Baba’nın şapkasından fırladı 40 akıllı çıkaramıyor
Mayın tartışmasında muhalefetin iddialarıyla ilgili dikkatimi çeken 3 temel nokta var: 1- Mayın temizleme ve organik tarım işi İsrail’e peşkeş çekilecek. 2- O bölgedeki petrol, doğalgaz ve madenlerimiz İsrail’in eline geçecek. 3- Sınır güvenliği ortadan kalkacak.
Gerçekte durum nedir?
Milli Savunma Bakanlığı’nın verilerine göre; 877 km olan Suriye sınırının 510 kilometrelik bölümü mayınlıdır. Arazinin en geniş bölümü 350 metre, en dar bölümü 175 metredir. Mayınlar, 1956 yılından itibaren NATO ve TSK tarafından birlikte döşendi. 1985’de başlatılan fiziki güvenlik sistemi ise 450 kilometredir.
Bakanlar Kurulu, 4 Mart 1992 tarihinde aldığı bir kararla, mayınların temizlenmesine hükmetti ve bu iş için Genelkurmay’ı görevlendirdi. O tarihte Süleyman Demirel Başbakan, Erdal İnönü Başbakan Yardımcısı, Orgeneral Doğan Güreş ise Genelkurmay Başkanı idi.
Ne görevi veren ne alan işe sahip çıktı. Herkes emrin üzerine yattı. Gel zaman git zaman, mayın yasağını düzenleyen ve 4 Aralık 1997’de imzaya açılan uluslararası Ottawa Sözleşmesi 1 Mart 1999’da yürürlüğe girdi. O gün, başbakanlık koltuğunda DSP azınlık hükümetinin başkanı Bülent Ecevit oturuyordu.
Sözleşmeyle ilgili adım atılmadı.
Genelkurmay’a para verilmedi
Ecevit başkanlığında DSP, MHP ve ANAP koalisyon hükümetinin işbaşında olduğu 2001 yılında, ilk kez ciddi şekilde MGK, mayını masaya yatırdı. 1992 tarihli Bakanlar Kurulu hatırlatılarak Genelkurmay’dan mayınları temizlemesi istendi.
Genelkurmay, ‘tamam’ deyip çalışmalar için bütçeden ödenek talep etti. Bu talep yerine getirilmedi. Genelkurmay, 2002’de bu talebini yineledi, Ecevit koalisyon hükümeti yine para vermedi.
Bu arada iktidar değişti, AK Parti hükümeti 12 Mart 2003 tarihinde Ottowa Sözleşmesine imza atarak taraf devlet haline geldi.
Bu anlaşmayla Türkiye, 1 Mart 2008’e kadar elindeki 2 milyon 616 bin 770 kara mayın stokunu imha etmeyi, 1 Mart 2014’e kadar toprağa gömülü 818 bin 220’si anti personel, 164 bin 497’si araç patlatma işlevli toplam 982 bin 777 kara mayını sökmeyi taahhüt etti.
Genelkurmay, bu yeni durum karşısında, ödenek talebini bu kez yeni hükümete yaptı. Başbakan Erdoğan, fizibilite çalışmaları için Genelkurmay’a 25 trilyon (25 milyon lira) tahsis etti. Genelkurmay, Mardin ve Bosna’da incelemeler yaptırdı, çalışmaların koordine edilmesi için ofis kurdu.
Çalışmaların yüksek maliyetli olduğu ortaya çıkınca, Başbakan Erdoğan bir sürpriz yaparak, Genelkurmay’a örtülü ödenekten ek kaynak sağladı.
Pardon, yapamam
Genelkurmay, 2004 yılında incelemelerini tamamladıktan sonra hükümete yazdı: ‘Biz bu işi yapamayız.’ Bütçeden aktarılan 25 trilyonu iade etti, inceleme masrafı örtülü ödenekten sağlanan parayla finanse edildi.
Bu karar alınırken Orgeneral Hilmi Özkök Genelkurmay Başkanı, Orgeneral İlker Başbuğ Genelkurmay 2. Başkanıydı.
Genelkurmay aradan çekilince, hükümet, Ottowa Sözleşmesi’ndeki uluslararası taahhüdünü yerine getirmek için kolları sıvayıp mutfağa kendi geçti. İlk işi, 1992 yılında Genelkurmay’a görev veren Bakanlar Kurulu Kararı’nı 27 Haziran 2005 tarihinde kaldırmak oldu. Yeni düzenlemeyle sorumluluk Maliye’ye devredildi.
