Eşek deyince aklıma geldi
Bugün, 27 Mayıs kanlı darbenin yıldönümü. Üzerinden tam 49 yıl geçti. Hatıralarımızda ‘utanç sayfası’ olarak yer alıyor. Ne hazindir ki, 12 Eylül’e kadar ‘resmi bayram’ olarak kutladık. Tansel Çölaşan gibi hala ‘bayram rüyası’ görenler bile var.
O döneme ait sayısız kitaplar yazıldı, makaleler döşendi, hatıralar yayınlandı. O güne ait özel notlara tekrar bakınca, Türkiye’nin nasıl adım adım darbenin eşiğine getirildiğini görüyorsunuz. Ama o yaşananlardan ders almayı beceremedik, 12 Mart’ı, 12 Eylül’ü, 28 Şubat’ı yaşadık.
Şimdi Ergenekon sürecinde darbe senaryolarıyla canhıraş boğuşuyoruz.
27 Mayıs’la Ergenekon arasında ip çekip son 50 yılla yüzleşirsek eğer, küçük bir ayrıntının yarım asırlık çalkantılı süreci şifrelediğini söyleyebiliriz.
İlgilileri hemen hatırlayacaktır; 1960 ihtilalini pişiren eylemlerden biri 21 Mayıs Harbiyeliler yürüyüşüdür.
Şimdi Ergenekon sanığı olan emekli Orgeneral Şener Eruygur, o tarihte Kara Harp Okulu son sınıf öğrencisiydi. Ergenekon şüphelisi emekli Orgeneral Tuncer Kılınç da Eruygur’un dönem arkadaşıydı. Açıklamaları ve faaliyetleriyle tartışma konusu olan Altay Tokat, Çetin Doğan gibi birçok ünlü general aynı dönemde okudular.
Ergenekon sanığı Hurşit Tolon, Kara Harp Okulu’nu 1962’de bitirdi. O zaman harp okulu 2 yıllıktı. İhtilalden hemen sonra harp okuluna girenler arasındadır. Bazen karıştırılır, Çevik Bir, harp okulundan 1958 mezunudur.
Anlıyoruz ki, 27 Mayıs dönemi ve öncesinde ‘ihtilal enstrümanı’ olarak kullanılan kimi Harbiyeliler, hep o hayalle yaşamışlar. Bu durum, sadece Harbiyeliler değil demokratik gelişimimiz açısından da travma yaratmıştır.
Maalesef, sivil otoriteye karşı itaatsizliğin ve isyan ruhunun prim yaptığını yaşayan harp okullarındaki öğrencilerin çoğu, kendilerini ihtilal lideri veya en kötü senaryoya göre cumhurbaşkanı olarak görmüştür.
Aynı darbeci kültürden beslenen ve aynı ruhu taşıyan komutanların harp okullarında öğrencilere ‘sizler seçilmiş insanlarsınız, bu sivillerin kafası çalışmaz, şu anda aranızda bir cumhurbaşkanı oturuyor’ türünden gaz vermesi ise cabasıdır.
Biraz daha geriye gidersek, Harbiyelileri bozan sürecin, 1876 yılında Sultan Abdülaziz’in Hüseyin Avni Paşa liderliğindeki 63 kişilik çete tarafından tahttan indirildiği kanlı eyleme kadar uzandığı ortaya çıkar.
O darbede ilk kez eylemin gerekçesi ‘millet istemiyor’ tezine dayandırılmış, üniversite öğrencileri harçlık dağıtılarak sokaklara dökülmüş, yine ilk kez Harbiyeliler (300 civarında) darbe senaryosunun parçası haline getirilmişti.
O nedenle, 1876’dan 1960’a, oradan günümüze kadar uzanan ve aynı kökten beslenen darbe kültürünün bertaraf edilmesi, demokratik kurumlarımızın güçlendirilmesinde kimi ‘Harbiyeli Eğitimi’, ‘Haydi Kızlar Okula’ kampanyası kadar önemlidir.
Söz meclisten dışarı; kimse cahil kalmasın, ama cehaleti yenerken eşeklik de baki kalmasın, Bekir Coşkun’un kulakları çınlasın.
Şener’e ayıp ettiler
Bekleyiş biraz sancılı ve uzun oldu ama nihayetinde Abdüllatif Şener yeni partisini kurdu. İsim de amblem de pek tanıdık.
İsmi, 1961 ve 2002’de iki kez kurulan Yeni Türkiye Partisi’ni çağrıştırıyor. Mavi zemin üzerinde tokalaşan iki el şeklinde formüle edilen amblemi, dünyaca ünlü Nokia’nın Connecting People logosunu hatırlatıyor.
Umarım halkımıza umut olur. Malum, Ergenekon tipi gayri meşru yapılanmaların beslendiği kaynaklardan biri, siyasetteki alternatifsizliktir. Siyasette umudun tükenişi, yeraltına inişi hızlandırır.
Şener, AK Parti’yi rejim için tehdit gören, buna mukabil CHP ve MHP’den umudunu kesen, Cindoruklu DP’de heyecan bulamayanlar arasında kendine yeni bir mevzi edinebilir mi, göreceğiz.
Ama ilk tepkiler, Şener’i motive edecek volumde değil. Bu kesimin sözcülüğüne soyunan ve Şener’e gaz veren gazetelerin sayfalarına bakınca, bu tespit yabana atılamaz.
Mesela; Şener’in parti haberi, Vatan Gazetesi’nde Blair’in yasak aşkı veya Hülya Avşar’ın ayrılık iddiası kadar hacim kaplamadı. Hürriyet, tek sütun, minnacık vermişti yeni parti haberini. Radikal, birinci sayfasına bile taşımamış, neredeyse yok saymış. En hatırı sayılır yeri, Milliyet ayırmış.
Oysa, bir zamanlar ne de kıymetliydi Abdüllatif ağabey. Gül’ün yerine cumhurbaşkanı adayıydı, AK Parti kapatılırsa başbakanlığın bir numaralı ismiydi, uzlaşmacıydı, askerle sorunu yoktu, üstelik şarabın tadını bilmese bile ruhunu iyi anlardı.
Verdiler coşkuyu, verdiler coşkuyu...
Şimdi, dımdızlak bıraktılar ortada. E tabi eskiden AK Parti’yi bölendi, mevcut durumda Cindoruklu projenin önünde engel. Ama tümüyle dışlandığı söylenemez.
Geleceğe dair yeni rol biçebilirler. Bunu tahmin etmek hepimiz için çok da güç olmasa gerek. ‘Bölen’ olduğuna göre, Cindoruk’ta vücut bulan Baba çatının altına davet edilerek güç birliği oluşturması istenebilir. Ya Cindoruk’a tabi olur, ya da kuşlara yem...
Şimdiden ‘Ondan lider olmaz’ diye yazmaya başladılar bile. Daha dün o cüsseye Cumhurbaşkanlığı frakı biçiyorlardı, şimdi patates çuvalı kesilen telis kadar değer bile vermiyorlar.
Ayıp, çok ayıp!