O mayınlı araziye bir de biz girelim!
Atalarımız; “Bin düşün, bir söyle” demişler... Ve ayrıca; “Biliyorsan konuş ibret alsınlar, bilmiyorsan sus, adam sansınlar” demişler... Bunları demişler ki; “bilenler” konuşsun, ama “bilmeyenler” haddini bilip sussun!.. Ne var ki; son günlerde “bilen” de konuşuyor, “bilmeyen” de!.. Özellikle “mayın” konusunda, ortalıkta o kadar fikir, kanaat ve dedikodu dolaşıyor ki; hangisi “doğru”dur, hangisi “yönlendirme” amaçlıdır ve hangisi “yalan-yanlış”tır, ayırt etmek mümkün değil... Çünkü bütün bilgiler “gerçek” sosuna bandırılıp, öyle sunuluyor topluma... Peki, “gerçek” olan nedir?.. “Mayınlı arazileri temizleme işinin İsrail firmalarına verileceği” ve hatta “verildiği” iddiası mı, yoksa ortada böyle bir durumun olmadığı hususu mu?.. “Sormayı” ve “sorgulama”yı akledemeyip, “yönlendirici demeçler”in etkisinde kalanlar, “vatansevercilerin tuzağı”na düştüklerinin farkında değiller!.. Lütfen dikkat; “vatansever” demiyorum, “vatanseverci” diyorum... Çünkü vatansever, gerçekten “vatanı seven insan”dır!.. “Vatanseverci” ise, “vatanseverlik” kavramı üzerinden kendisine “rant” sağlayan, kısacası “vatanseverlik üzerinden geçinen” insandır!..
Ortalık, bu tür “vatanseverci”lerin yaydığı “kirli bilgiler”le doludur ve onlar “AK Parti’nin yumuşak karnı”na vurarak, tabanını kışkırtmaya çalışmaktadır!.. Bu politikayı yürütenler, aslında “İsrail’le can-ciğer kuzu sarması”dırlar!.. “İsrail’le kol kola”dırlar!.. İsrail’le “masa”da beraberdirler, “tasa”da beraberdirler, “kasa”da beraberdirler!..
ERDOĞAN’IN TARTIŞILAN O KONUŞMASI!
Ama “Hükümet’i vurmak” gerektiğinde, “İsrail”i kullanırlar!.. Tıpkı, “mayınlı arazileri temizleme” işinin İsrail’e yaptırılacağı ve “verimli arazilerin İsrail’e peşkeş çekileceği” palavrası ile halkı galeyana getirmek istemeleri gibi!..
Akıl var, mantık var...
“Gazze’deki soykırım”dan sonra Davos’ta İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Peres’i ağır sözlerle eleştiren ve bundan dolayı; “Eyvah!.. Türkiye, bu sert çıkışın bedelini çok ağır öder” eleştirilerine maruz kalan bir Tayyip Erdoğan, kalkar da İsrail’e ihale verir mi?..
Hele de, “alternatif” varsa!..
Biliyorum, şöyle diyenler çıkacaktır;
“Ama Erdoğan’ın sözleri ortada!”
Neymiş ortada olan sözler?..
Erdoğan, 23 Mayıs’taki Düzce İl Kongresi’nde yaptığı konuşmada özetle dedi ki;
“Bir yanlış varsa, gelin önerinizi söyleyin. ‘İstemezük’ demeyin. Türkiye için şu faydalı deyin. Maalesef bunu göstermediler, hep engellediler ve zaman kaybediyoruz. Suriye tarafı bunu yaptı, biz de yapalım istedik. Bunu yapmak suretiyle 210 bin dönüm organik tarım yapabileceğimiz alan kazanalım. Hemen yakıştırmalar başladı.
‘Siz burayı İsrail’e, Yahudilere peşkeş çekeceksiniz.’
Biz ülkemizin menfaatleri neyi gerektiriyorsa her şeyin tedbirini alırız. Bu ülkenin vatan toprakları üzerinde yatırım yapan küresel sermaye, ‘şu dinden bu dinden geldi’ diye ‘eyvah Türkiye elden gidiyor’ demek. Bu kadar kolay mı? Farklı etnik kimlikte olanlar ülkemizden kovuldu. Bu aslında faşizan bir yaklaşımın neticesiydi.
Bu hatalara zaman zaman biz de düştük. Ama aklıselimle düşününce, başımızı iki elimizin arasında aldığımızda, hakikaten ne yanlışlar yapmışız diyorsunuz. Bu iddiaların içinde bulunanların hepsi, görüşmeyin dedikleri ülkelerle anlaşmalar yaptılar geçmişte...
