Yeni Türk yüzyılı
21’inci yüzyıl ile alakalı olarak çeşitli öngörüler dile getirilmiştir. Neoconlar 20’nci yüzyıl gibi 21’inci yüzyılı da yine Yahudi-Amerikan yüzyılı yapmak istemişlerdir. PANAC adlı projeleri de bunun ispatı nevindendir. Kimileri de, 21’inci yüzyıla Çin yüzyılı olarak bakmakta veya hayal etmektedir. Acaba bu yüzyıla Türk yüzyılı olarak bakan da var mıdır? Şimdiye kadar doğrudan bunu teyit eden bir Türk projesi bilmiyoruz. Lakin Batılılar ve onların arkasından Araplar, Türkiye’nin Heartland yani dünyanın kalbi ve kalbistanı olduğunu ve 21’inci yüzyıla dünyanın kalbinin damgasını vuracağını ve hükmedeceğini söylemektedirler. Kimileri temelleri 19’uncu yüzyılda ortaya atılan heartland projesine de yeni Osmanlıcılık gibi karşı çıkacaklardır. Olsun! Arap yazarlarından Dr. Osman el Muayni dünyanın kalbinin Avrasya olduğunu ve Avrasya’nın kalbinin de Türkiye olduğunu beyan ediyor. Soğuk Savaş döneminde kalbistan veya heartland, Doğu ile Batı arasında bölünmüş ve kimlik kaybına ve krizine uğramıştı. 21’inci yüzyılda ise Doğu ile Batı arasındaki farkların izole olmasıyla birlikte Anadolu veya dünyanın kalbi yeniden eski kimliğine kavuşmaya ve bürünmeye başladı. Türkiye, dünyadaki üç kıtayı birbirine bağlıyor. Laik kimliğiyle Batı’ya ve Avrupa’ya açılırken Türk kimliğiyle Orta Asya’ya ve İslami kimliğiyle de Ortadoğu’ya açılıyor. Huntington ve Papa 16’ncı Benediktus, Türkiye’nin Batı yerine İslam dünyasına yönelmesini tavsiye etmişti. Türkiye gücünü İslam dünyasından alarak Batı yoluna yeniden devam edebilir. Nitekim, Yavuz’dan sonra Kanuni Sultan Süleyman yeniden ve duraksamadan Batı’ya yürümüştür. SSCB’nin çöküşü yani 1991 yılıyla birlikte Türkiye’nin güneşi yeniden parlamaya başlamıştır. SSCB’nin çöküşü Türkiye’nin yeni miladı olmuştur. ABD’nin Afganistan ve Irak’ta sürçmesi de ikinci miladıdır. Soğuk Savaşın ortadan kalkmasıyla birlikte Türkiye’nin öneminin kalıp kalmadığı tartışılırken Türkiye figüran olmaktan çıkmış, bilmeden aktör ve faktör haline gelmiştir. Batı’nın SSCB karşısındaki vekili olmaktan çıkmış, kendi vekili olmuştur.
¥
Irak’ın Saddam sonrasında denklem dışına çıkmasıyla birlikte Arap basınında bir ifade dikkati çeker olmuştur. Gıyabu’l Arab. Yani Arapların yokluğu. Bu yokluğu ilk değerlendiren ülkelerden birisi İran olmuştur. Lakin son RAND raporunda olduğu gibi İran’ın yayılma istidadı zayıftır. Yayılma istidadı tek boyutludur; sadece ABD ile gerilim üzerinedir. Bu siyaset güven kaybettiğinde veya değişikliğe uğradığında kendini iptal edecektir. İran bölge gücüdür ama İslam dünyasının küresel gücü değildir. Bölge ülkeleriyle kimlik sorunları vardır. Orta Asya ile alakalı olarak etnik kimlik farkı olduğu gibi, Arap dünyasıyla da mezhebi kimlik sorunu yaşamaktadır. Bunlara ilaveten bir de bölgeyle tarihi irtibatı zayıftır. Türk hakimlerinin Merv ve Rey’de oturdukları dönemden sonra İran’ın bölgeyle tarihi bağları zayıflamıştır. İki Körfez Savaşı sonucu gelen Arapların yokluğu pekişirken Türkiye’nin rolü ve varlığı yavaş yavaş devreye girmiştir.
