Medeniyetimizin Sessiz Tanıkları
İstanbul hayatla ölümü, maziyle geleceği, dünya ile ahireti iç içe geçirmeyi başarmış bir şehir. Özellikle İstanbul. Hayatla ölüm. Birbirine bir o kadar zıt.
Ve fakat bir o kadar da birbirini bütünleyici. Ve hiç şüphesiz insanı tamamlayıcı. Doğmadan varolunmadığı gibi ölmeden de varolunmuyor. Nereden geldiysek oraya dönmemizin yolculuğu da bu zaten. Bir varoluş yolculuğu. Hepsi hesaplı, planlı. Kendimizce zannedilmesin. Kendince değil. Sevsen de sevmesen de, beğensen de beğenmesen de, boyun eğsen de eğmesen de Kadir-i Mutlak O’nun eseri olarak. Kimi O’na karşı savaşır, didinir durur yine O’na koşa koşa gider. Kimi “O” der başka bir şey demez, yine O’na gönlünce uçar. İyisi mi bırak sen mücadeleyi, ey boyun ve Yol’a gel diyesin gelir kimine ama bilirsin olmayacak, bir şey düğümleniverir genzine. Hayat ve ölüm. Daha doğrusu, yani demek istediğimiz aslında, dünya ve ahiret hayatı. Yani varoluş. Ebediyen varoluş. Galu beladan sonra hep varoluş. Öyle veya böyle varoluş. Dünyada ve ahirette Cennet’i yaşayarak da veya birinde veya ikisinde de Cehennem’i yaşayarak varoluş. Ebediyen.
İşte İstanbul bu iki hayatı utanmadan sıkılmadan, göğsünü gere gere bir arada yaşatabilen ender şehirlerden. Modern şehir tahayyülünde yokolmaklığa mahkum edilmiş bir ahiret hayatı, adeta varlığı sorgulanırcasına dışlanır, mevtalar gözlerden ırak yerlere sanki postalanırken Osmanlı şehri İstanbul onları tereddütsüz bağrına basar. Bu ülkede köklerinden uzaklaşmış, hayatın ahiret bölümünü reddedişleri zır cahillikleriyle hemhal olmuş olanlar vardır da cür’etkar pervasızlıklarıyla “Herkes ölümü tadacaktır”ın ilanına tepki koyarlar.
Neymiş? İnsanlar korkuyormuş. Neden hatırlatılsın’mış. Adı geçen cümlenin Vahy’in parçası olduğunu bilmeyecek kadar hayattan, evet hayatın ta kendisinden kopmuş olanlara bir cevaptır sanki İstanbul’un mübarek kabirleri. Evet her canlı, kaçış olmaksızın zamanı geldiğinde ölüm nedir anlayacak, diğer dünyaya geçiş yapacaktır da bunu haykırır “Medeniyetimizin Sessiz Tanıkları.” Nidayi Sevim beyin kaleminden çıkan bu eser (Abide Yayınları) İstanbulumuzun tarihi kabirlerinin dünyasına bir pencere açar bizler için.
Habibullah’ın dostu Eyyub-el Ensari’den sanatkar Zekai Dede Efendi’ye, uzay bilimci Ali Kuşçu’dan ressam Hüseyin Avni Lifij’e kadar birçok önemli şahsiyetin hayatlarını, yaşadıkları topluma katkılarını, ibretlik tecrübelerini kabirlerini tasvir ederek anlatıyor bizlere Sayın Sevim. Bir nevi kabir taşlarını konuşturarak. Ne tarihler, ne entrikalar, ne nimetler ve facialar gizlidir o kabir taşlarında... Onları paylaşıyor okurla. Ve elbette her birinin üzerine kazınmış o İlahi gerçeği: Her birimizin eninde ve sonunda eşitleneceği. Başlangıç ve bitişin sıfırlanacağı, geldiğimiz yere döneceğimiz gerçeğini.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.