Bakarsınız ABD’ye buğz (nefret) eder, bakın geçmişte cemaziyelevvellerine bakın ‘Amerika’yla nasıl bir araya geliriz’ diye hep bunun gayreti içine girmişlerdir. İsrail’e taan eder, (kötülemek) bakın dosyalarına, İsrail’le ne tür anlaşmalar içinde olduklarını görürsünüz. Hele hele gelişen dünyada artık bu tür anlaşmaları, devletlerin birbiriyle yapmaması, görüşmemesi mümkün mü?”
Bu sözler dikkatle okunursa;
Burada, İsrail’e duyulan bir “heves” ve “arzu” değil, “özeleştiri” olduğu görülür!.. Bu sözler, “genel bir bakış açısı”nı yansıtıyor!..
MAYIN... BAĞRIMIZDA BİR HANÇER!
Burada eleştirilmesi gereken “Erdoğan’ın sözleri” değil; “70 milyonluk Türkiye’nin neden 5 milyonluk İsrail’e muhtaç olduğu” meselesidir!..
Öyle değil midir;
Kendisi “uçak, tank ve top” imal edemeyen, dışarıdan aldığı uçak, tank ve topların “modernizasyon”unu bile İsrail’e yaptırmak zorunda kalan 70 milyonluk Türkiye, işte şu anda İsrail’i tartışmaktadır;
“Suriye sınırındaki mayınları İsrail’e temizletmeli miyiz, temizletmemeli miyiz?.. Mayınları sökecek İsrail, mayın söktüğü topraklara çöreklenirse, onu nasıl söküp atacağız?.. Hadi mayın sökme işini İsrail’e verdik diyelim, peki o topraklardan İsrail’i nasıl söküp çıkaracağız?.. İsrail’i çıkarmak için de, yine yabancı bir ülkeye ihale mi vereceğiz?”
Bana sorarsanız;
Bugün bu konuyu tartışıyor olmamız bile “büyük bir ayıp” ve büyük bir “acziyet göstergesi”dir!..
Gerçekten utanmalıyız!..
Şu hâle bakın;
Suriye sınırındaki Hatay, Kilis, Şanlıurfa, Şırnak, Mardin ve Gaziantep’teki “215 bin dekar alan”da, “600 bini aşkın mayın” var ve bu mayınlar tam 53 yıldır, bağrımıza saplanmış bir “hançer” gibi duruyor toprağın altında!..
53 yıl önce gömmüşüz!..
Şimdi çıkaramıyoruz!..
Hiç olacak şey mi bu?..
ASKER, NİYE “BEN YOKUM” DEDİ?
Düşünebiliyor musunuz;
Mayın temizleme görevi, 4 Mart 1992’de Süleyman Demirel başbakanlığındaki DYP-SHP koalisyon hükümeti zamanında alınan Bakanlar Kurulu kararıyla Genelkurmay Başkanlığı’na verilmiş!.. 28 Şubat postmodern darbe sürecinde kebapçılara varıncaya kadar sözde irtica fişlemeleriyle uğraşılırken, Genelkurmay Başkanlığı, 9 yıllık beklemenin ardından ancak 2001’de mayın temizleme işiyle ilgili ofis kurmak için harekete geçmiş!.. 22 Ağustos 2001’de temizleme için Genelkurmay’da ofis kurulmuş!.. Ancak DSP-MHP-ANAP’ın oluşturduğu Anasol-M hükümeti, kaynak tahsis edemeyince, ne mayın temizleme uzmanı yetiştirilebilmiş, ne de gerekli olan teçhizat alınabilmiş!..
3 Kasım 2002 seçimleriyle AK Parti’nin iktidara gelmesinin ardından Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Anasol-M hükümetinin vermediği kaynağı, hem de “örtülü ödenekten” tahsis etmiş!..
Ya sonra?..
Uzun görüşme ve yazışmaların ardından, konu “yargı”ya intikal etmiş!.. Yargı süreci devam ederken, Genelkurmay; 24 Haziran 2008’de hükümete yazı yazıp, demiş ki;
“Mayın temizleme işini yapamayacağım!”
Sizin anlayacağınız;
4 Mart 1992’den 24 Haziran 2008’e kadar geçen “16 yıllık süre”de, hiçbir şey yapılmamış!..
Genelkurmay, “örtülü ödenek”ten verilen “para”yı da iade etmiş!.. Artık “ana para” olarak mı iade ettiler, “faizi ile birlikte” mi, orasını bilemiyorum!..
Bildiğim şu ki;
Bugün tartıştığımız “mayınları temizleme” işinin 16-17 yıllık bir geçmişi vardır!..
Eğer, o araziye “mayınları döşeyen” asker, kendisine “para ve imkân” verildiğinde “mayın temizleme” işine başlamış olsaydı; bugün ne İsrail’i tartışıyor olurduk, ne de “peşkeş” iddiasını!..
