Mayınlar yüreklerimizde patlıyor
Günlerdir hükümet, sınırdaki mayınların yabancı bir firma tarafından temizlenmesini ve aynı firmanın o topraklarda tam 49 yıl boyunca organik tarım yapmasını savunurken, neden birden bire çark etti?..
Başbakan, hararetle savunduğu görüşünden çark edip, teklifini neden geri çekti?..
Son derece kararlı ve bilinçli göründüğü bir konuda bu kaçıncı tereddüdü, kaçıncı geri çekilişi?..
“Acemilik” mi, “özensizlik” mi, bilmiyorum. Her ne sebepten olursa olsun, siyasi iktidarın attığı “geri adım”ları artık sayamıyorum.
Saymak da istemiyorum, çünkü yoruldum!
Bu kadro devlet yönetimine dün gelmedi. Sadece AKP iktidarı dönemini dikkate alsanız bile, sekiz seneyi aşkın devlet deneyimleri var. Kaldı ki, aynı ekibin içinde, devlet yönetimine çok öncesinden “talımlı” isimler yer alıyor.
Zaten hiçbir acemilik bu kadar uzun sürmez! Bu kadar uzun süren acemiliklere de zaten “acemilik” değil, “beceriksizlik” derler. İşte bu konuda kuşkularım oluşmaya başladı.
Eski terziler “Kumaşı kesmeden önce üç kere ölçeceksin, bir kere biçeceksin” derlerdi. Çünkü kumaşı kesmek demek, dönülmez yola girmek demekti. Benim devlet anlayışım işte budur. Bir kararı almadan önce enine-boyuna tartışacaksın. Terzi hassasiyetiyle ölçeceksin, biçeceksin. Ondan sonra kamuoyunun karşısına çıkıp kararını ölesiye savunacaksın.
Bizim hükümet tam tersini yapıyor. Önce kesiyor (raconu), sonra ölçüye-tartıya vuruyor. Davranışını hararetle savunuyor. Eleştirenleri suçluyor. Sonra da hızla geri çekiliyor.
Buna bazı yazar arkadaşlar “Mehter yürüyüşü” diyorlar, ama mehterin iki ileri bir geri yürüyüşü ritmiktir, planlandığı gibi yapılmaktadır, bizimkilerin hareketlerinde ise hiçbir planlama gözlemlenemiyor, daha ziyade “zuhurata tabi” (gelişigüzel de diyebiliriz aslında) gidiyorlar.
Halbuki devlet planla, programla, hesapla, kitapla yönetilir!
Neyse, asıl konu sınırdaki mayınlar değil, yüreğimizdeki mayınlar.
•
Türkiye sınırdaki mayınların temizlenmesini tartışırken, toruncuğum Yavuz Bahadır, yakın arkadaşlarıyla birlikte 12. yaş gününü kutluyordu.
Arkadaşlarıyla oynayıp eğlenirken, gözlerim daldı. Büyüdüğünü, askere gittiğini, doğuda askerlik yaparken kalleş bir mayına basıp paramparça olduğunu hayal ettim...
Hayal olduğunu bile bile içime müthiş bir acı saplandı, yüreğimin onunla birlikte paramparça olduğunu hissettim!
Gencecik evlatlarını mayına kurban veren anne ve babaların acısını yaşadım bir an; dayanılır gibi değil!
Buna rağmen kameralara dönüp “Vatan sağolsun!..” diyebilmeleri müthiş bir şey! Aynı durumda aynı metaneti gösterebilir miydim, bilmiyorum.
Sonra düşündüm: O mayınları döşeyenleri düşmanlarımız mı yetiştiriyor?..
Tıpkı bizim gibi anneleri, babaları, nineleri, dedeleri, komşuları, akrabaları yok mu o gençlerin?
“Her çocuk İslâm fıtratı üzerine doğar, sonra anne-babası onu Yahudi, Hıristiyan, ya da Mecusi yapar.” (Hadis meali, Buhari, Cenaze bölümü, 80-92-Müslim, Kader bölümü 25).
“Yahudi”, “Hıristiyan”, ya da “Mecusi” yapmaz belki, tutar “mayıncı” yapar, “eroinci” yapar, “zalim” ve “gaddar” yapar!
Anne-baba olmanın nasıl büyük bir sorumluluk yüklenmek olduğunu görebiliyor musunuz?
•
Gazetelerin üçüncü sayfalarına bakamıyorum...
Televizyon izleyemiyorum...
Çünkü içim kaldırmıyor artık, bunalıyorum.
Sevdiği genç kızın başını kesen aşıklar, eroin parası vermeyen annesini boğazlayan evlatlar, rahat fuhuş yapabilmek için dört yaşındaki oğlunu katleden anneler, eşini kıtır kıtır kesen babalar...
Bu arada vatanımın bilmem neresine (bölge ne fark ettirir ki) mayın döşeyip hükümetlerin “Kürt politikası”ndan hiçbir sorumluluğu ve suçu bulunmayan gencecik çocuklarımızı şehit eden teröristler!
“Terörist” diyerek tanımladığımızı sandığımız “kişi” de sonuçta bir insan!..
Onun da bir annesi var... Bir babası, ninesi, dedesi, komşuları, akrabaları, okulu, eğitimi, vesaire...
Neden “terörist”, neden “mayıncı”, neden “zararlı”, neden “acımasız”?
Şimdi birden Bediüzzaman’ın şahane bir tespitini hatırladım: “İhtilâl-i Fransevîde (Fransız ihtilalinde) hürriyetperverlik tohumuyla ve aşılamasıyla sosyalistlik türedi, tevellüd etti. Ve sosyalistlik ise bir kısım mukaddesatı tahrip ettiğinden, aşıladığı fikir, bilâhare bolşevikliğe inkılâp etti (dönüştü). Ve bolşeviklik (komünizm) dahi çok mukaddesat-ı ahlâkiye ve kalbiye ve insaniyeyi (ahlaki, kalbi ve insani mukaddesler) bozduğundan, elbette, ektikleri tohumlar hiçbir kayıt ve hürmet tanımayan anarşistlik mahsulünü verecek. Çünkü kalb-i insanîden (insan kalbinden) hürmet ve merhamet çıksa, akıl ve zekâvet, o insanları gayet dehşetli ve gaddar canavarlar hükmüne geçirir daha siyasetle idare edilmez.” (Şualar, s. 588)
Gördüğünüz gibi, terör öyle gemi azıya almış, toplumda insan kaynaklı bin türlü uygunsuzluk öyle kol gezmeye başlamış ki, siyasetle artık idare edilemiyor.
Aklın, ilmin, zekânın “hürmet” ve “merhamet”le dengelenmesi ve gerektiğinde yine bunlarla dizginlenmesi gerekiyor.
ABD’nin tanınmış sosyologlarından Dr. Larry Hunt tam da bu noktada söylüyor söyleyeceğini: “Çocuklarınıza maneviyat verin!”
Yarın inşallah bu “maneviyat” kısmına bakalım.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.