ABD’ye yönelik güvensizlik ve İran korkusu nedeniyle Araplar Türk nüfuzu karşısında alternatifsizdirler. Ortadoğu’da hep böyle olagelmiştir. Abbasi döneminde Bermekiler ve İran nüfuzundan ve entrikalarından bıkan ve bunalan Araplar çareyi Türklere açılmakta bulmuşlardır. Pers veya İran nüfuzunu Türk nüfuzu izlemiş ve bu nüfuz bir daha da 1917’ye kadar sökülememiştir. İran daima öncü olmuş lakin yerini bir müddet sonra Türklere bırakmıştır. Tarih yeniden tekerrür etmektedir. Devrim sonucu gelen İran rejimi Safevilerin devamı olarak görülmeseydi Türkiye’nin yerini İran alabilir ve yeni bir Selçuklu idaresi gibi boy atabilirdi. Lakin tarih farklı bir şekilde tecelli etmiştir. İran’daki rejim Safevilerin değil de Selçukluların devamı olarak algılansaydı, yine de 21’inci yüzyıl Türk yüzyılı olacaktı. Fakat bu defa İran üzerinden gerçekleşecekti.
¥
Dr. Osman Muayni Türkiye’de bir üçüncü cumhuriyet döneminden bahsetmektedir. Geçenlerde belki de bunu en iyi somutlaştıran ifadelerden birisi Ahmet Davudoğlu’nun sözleri olmuştur: “Şu anda çevremizdeki bölgelerde Türkiye'nin iradesi, haberi, onayı olmadan herhangi bir gelişme yaşanmaz. İnşallah Cumhuriyet'in 100'üncü yılını kutladığımızda Türkiye'nin onayı ve haberi olmaksızın dünyada hiçbir şey olmayacak”. Osman el Muayni, Özal dönemine ikinci cumhuriyet derken AKP dönemine de üçüncü cumhuriyet demektedir. Bu dönemin genel ideolojisini de Abdulaziz Buteflika’nın ifade ettiği gibi Yeni Osmanlıcılık olarak isimlendirmektedir. Yeni Amerikan yüzyılı yerine yeni Türk yüzyılı yükseliyor. Bunun coğrafi dayanağı, heartland yani dünyanın kalbidir ve bu kalp Turan ile Arabistan’ı ya da Türkistan ile Arabistan’ı birleştirmekte ve Batı’da da boy atmaktadır. 19. yüzyılın sonu, 20. yüzyılın başlarında, Batıda çeşitli jeopolitik teoriler geliştirilmiştir. 'Kara Hakimiyet Teorisi'nin kurucusu İngiliz Halford Mackinder (1861-1947), 'Demokratik İdealler ve Hakikatler' adlı eserinde; 'Devletler, ya karada güçlü, ya da denizde güçlüdür. Eğer her ikisinde de güçlü ise, artık bu amfibi (karada ve denizde güçlü) devlettir. Yani her tür devletten daha güçlüdür.' der. Dünyanın kalbi teorisi Mackinder’e aittir ve Osman el Muayni buna dayanarak yeni bir Türk yüzyılından bahsetmektedir. Bunun ideolojik yüzü de bu defa Orta Asya’yı da kapsayacak şekilde yeni Osmanlıcılık olacaktır. Avrasya’nın kalbi, Türkiye’nin hedefi, Orta Asya ile Ortadoğu’yu ya da Arabistan ile Türkistan’ı birleştirmek olmalıdır. Türk yüzyılının nabzı bu bölgede atmaktadır. Kenarlarını unutmadan. Tabii ki bu Türk yüzyılı İslam kimliği içinde bir Türk yüzyılı olmaya adaydır...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.