Magazin ilmihâli
Magazinin, hayatı ve toplumu kuşattığı ve bu anlamda başka alanlar hesabına hayatı indirgediği ve içini boşalttığı söyleniyor. Hayatı renklendireyim derken rengini aldığı ve renksiz hale getirdiği ifade ediliyor. Bu yüzden magazin meselesine bir neşter vurmak icap ediyor. Biz de öyle yaptık. UTESAV (Uluslararası Teknoloji Ekonomik ve Sosyal Araştırmalar Vakfı) konunun ilgililerini biraraya getirdi ve mesele müzakere edildi ve ötesinde tartışıldı. İyi de oldu. Fikirden magazine kayan ama bu alanın da hakkını veremeyen kendi basınımızı da konuşma fırsatı bulduk.
Son yıllarda her şey magazinleşti ve neredeyse ciddî bir alan kalmadı. Ciddî alanlar magazin arasında adacık haline geldi. Sözgelimi kitapçılık piyasasında bile magazin anlayışı baskın ve egemen çıkmaya başladı. Konu ile getirisi arasında dengeli bir ilişki kurulamıyor. Meselenin populist olup olmadığına bakılıyor. UTESAV’daki müzakerede ilk sözü ben aldım ve hulasa şunları arz ettim: “Meselelerin magazinleştirilmesi yüzünden basın üzerinden ciddî konular takip edilemez hale geldi. Sözgelimi Türk basını üzerinden dış politika takip edilemez durumda. Meselâ bugün (5 Aralık 2007) itibarıyla, Hürriyet gazetesinde Beşşar Esad’ın başbakan Recep Tayyip Erdoğan’a Lübnan meselesinde aracı olması için açtığı bir telefon muhabere haberi var. Lâkin bu haberin spotunda ve içeriğinde Saad Hariri için ‘muhalefet lideri’ ifadesi kullanılıyor. Halbuki o iktidar lideridir. Dolayısıyla Türk basını üzerinden sağlıklı haber ve analiz takibi neredeyse imkân dışı. Halbuki yabancı ülkelerde böyle bir durum sözkonusu değil. Lâf aramızda bizde İngilizce yayın yapan gazetelerde bile dış politika en asgarisinden temsil ediliyor. Ve gazeteler büyüdükçe magazin alanı daha da büyüyor. Adeta gazeteyi yutuyor. Gazete topyekûn sarı veya pembe sayfalar haline geliyor... Zaten merhum Necip Fazıl Kısakürek bu gelişmeyi yıllar önce görmüştü ve öngörmüştü. Simavi kardeşlerden Sedat, Haldun veya Erol Simavi’lerden birisi ‘fotoğrafla fikri öldüreceğim’ demişti ve Necip Fazıl Kısakürek bunu sıksık tekrarlardı. Görüntü kirliliği, fikri sadece öteki mahallede değil bizim mahallede de kovdu ve öldürdü. Bu hususta ikinci tesbit ise aktüel tarihçi Murat Bardakçı’ya ait. Bir söyleşide ‘tarihçiliğin populist hale gelip gelmediği’ sorulunca şunları söylemişti: Hayır. Bundan daha vahim. Popülizmden ziyade tarihçiliğin magazinleştirildiğini söyleyebiliriz....” Populizm ile magazinleştirme arasında gerçekten de çok büyük bir fark yok.
Popülize etmek aslında reytingçiliğin bir başka yüzü ve boyutudur. Evet, eskiler ‘müşterisiz meta zayidir’ demişlerdir. Amenna ama sunulan ve halka arz edilen metanın da halkın sağlığını tehdit etmemesi ve bozmaması gerekir. Burada ürün ile kazanç ve sürümü arasına elbetteki bir tenasüp, telâzum ve dengenin olması gerekir. İtirazımız yok. Bazıları roman gibi balkon gibi magazinin de bize ait olmadığını söyleyebilir. Bilâkis ve tam tersi. Köküne kadar bizimdir. Bendeniz UTESAV’da bilinenin aksine magazinin şark ve İslâm kökenli olduğunu anlatmaya çalıştım. Magazin siyerin veya özel tarihçiliğin veya tarih yazımının boyutlarından birisidir. Magazin, megazinin biraz bozulmuş halidir ve ‘savaş haberleri’ demektir. Bilindiği gibi en son Muhammed Hamidullah Hoca ‘Peygamberimizin Savaşları’ kitabıyla siyerin bu boyutuna ele atmıştı. Megazi, magazin olarak Batı’ya geçmiş ve burada iştihar etmiş ve biz de her zamanki gibi gerçek kökenini unutmuşuzdur. Hazreti Yusuf’un hayatının anlatıldığı ‘ahsenu’l kasas’da yani hikayelerin en güzelinde (ki tarihteki en güzel ve derin ve en nezih magazindir) dediği gibi, bunu hatırlamak’ bidaatuna rüddet ileyna/malımız bize iade edildi’ makamındadır.