Maliye Bakanlığı, 2006 yılında mayınların temizlenmesi ve işletme hakkı için ihaleye çıktı. 14 firma, ihaleye katıldı. En düşük teklif 580 trilyon (580 milyon lira), en yüksek teklif 2 katrilyon 280 trilyon (2 milyar 280 milyon lira) oldu.
Danıştay, şikayet üzerine, önce ihaleyle ilgili yürütmeyi durdurma kararı verdi, ardından ‘işletme hakkı ve temizleme görevinin aynı firmaya verilmesinde kamu yararı yoktur’ diyerek ihale şartnamesini iptal etti.
Askerin 3 çekincesi
Bunun üzerine hükümet, 2008 yılında sorunun yasayla çözümü için harekete geçti. Genelkurmay dahil ilgili kuruluşlardan görüş sordu. Genelkurmay, ‘Biz yapamayız, siz yapın ama...’ diyerek 3 konuda endişelerini dile getirdi: 1- Yap-İşlet-Devret modeli olmasın, hizmet satın alınsın. 2-Petrol, doğalgaz, madenlerle ilgili haklarımız korunsun. 3- Sınır güvenliği açısından risk olabilir, tedbir alınsın.
Bakanlar Kurulu, bu üç temel konudaki kaygıları giderecek şekilde yasa tasarısı hazırladı. Mayın temizleme işlemi ve işletme hakkıyla ilgili ihalenin, ‘hizmet satın alımı’ yoluyla gerçekleştirilmesi önerisini, ‘Yap-İşlet-Devret’ modeli gibi düzenlemeye alternatif olarak monte etti.
Yani; Maliye, önce hizmet satın alımı için ihaleye çıkacak, buradan sonuç alınamazsa B Planı’na geçilecek. Dolayısıyla ilk aşamada herhangi bir firmaya işletme devri söz konusu olmayacak. Eğer hizmet satın alımı gerçekleştirilebilirse, Türkiye, parasını verecek ve o toprakları kendi işletecek.
O arazilerde petrol, doğalgaz ve değerli maden çıkarsa ne olacak? Toprağın 1 metre altı, tümüyle Türkiye’nin inisiyatifinde olacak. Petrol, doğalgaz ve değerli madene rastlanırsa damlası, parçası bile Türkiye’ye ait.
Ya sınır güvenliği?
Bakanlar Kurulu kararı gereğince belirlenen askeri yasak bölge ile sınır hattı boyunca tesis edilecek fiziki güvenlik sistemi için ihtiyaç duyulacak alanlar belirlenip tarımsal faaliyetlerde kullanılmak üzere yüklenici firmaya bırakılmayacak. 13 bin dekar tapulu arazi ise mayınlar temizlendikten sonra hak sahiplerine teslim edilecek.
Ayrıca tüm bu işlemler, Genelkurmay, Milli Savunma, Tarım ve Maliye Bakanlıkları temsilciliklerinden oluşacak komisyon tarafından yürütülecek. Dolayısıyla her işlem, sivil-asker ortak denetiminde olacak.
Toplam 49 yıl olarak ifade edilen mayın temizleme ve işletme süresi ise kesin değil. Bu süre, üst limiti tanımlıyor. İhale öncesi fizibilite çalışmaları ve tekliflere bağlı olarak bu süre değişebilir, misal, 10 yıla kadar inebilir.
Şehit kaygısı
Efendim, asker neden temizlemiyor?
Sanıyorum bir kaygıları şu: Askerlik, yurt savunması için zorunlu bir görev. Buradaki mayın temizleme, bu sorumluluğun bir parçası değil. Araziler mayınlardan arındırıldıktan sonra ticari faaliyet alanı olacak, böyle bir işlem için askerin kullanımı doğru değil. Ölüm ve yaralama olursa ailelerine ne denecek?
Yine de kafamız karışık mı? Denetim mekanizmasına yeni unsurların eklenmesi mi gerekli? Kamuoyundaki kuşkuları giderecek daha güçlü mesajların verilmesine ihtiyaç mı var? O zaman çözüm yine meclis içinde aranmalıdır.
Nitekim öyle oldu. Dün akşam saatlerinde sözkonusu tasarı geri çekildi, uzlaşmayla yeni metin hazırlanacak. Umarım, kayıkçı kavgasına dönmez, Türkiye, mayın rezaletinden kurtulmayı başarır.