Beleş radikallik!
Harbe girmeden kahramanlık, okumadan yazarlık, kitap yazmadan allamelik sade bize mahsus değil elbette, fakat bizde çok görülür.
20. yüzyılın inkılâpçılık veya “devrimcilik”, ilerilik vs. câzib kavramları da böyle bol bol tüketilmiştir. Bizim tanıdığımız bütün inkılâpçılar bir zamanlar “devrim” veya “inkılâp” addedilen uygulamaları korumak üzere konumlanmışlardı. Hâlâ kendilerini ona göre tanımlarlar. Ben filan devrimcisiyim, feşmekan inkılâpçısıyım... Bunlara batıda “konservatör” denilir! Yani, koruyucu, bekçi! Bizde olur devrimci veya inkılâpçı!
“İlerilik”, en kokuşmuş sistemleri muhafaza etmenin adı olur. Gerici addetdikleri kişiler ve kesimler ise, dünyayı doğru okuyan, ona göre yeni atılımlar yapabilenler...
Radikallik de bundan farklı değil. Nasıl gazetenin adını “hürriyet” koymak, o gazeteyi hürriyetçi, “milliyet” demek milliyetçi yapmıyorsa, “radikal” yazmak da radikal kılmıyor.
Ama yine de isminize bakıp tafra satmanız, efelenmeniz gerekebiliyor. Bu tafra ne zaman satılıyor? En zahmetsiz, en maliyetsiz zamanda.
28 Şubat’ta, tek-tipçilik dayatılırken, sesinizi kesiyorsunuz. Mecburi öğretim 8 yıla çıkarılıyor, buna kimse itiraz etmiyor. İtiraz, son üç yılının alternatifli olması. Fakat bir yerlerden gelen talimat üzerine bütün ilgili basın hep bir ağızdan höykürüyor: Asla, kat’a, zinhaaar! Çünkü rejimin ideolojik yapısı ancak öyle sürdürülebilir, herkes tek-tip olacak! Marş marş!
Hadi diyelim ki, ilk öğretim mecburi, milletin gerçek değerleri üzerine bir meşruiyet yapılanması değil de, oligarşik meşruiyet zemini oluşturulmak istiyor. Bunun orta öğretimde devam ettirilmesi neden zorunlu? Hadi orta öğretimi de anladık, ya reşit çocuklarımızın okuduğu üniversitede?
Üniversitede tek-tipleştirme ne zaman başladı?
12 Eylül darbesinden sonra YÖK oluşturuldu. Başına mutemet bir adam getirildi. Tek tip üniversite için atılan bu adımlar o zaman, sol kadroların işine gelmediği için şiddetli eleştirilere uğradı.
Ne zamana kadar? Bin yıl sürecek 28 Şubat ilân edilene kadar!
Ne zaman ki bin yıl sürecek 28 Şubat ilân edildi, üniversiteye kabiliyeti olan, bilgisi yeten, imtihanı kazanan değil, katsayısı uygun olanın girmesi esası ortaya konuldu.
Meslek okullarının böylece önü kesildi. İşte ben gerçek radikali o zaman görmeli ve alnından öpmeli idim! Aslanlar gibi ortaya çıkmalı, güç sahiplerini sarsacak manşetler atmalı idi! Zamanın oligarklarının midesine oturacak yazılar yazmalı idi!
Meslek okulu mezunu, bilhassa İmam hatipli SBF’ye giremez!
Tıp öğrenimi alamaz! Hukuk okuyamaz! Mühendis olamaz!
Niye? Zekâsı mı yetmiyor? Bilgisi mi kifayetsiz? İmtihanda puan mı alamıyor?
Halbuki daha önce okudu. Mezun oldu. Kaymakamlık, valilik yaptı! Doktorluk yapıyor! Tıp fakültesinde öğretim üyesi! Başka alanlarda da kendini gösteriyor.
Şimdi neden giremez? Çünkü rejimimizin oligarşik meşruiyet zemini yok olur!
Radikalcik, zamanında “onbaşı” unvanı almıştı! Brifinglerde gösterdiği uyumdan ötürü. Şimdi YÖK’ü ne adına eleştiriyor? Tek-tipleştirme adına! Türkiye “vasatistan” oluyormuş!
Türkiye zaten vasatistan! Sayenizde!
Sen hiç millî eğitim müfredatını incelemedin mi? Hiç YÖK kanunu okumadın mı? Türkiye’de fikri hür, vicdanı hür nesiller yetiştirmek esas değildir. Peki nedir esas olan? Atatürk ilke ve inkılâplarına bağlı nesiller yetiştirmek esastır!
Neden buna itiraz etmiyorsun? Çünkü o zaman gerçek “radikal” olursun.
Gerçek radikal, bütün tek-tipleştirmelere itiraz eder! Katsayı zulmünün kaldırılması için bayrak açar! Üniversitede tek-tip kıyafet zorbalığına karşı harekete geçer!
O zaman “Üniversitelerimizi de, üniversite öğrencilerimizi de, mezunlarımızı da tornadan çıkmış gibi birbirinin aynısı görmek istiyoruz. En ufak bir farklılık bize batıyor, hemen o farkı ortadan kaldırmaya çalışıyoruz” demeye hakkı olur!
Buna beleş radikallik denir! Gavur parasıyla beş para etmez!
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.