Mayınlı tarlaları İsmailov alabilir mi?
Hani şu Antalya’daki ultralüx otelin sahibi, Türk vatandaşlığına da geçiyor. Azeri kökenli Rus diyorlardı, İsmail adı da Müslüman adına benziyordu ama Kafkasya’daki Yahudilerin cemaat temsilcisi imiş..
İyi de şimdi bu mayınlı araziyi alabilir mi?
Hani Türk ve Müslüman..
Koç ya da Aydın Doğan alabilir mi?
Yani bizden birini bulsalar, o onlar adına alamaz mı bu araziyi?.. Ya da sıradan biri alsa, dışarıdan kredi ile bu işi yapacak olsa, hatta adamlar kredi karşılığı mal ve hizmet alsalar, tohum ve donanım verseler. Daha açık söyleyeyim, adam orada korkuluk gibi dursa, arkadan birileri işi götürse ne olur?
Birileri her yolu deneyecektir..
Bu sadece mayınlı araziler için değil, her alanda böyle.
O zaman İslam ülkelerindeki yatırımcılara çağrı yapalım, güçlü bir konsorsiyumla onlar girsinler ihaleye..
Bakın şeytana lanet okumaktansa Peygambere salavat getirmek daha iyidir.. “La ilahe” demekle Müslüman olunmaz. Böyle başlar, ama arkasından “İllallah”ın gelmesi gerek.. O yanlış-bu yanlış. Peki bana söyler misiniz doğru olan ne?
Onlar alacak diye sanki birileri, “aman temizlenmesin kalsın” diyecek..
Hani Yahudiler isterse, onlar alır, kimse bunu engelleyemez gibi bir anlayış var. Tam da Türkan Saylan’ın dediği gibi.. “Bize rağmen, biz kabul etmedikten sonra kimse bir şey yapamaz” diyordu ya..
İsrail ‘ben yaparım’ havasında, bizimkiler de “Onlar yapar” diyor, başka bir şey demiyor.
Askerler de diyor ki, “NATO’nun gözetiminde biz temizleyelim..” Ne demekse, NATO niçin bu işe bulaştırılıyor?..
Tamam bu bölgede çiftlik kuracak kişiler, buralardan Suriye-Irak hattını dinleyebilir.. Tamam bunu not edelim de, zaten uydudan dinlenmiyor mu? Yine de, tamam bunu da not edelim.
Burada organik tarım yapılsın. Tamam bu da önemli..
Önce şu teklifleri, projeleri görelim. Arazi çok büyük, gerekirse bir kaç gruba verilebilir.. Ama önce teklifleri görelim...
Bu topraklardan Dicle ve Fırat geçiyor.. Suyun çok yönlü güvenliği söz konusu. Bu havzanın korunması gerek. O zaman bunu da not edelim..
Hatta, sahi bu sınır arazilerinin uygun yerlerinde neden Suriye ile ortaklık kurmuyoruz?.. Paralel çiftlikler kurulsun.. Bu sınır korku ve düşmanlıkların değil, dostluk ve barışın, ticaretin, yardımlaşmanın alanı olsun..
Korku üzerine siyaset yapamazsınız.. Umutlarımız korkularımızın önünde koşmalı.. Akıllı ve tedbirli olmalıyız elbette..
Garip ama her zaman düştüğümüz yanlışa yine düşüyoruz.. Bilgi sahibi olmadan, kanaat sahibi oluyoruz..
“17 firma var” deniyor bu işe ilgi duyan. Kim bunlar, bilen var mı? Kimse kiralama süresi, bedeli, işin teknik ayrıntıları ile ilgilenmiyor..
Su stratejik bir konu, gıda da. Bu bölge aynı zamanda jeopolitik, jeostratejik, jeoteolojik öneme sahip bir bölge. İsrail’in ilgisi ve muhtemel sebepleri de bilinmiyor değil.. Ama bu süreçte doğru çözüme ulaşmanın üslubunun, herhalde, “hükümet topraklarımızı İsrail’e peşkeş çekiyor” havası olmaması gerek. İktidarın da bu muhalefet karşısında, sözünün nereye çekileceğini bilerek bir şeyler söylemesi gerek.. Birilerinin bu işle ilgili tavrı, çok açık ve net: Üzüm yemek değil, bağcıyı dövmek. İktidarı köşeye sıkıştırmak.. Sanki bunu yapanlar yarın ipleri ellerine geçirince, işi kılıfına uydurup bugün eleştirdikleri işi kendileri yapmayacaklar gibi!
Kuşkusuz bu konuda samimi endişeler taşıyan insanlar da var. İktidarın da bu hassasiyeti ciddiye alması gerek.. “İsrail olmasın” demek yerine, İKÖ üyelerinin bu konuda bir konsorsiyum oluşturarak ve etkin bir lobi faaliyeti ile bu işi almak için çalışması daha doğru bir tercih değil mi?
Yani yeteneksiz, iş bilmez bir grubun elinde bu projenin işlemez olması endişesini taşımıyor, yeterlilik konusunu konuşmuyor kimse.. Burada ne üretilecek, nasıl üretilecek? İstihdam konusunu konuşan var mı?
Veteriner odaları, ziraat mühendisleri konuşmuyor, ama herkes slogan üretiyor..
Sanki birileri mayınların temizlenmesini istemiyormuş gibi bir hava var. Sanki birileri buraya hizmet götürülmesini, üretim yapılmasını, istihdam üretilmesini istemiyor gibi..
Kuşkusuz her önümüze konan projeye ‘Evet’ demeyeceğiz ama, her şeyden korkarak, her işe bir kulp takarak, vehimlerimizle de bir yere varamayız..
Bu konuyu Ergenekoncuların başka mecralara çekme çabaları da dikkat çekici..
Hani, muhalefet yapacağım diye ille de, “Memleket elden gidiyor, nerdesin ey ehli vatan” der gibi, halaskar zabitan takımını göreve çağırma çabası içindeki çevrelerin ekmeğine yağ sürecek çıkışlardan da sakınmak gerek..
Mayınlı arazinin ıslah çalışmalarının NATO’nun gözetiminde yapılması konusunda kimsenin bir diyeceği yok mu?
Bu üslupla yapılan muhalefet, bu davada hükümetin elini güçlendirmez..
O zaman kimin derdi ne? İşte onu sorgulamak gerek..
Sahi, neden kimse, bu mayınları kim, niçin, ne zaman ve nasıl döktü buralara; bunu konuşmuyor? Bu mayınlar bize kaça mal oldu, kaç can verdik, kaç insanımız sakat kaldı, bu alanın boş kalmasının ülkeye maliyeti ne oldu? Bunu soran var mı?
Daha can alıcı bir soru: Bugüne kadar bu alan niçin temizlenmedi? Kim, niçin engel oldu?
Yoksa birileri hâlâ suret-i Hakk’tan gözükerek, “Alacaksam ben alırım, ben almayacaksam, kimseye de yar etmem” diye meydan mı okuyor?
Ne dersiniz?
O birileri kim dersiniz?
Hani şu “Orduyu harekete geçirmek için ‘Ordu göreve’ pankartı açmak yerine, ‘Hilafet isteriz-şeriat isteriz’ diye bağırtmak gerek” diyen birileri var ya, onlar..
Hatırlatalım, burası sadece mayınlı, organik tarım arazisi değil.. “Vaadedilen toprak” denilen yer var ya, işte tam orası!
Selam ve dua ile..
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.