Bence yapılacak iş basit:
“Mayın temizleme” işini yapacak firma ile “temizlenecek toprakta ekim yapacak” firma veya kişiler birbirinden ayrılmalı, “asılsız dedikodular”ın önü kesilmelidir!..
Nedir konuşulan mevzu;
“Mayınları temizleme ihalesi İsrail’e verilecek!.. İsrail, temizlediği alanda 44 yıl boyunca tarım yapacak!.. 44 yıllığına Türk topraklarına çöreklenecek bir İsrail’i; tıpkı Filistin’e çöreklendiği gibi, oradan çıkarmak mümkün olmaz!.. İsrail, 216 kilometrekare genişliğindeki o topraklarda tarım da yapar, petrol de arar!”
Evet, konuşulan mevzu bu!..
Kafalardaki bu “soru”ları, bu “istifham”ları ve “endişe”leri yok etmenin tek yolu; “mayın temizleme” işi ile “toprağı işleme” işini ayrı ayrı firmalara vermek olacaktır!..
Öyle ya; “iyi mayın çıkaran” bir firma, “çok iyi domates üreten” bir firma olamaz!.. Olmak zorunda da değildir!..
Bir teklif daha:
Genelkurmay, madem ki “ben bu işi yapamam” dedi, o halde “en ucuza yapacak firma”ya verilmeli ve eğer mümkünse “yerli” olanı tercih edilmelidir!..
Ki, “vatansevercilik” üzerinden “rant” devşirmek isteyenlerin ellerine “koz” verilmesin!..
CEHALETİN BİNİ Bİ PARA!
Yoksa, gördünüz işte;
Bilen de konuşuyor, bilmeyen de!..
Bir de, “bilgi” sahibi olmadan “yazı ve demeç fışkırtanlar” var ki; “cehalet”in hangi boyutta olduğunu görüp, kahroluyor insan!..
Düşünebiliyor musunuz;
“Yüzölçümü 216 kilometrekare” olan mayınlı arazi için, “2 Kıbrıs büyüklüğünde bir arazi” diyen “Profesörler” bile oldu... Oysa, Kıbrıs Adası’nın tamamı “9 bin 250 kilometrekare” idi...
“Ufak at, civcivler de yesin” denildiğinde, “Kıbrıs’ın değil, KKTC topraklarının iki katı” diye kıvırmaya başladılar!.. Oysa KKTC’nin yüzölçümü 3 bin 355 kilomterekare idi!.. Yani, “mayınlı arazi”nin 15-16 katı büyüklükte bir toprak!..
İşte bu “önyargılı cahiller”e fırsat vermemek için; hem “gerçek” anlatılmalı, hem de “milli menfaatler”den taviz verilmeyeceği!..
Aksi halde; hem “İsrail’in kucağında” oturup, hem de İsrail aleyhtarlığı yapıyor görünenler”in yaygarası devam eder!..
Bilmem, meramımı anlatabildim mi?..
Dakka bir, gol iki!
“Madara olmak” dedikleri, böyle bir şey olsa gerek... Şu hâle bakın; “dakka bir, gol bir” misali, Abdüllatif Şener abimiz, daha ilk dakikada “2 gol birden” yedi...
“Türkiye Partisi”ni kurduğu gün demişti ki;
“Kuruluş günü olarak 25 Mayıs’ı seçtik, çünkü o gün Everest Dağı’na ilk Türk’ün çıktığı gündür!”
Oysa Nasuh Mahruki, bu “yanlış bilgi”yi düzeltiyor: “Zirveye 25 Mayıs’ta değil, 17 Mayıs’ta çıkmıştım!”
Al sana gol!.. Daha “santra” yapılmadan, “Türkiye”ye bir gol daha atılıyor: “Partinin amblemi aşırma!”
İddianın sahibi; AK Parti’nin Diyarbakır-Bağlar İlçe Başkanı Cevdet Kara... Cevdet Kara diyor ki; “O amblem bizim... AK Parti yerine Barış ve Güven Partisi adını uygun görmüş, 2001’de amblemini de çizip, Ankara’ya göndermiştik!.. O amblem, 30 Temmuz 2001 tarihli gazetelerde de yayınlanmıştı!..
Sonradan öğrendik ki; bizim gönderdiğimiz amblem üçüncü olmuş!..
Mevzu kapanmıştı ki; 8 yıl sonra bugün; Abdüllatif Bey, bizim amblemle çıktı karşımıza!.. O amblem bizimdir!.. O amblemi Abdüllatif Bey’in kullanması, hiç de etik değildir!”
Cevdet Kara, doğru söylüyor... Nasuh Mahruki doğru söylüyor... Peki, Abdüllatif Şener ne diyecek bu sözlere?..
“İlk dakkada 2 gol” de yenilmez ki birader!..