekimlik yapmış. Dr. Şerafettin Özer'i araştırınca bir de ne göreyim; Kasımpaşa Deniz Hastanesi Başhekimi'nin de adı Şerafettin Özer'miş, iyi mi?!?.. Tabip Albay Şerafettin Özer'le seni ameliyat eden Şerafettin Özer meğer aynı kişiymiş!.. Şaşırtıcı değil mi?
Ne ilginç bir tesadüf değil mi?
Ahmet Hakan'ın askere gitmemek için "elverişli değildir" raporu aldığı yeri tahmin etmek zor değil.
Tabii ki Kasımpaşa Askeri Deniz Hastanesi.
Haa, Naylon Ahmet!
Bu rapor işleri organize edilip sen askerlik yapmaktan kurtulduktan sonra, ne oldu da Tabip Albay Şerafettin Özer'den çok şiddetli bir azar işittin, niye aranız bozuldu?”
Yazılanlardan ve söylenenlerden de anlaşılıyordu ki;
“İddia”lar ve “bilinen”ler yanlıştı... Ahmet Hakan; “kazadan sonra alınan dalağı”ndan dolayı değil, “midesini kestirdiği” için askerlikten yırtmış!..
İyi de; bu “mide kestirme” nasıl bir şeydir?..
Mide kestirmek “askerliğe engel” midir?.. Orasını bilemiyorum... Ama bildiğim şu ki; Tabip Albay Şerafettin Özer; hem “doktor”dur, hem “asker”dir!.. Yani, “işin erbabı”dır!.. Midenin ne kadarının kesileceğini, “çürük” raporunun nasıl alınacağını elbette gayet iyi bilir!
Bilir ki, ameliyatı o yapmış!..
Arkadaşlarımız, dün Dr. Şerafettin Özer’e ulaşmaya çalıştılar ama başaramadılar...
Öyle umuyorum ki; onun da “söyleyecekleri” vardır!
Hele de; Ahmet Hakan Coşkun’un, “kendisini yok sayması ve çeşitli ortamlarda tanımazlıktan gelmesi”nden sonra!..
Bakalım, bu işin sonu nereye varacak!..
Bana öyle geliyor ki;
Ahmet Hakan’ın iyice suyu çıkmış olmalı ki; Ertuğrul Özkök, bu “hergele”yi klonlayıp, şimdi de onu “Ahmet Arsan”laştırmaya çalışıyor!..
Ama, milletin gözü açıldı artık!..
Bu “numara”ları yemiyor!..
Hele de; “dalak” değil, “mide” numaralarıyla “askerlikten yırttığı” da ortaya çıkınca, hiç yemez!..
Durum budur, yorum sizindir ey okur!..
Biraz da tıbbî malûmat!..
Dalak, karnın sol üst yanında, mide ile diyafram arasında yer alan, süngerimsi yapıda, damarsal lenfoid organdır.
Ömrünü doldurmuş kırmızı kan hücrelerini ortadan kaldırarak, içlerindeki demiri yeniden kullanıma verir.
Görevlerinin birçoğunu, aslında başka organlar da görmektedir.
Eskiden, dalağın melankolinin kaynağı olduğuna inanılırdı. Ama böyle olmadığı anlaşıldı.
Kediler, köpekler ve diğer memelilerde dalak, kırmızı kan hücrelerini depolar. Büyük enerji gerektiren durumlarda, büyük kanamalarda dalak kasılarak dolaşım sistemine bol miktarda kan verir. İnsanlarda da dalağın bu görevi yaptığı yıllarca söylenmiş olmasına rağmen bugün bunun gerçek olmadığı bilinmektedir.
İyi hoş da;
“İnsanın dalağı alınınca ona niye askerlik yaptırılmaz?” işte bunu hâlâ anlayabilmiş değilim!..