Alevîlik siyasal bir sorun mu?
Alevî inancı etrafında dönen tartışmalarda, izi sürülmesi gereken en kritik soru bu olmalı: "Alevîlik siyasal bir sorun mu?" Türkiye'nin bir "Alevî sorunu" olduğu aşikâr.
Bu sorunun varlığına dair başvurabileceğimiz tek kriter var: Alevîlerin inançlarından kaynaklanan sorunlarının olması. Ayrımcılığa tabi tutulduklarına inanmaları. Kendilerini "eşit haklara sahip yurttaşlar" olarak görememeleri. Eksiklik duygusuna kapılmaları, inançlarını yaşarken zorluklarla karşılaşmaları, güvensizlik içinde bulunmaları. Şayet Alevî inancına mensup olanlar, "benim Alevî olmamdan neşet eden sorunlarım var" diyorsa, Türkiye'nin bir "Alevî sorunu" var demektir. O zaman bu sorunu çözmek, eşit yurttaşlık ilkelerini savunan herkesin görevidir.
Bu sorunu el birliği ile çözerken bulanıklığı gidermemiz lâzım. "Alevî sorunu", içinde duygusal yüklemelerin çok fazla yer işgal ettiği bir sorun. Yaşanan bir yığın acının üzerinde yükselen bir sorundan bahsediyoruz. Duygusal yükler görüş açımızı kapatmamalı. Sorduğumuz "Alevîlik siyasal bir sorun mu?" sorusu bize yol gösterebilir.
Hiç şüphe yok ki, Türkiye'nin "Kürt sorunu" bir siyasal sorun. Çok dinli, çok dilli ve çok milletli Osmanlı İmparatorluğu içinde bugün çözmeye çalıştığımız bu sorun yer almıyordu. Bir yandan ulus-devlet formunda oluşan Cumhuriyet'in "tek millet" yaratma gayretleri, Kürtleri asimilasyona tabi tutarak Türkleştirmeye kalktı; öbür tarafta Kürt milliyetçileri bu politikaya direndi ve kendi siyasal ideallerinin peşinde koşmaya başladı; ve ortaya Kürt sorunu çıktı. Bugün Kürt sorunu hâlâ, devletin üniter-ulus devlet ideali ile Kürt siyaseti arasında bütünüyle "siyasal" bir sorun olarak sürüyor. Sorunun doğasına ilişkin bu tanım, çözüme giden yolu da gösteriyor. Kürt sorunu şayet "siyasal" bir sorun ise bu sorunun çözümü de bütünüyle "siyasal" olacak. Devlet Kürtleri Türkleştirmekten vazgeçecek böylece Kürt milliyetçiliğinin ateşi düşecek. Kürtler, Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin "siyasal" üyesi, yani vatandaşları olarak rızalarına dayanan yeni bir mutabakatın tarafı olacaklar. Bugün Kürt sorununu çözmek için emin adımlarla ilerlediğimiz yol, bu siyasal mutabakat arayışından ibaret.
"Alevî sorunu" ise doğası ve yansımaları itibarıyla "siyasal" bir sorun değil. Alevîlik tarih boyunca, Yavuz-İsmail rekabeti ve Yeniçeri Ocağı'nın lağvedilmesi sonrası Bektaşiliğe yönelik yıkıcı kampanya dışında siyasal bir sorun olmadı. Alevîlik bir toplumsal sorun. Ancak bu toplumsallığın içinde yer alabildiği ölçüde dinî bir sorun. Yani? Bir teoloji sorunu değil. Canlı, yaşayan toplumsallığın içinde yer alıyor. Bir toplumsal varoluş biçimini, bir toplumsal kutuplaşmayı ve toplumsal olarak güven içinde yaşama arzusunu ifade ediyor.
Alevî ÇalIştayI'nIn beş sorunu
Profesör Necdet Subaşı'nın önayak olduğu Alevî Çalıştayı'nda üzerinde mutabık kalınan beş temel sorunu sıralayalım: Cemevlerinin yasal statüye kavuşturulması, Diyanet İşleri Başkanlığı'nın kaldırılması, Madımak Oteli'nin müze olması, Alevî köylerine cami yapılmaması ve zorunlu din derslerinin kaldırılması. Birincisi: Laik bir ülkede, sadece cemevlerinin değil, bütün ibadethanelerin "din ve vicdan hürriyeti" kapsamında saygın statülerinin olması gerekir. İkincisi: Diyanet İşleri Başkanlığı'nın kaldırılması talebi, doğrudan Alevîliğe değil devlet-din ilişkilerine dair bir talep. Varsayalım kaldırdık, bu işten Alevîler nasıl etkilenir? Merkezî bir dinî hiyerarşinin dışında şekillenen Sünnî itikadı, Alevîler için daha güvenli bir çevre mi oluşturur? Yoksa tam aksi mi? Üçüncüsü: Madımak Oteli'nin müze olması bir sivil inisiyatif ile çözülebilir. Devlet çözerse daha zarif olur. Dördüncüsü: Değil Alevî köylerine, hiçbir yere devlet zorla cami yapamaz. Beşincisi: Mecburî din dersleri sorunu, delinin kuyuya attığı bir taştan ibaret. Türkiye'de kimse dinini bu derslerle öğrenmiyor. Bir kutuplaşma konusu olmaktan çıkarsa kolayca çözülebilir.