***
Siyerin en merakaver boyutu magazin veya megazi olduğundan dolayı hadis münekkidleri bu alanda çok hassas davranmışlar ve bu sahayı tarassut altında tutmuşlardır. İkdu’l ferid gibi kitaplar yekten bu alanın kitaplarıdır. İbni İshak ve İbni Hişam gibilerin Megazi kitapları bu türün ilk örnekleri arasındadır. Muhaddisler bu alanda teseppüt ve tevsik ve belgelendirmenin biraz gevşek olmasından yakınırlar. Anlayacağınız ananesi fazla kuvvetli değildir. Bundan dolayı Ahmet İbni Hanbel ihtiyat payından dolayı, ‘üç ilmin aslı astarı yoktur’ demiştir. Tefsir, rüya tabirleri ve megazi. İbni Hanbel’in bu hususta söylediği Kelbi ve Mukatil İbni Süleyman gibiler için geçerlidir. Ulema İbni Hanbel’in bu sözünü bu gibi şaibeli adamlara hamletmişlerdir. Savaş haberleri sanatı veya alanı biraz da abartıyla ve mübalağa san’atıyla alâkalıdır. Esasında megazi san’atı Osmanlı’da ve bizim halk edebiyatımızda yerini cenknameler veya gazavetnameler olarak almıştır. Hazreti Ali cenkleri veya Battalgazi destanları veya Gazavat-ı Hayreddin veya Şeyh Şamil gibi gazavat türleri megazi bağlamındadır. Savaş haberlerinde eğlendirme ve onun ötesinde şevklendirme ve yüreklendirme esastır. Bu açıdan elbettki faydadan hâli değildir. Savaş san’atlarının gelişmesinde rol oynamıştır. Bir de savaşçıların maneviyatını yükseltici bir faktör olagelmiştir.
Amiyane tabirle söyleyecek olursak; megazi ve magazin bizim işimizdir. Ama hangi magazin? Hangi mana ve bağlamda? Bu noktaya gelmeden evvel, magazinin şarktan yani bizden Batı’ya ihraç edilen bir alan olduğunu söylemiştik. Bunu biraz açalım. Sıfırı geri alacak olursak, Batı medeniyeti nasıl çökerse aslında magazinimizi geri alsak da yine Batı’da bir şey kalmaz. Ve Batı magazini sadece megazi üzerinden devşirmemiş ve fiiliyatta da magazin İslâm san’atları ve edebiyatı üzerinden serpilmiş. Sözgelimi Gutenberg matbaayı bulduktan sonra Batı’da ilk basılan iki kitaptan birisi İncil, diğeri de Binbir Gece Masalları’dır. İkiside şarktan devşirilmiştir. Atallah Hanna’nın (Filistin asıllı Ortodoks rahip) dediği gibi, İncil de Filistin kökenlidir. Yani sadece Binbirgece Masalları değil aynı zamanda İncil’lerde şark kökenlidir.
***
Ama toplantıda dile getirildiği ve birçok arkadaşın da yakındığı gibi Zekeriya Beyaz ve benzerleri üzerinden dinimiz de magazinleştirildi. Kurban veya Ramazan gibi kudsi etkinliklerimiz de yine magazinleştirilerek çarpıtıldı, amacından saptırıldı ve bağlamından koparıldı. Buna da bir sınır getirilmesi gerekir. Dolayısıyla haddi aştığından dolayı bünyeye zarar verir bir tarafı var. Öyleyse alanını yeniden tespit ve tanzim etmeye ihtiyaç var. Bundan mütevellit, bir magazin fıkhına ve ilmihâline ihtiyacımız var. Öyleyse önce ilmihâli ondan önce de ilmihâlin dayanağı olan fıkhı yeniden bir tanımlamamız veya tanımını hatırlamamız lâzım. Fıkıh insanın lehinde ve aleyhindeki ilmi hususları ve şer’i bilgileri öğrenmesidir. Bunda kifayet miktarına da atalarımız ilmihâl demişler. Öyleyse magazin bu ilmihâlin neresinde? Batılı tasvir olmamak ve ferdî ve içtimaî dokuya ve bağlara zarar vermemek kaydıyla nezih magazinin sınırları sonuna kadar açıktır. Zaten kısa bir tarih yolculuğu da bunu göstermiştir. İşlerin en muhkemini, en ciddisini ve en sağlamını yapan da ancak en iyi magazini yapabilir. Dolayısıyla magazinin birinci şartı kalitedir. Bu itibarla, arkadaşlardan birisi boğulduğumuz magazin deryasında ve ortamında gerçek magazin olmadığını söyledi! Haksız mı? Bu yönden bakınca olmadığı anlaşılıyor.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.