"Siyasal" olarak formüle edilen sorunların hiçbiri, gerçekte siyasal sorunlar değil. Alevîler aslında devletle aralarında yer alan sorunları çözmüyorlar, Sünnî çoğunluk ile iletişimi AK Parti hükümeti üzerinden kuruyorlar. AK Parti hükümetini karşılarında devlet iktidarını kullanan bir siyasal muhatap olarak değil, Sünnî çoğunluğun temsilcisi olarak görüyorlar. Bu durum son derece doğal. Öyleyse son Çalıştay'a ve öncesinde Muharrem İftarı gibi, hükümetle Alevîleri bir araya getiren buluşmalara, siyasal olmaktan çok toplumsal anlamlar yüklemeliyiz.
Toplumsal sorunları çözmek elbette daha zor. Toplumsal sorun, gündelik hayata kadar yansıyan toplumsal bölünmelere dayanır. Türkiye'nin kendine özgü Alevî-Sünnî ayrımı oldukça derin bir çatlağı ifade ediyor. İki temel sorunumuzda, yani Kürt ve Alevî sorunlarında nesnel olarak kritik avantajlarımız var. Kürt sorunu bir etnik sorun, ama din çok güçlü bir yapıştırıcı olarak devrede. Alevî sorunu ise bir dinî sorun ve burada da etnik farklılığın olmaması ayrılığı içinden çıkılmaz hale getirmiyor. Kürt sorunu, dökülen onca kana rağmen bir toplumsal sorun olmadı; siyasal katta çözülebilir sınırlar içinde duruyor. Derin toplumsal karşılıkları olan Alevî sorunu ise doğrudan bir siyasal soruna dönüşmedi. Her ikisi de durduğu yerde duruyor. Demek ki şanslıyız ve hâlâ çözüm için güçlü araçlara sahibiz.
Alevî sorunu, Kürt sorunundan daha karmaşık bir sorun. Ama en temelde bir güven sorunu. Beş maddede ifade edilen çözümler, aslında bu güven sorununu somutlaştırmak için geliştirilen formüller. Tıpkı Kürt sorununun sadece Kürtlerin sorunu olmaması gibi Alevî sorunu da sadece Alevîlerin değil Türkiye'nin sorunu. Kavramları teknik anlamda doğru kullanırsak Kürt sorunu bir demokratikleşme sorunu; Alevî sorunu ise bütünüyle bir laiklik sorunu. Laiklik prensibi, öncelikle Alevîlere koruma sağlayan bir prensip. Toplumsal katta bu koruma sağlanamayınca, yani Alevîlerin Sünnî çoğunluk karşısında güven sorunu çözülemeyince laiklik sorunu, başörtüsü yasağı gibi alanlarda mantık sınırlarının dışına çıkıyor. Laiklik, kaldıramayacağı ağır yükler altında eziliyor. İki kere ikinin dört etmesi kadar açık: Alevî sorunu hâl yoluna konulmadan, din eğitimi ve başörtüsü sorunu gibi dinî özgürlük sorunları çözülemez. Daha ötesi, demokratik iktidarlar üzerindeki laikçi vesayet, Alevî sorunu çözülmeden sona ermez.
ÖNCE DUVARLARI YIKMAK GEREKİYOR
AK Parti hükümeti bunun farkında olduğu için Alevîlere yaklaşma çabasını ısrarla sürdürüyor. Reha Çamuroğlu, aradaki duygusal tortuları aşacak bir ufka ve vukufa, üstelik cesarete sahip. Necdet Subaşı, alanında çok saygın bir felsefeci; iyi niyetinden ve birikiminden kimse endişe edemez. Bu iki isim ön safta olduğu zaman bütün yapılan işlere hepimizin güvenmesi lâzım. Alevî sorunu bir toplumsal sorun. Çözümü için gözlerimizi siyasal kata değil, topluma çevirmemiz ve toplumun psikolojisini gözetmemiz lâzım. Sonuç elde etmek için gidilecek çok uzun bir yol önümüzde duruyor. Tüketici siyasal tartışmalar yerine, iyi niyetli ve güven veren adımlara ihtiyacımız var. Belki söylenen sözlerden ziyade, yüzlere yansıyan sıcaklığa dikkat etmeliyiz. Alevî Çalıştayı gerek temsil edici katılımı, gerek konuşulan konular ve konuşma üslubu ile doğru yolda atılan ileri bir adım oldu. Alevî sorununun çözümü, somut sonuçlarda uzlaşmaktan önce aradaki yüksek ve kalın duvarları yıkmak ve gözlerimizin içine bakarak konuşabilmekle mümkün.