Mustafa Özcan

Mustafa Özcan

Kitle imha silahlarının İslami hükmü

Kitle imha silahlarının İslami hükmü

Kuzey Kore’nin nükleer silahlar denemesi yeniden kitle imha silahlarını gündeme getirdi. İslami camiada ve kesimlerde nükleer silahların mahiyeti ve yapımı ve edinilmesinin meşruiyetiyle alakalı olarak çok sayıda görüş var. Kimileri muharip olmayan kadın, çocuk, yaşlı ve din adamlarını ve bitki örtüsünü de mahvettiği ve zararı onlara da dokunduğu için meşruiyetini reddediyorlar. Özellikle Türkiye’de Yunus Çengel gibi kimileri İslam’ın rahmet ve şefkat dini olması hasebiyle nükleer silahların edinilmesinin dinen sakıncalı olduğunu ileri sürdüler. Esasında meselenin teknik yönüyle alakalı olmakla birlikte şer’i yönüyle alakası kısıtlı ve yetersiz bulunan Yunus Çengel’in böyle bir meselede; meselenin şer’i yönüyle alakalı görüş serdetmesi haddi aşmak olmasa da maksadı aşmak olur. Lakin elbette genel olarak kitle imha silahları ve özel olarak nükleer silahların yapımı, depolanması ve kullanımı hususunda değişik görüşler var. İran rejiminin önde gelen isimleri nükleer silahların İslami açıdan edinilmesi, depolanması ve kullanılmasının haram olduğuna dair fetva vermişlerdir. En yeni olarak bu meseleyi Newsweek Uluslar arası Baskılar Editörü Ferid Zekeriya gündeme getirmiş ve bu yönde daha önce verilen fetvalara gönderme ve atıf yapmıştır. “They May Not Want The Bomb And other unexpected truths” başlıklı yazısında Ayetullah Humeyni’nin bu silahların İslamdışı olduğuna dair fetvasını hatırlatmıştır. ‘İran hakkında bildiğiniz her şey yanlış’ diyerek makalesine başlayan Zekeriya, Ayetullah Humeyni’nin ardından dini rehberlik makamını deruhte eden Hamaney’in ise 2004 yılında (İran’ın nükleer faaliyetlerini durdurmasından bir yıl sonra) yine bu yönde bir fetva verdiğini ve nükleer silahlar edinmenin ahlakdışı olduğunu ileri sürdüğünü aktarıyor. Hamaney, geliştirmek, üretmek ve stoklamanın caiz olmadığını ileri sürüyor. Ferid Zekeriya ‘bu fetva ya taktik gereği ve bir nevi takiyye ise durum ne olacak?’ sorusuna ise şu karşılığı veriyor: “Bu fetvalara rağmen İran bu tür silahlar üretecek olursa kesinlikle kendisine yönelik güven sarsılacaktır...” Elbette bu bir ihtimaldir lakin İran bu tür nükleer silahlar üretse bile bunu alenileştirmeyecek ve muhtemelen İsrail gibi bu hususta karartma ve belirsizlik politikası uygulayacaktır.

Tekrar işin özüne gelecek olursak; gerçekten de nükleer silah üretmek katiyetle caiz değil midir yani haram mıdır? Bu öyle kolay bir şekilde ve bir tek fetvayla üstesinden gelinecek bir mesele değildir. Çok karmaşık bir meseledir. Zararlarını biliyoruz. Maksut ve hedef olmayan kitleler de bu silahlardan zarar görebilmekteler. Lakin işin başka boyutunda can ve mal emniyetini koruyan bir tarafı da var. Mesela İsrail basını, İran’ın nükleer silahlar edinmesi halinde en azından İsrail halkının çeyreğinin tabanları yağlayarak İsrail’den kaçacağını ortaya koyuyor. Yapılan kamuoyu yoklamaları bunu göstermektedir. Salih Naami adlı yazara göre (İsrail’in nükleer İran korkusu) belki de fiili durumda İran’ın nükleer silahlar edinmesi halinde İsrail halkının dörtte biri değil belki daha fazlası da kaçacak ve belki de İsrail devleti bir kurşun atmadan çözülüp ve yok olup gidecektir. Salih Naami, Arapların elinde nükleer silahlar olması halinde İsrail’in Gazze’ye saldıramayacağını ve böyle katliamlar irtikap edemeyeceğini de söylüyor. Belki de o zaman eşitliğe ve korkuya dayalı bir statüde barış kotarılabilecektir. Bundan dolayı tek taraflı çözümler veya teklifler gerçeğin bütününü yansıtmıyor.

Kuralsız silah ve hususiyle kitle imha silahları kullanmak elbette ki kabul edilemez ve caiz değildir. Lakin savunma silahı olarak imal etmenin caizliğine dair genel bir kabul var. Zira ‘ve eiddu lehum mastata’tüm min kuvve’ ibaresinde ‘min kuvve’ ibaresi silah imalatının sınırlarını açık bırakıyor. Lakin bu açık bırakmak öldürmede belirsizlik değildir. El Beyan dergisinden (Mayıs 2009) Muhammed Bin Şakir el Şerif, nükleer silahlar edinmek ve kullanmak hususunda ihtimalleri ve görüşleri serdediyor. İsrail beyaz fosfor bombası ve misket ve salkım bombaları olmak üzere birçok yasak silahı denemekte ve kullanmaktadır. Lakin Müslümanlar bu silahları edinmenin bile çok uzağındadırlar. Buna rağmen, Yunus Çengel gibiler daha baştan İslam dünyasının önünü kesmeye çalışıyorlar. Hindistan’da nükleer programın babası Abdulkelam el üstünde tutulurken Pakistan’da Abdulkadir Han parya muamelesi gördü. Evet, bu silahlar muhariplerin dışındaki unsurlara karşı kullanılmazlar. Lakin bunun da istisnası yok mudur? Mısır Müftüsü Ali Cuma da bu hususta aslında yerinde değerlendirmelerde bulunmuştur. Bu da şudur: İslam ülkeleri caydırıcılık açısından nükleer silahlar üretebilir ve depolayabilirler. Bunun kullanılması ise devlet başkanının takdirine bağlıdır. Burada esasında meselenin devlet başkanının insiyatifine bırakılması da tamamen yanlış değilse de eksik ve riskli bir husustur. Muhammed Bin Şakir eş Şerif de meseleyi üç boyutta ele almaktadır. Gayri Müslim ülkeler ve bütün dünya kitle imha silahlarından kurtulmak isterlerse ve bundan vazgeçerse buna uymak Müslümanlar için de geçerli ve zaruridir. Lakin burada aldatmaca değil, samimiyet aranmalıdır. Buna mukabil, gayri Müslim ülkeler nükleer veya kitle imha silahları depolarlarsa bu da Müslüman ülkelere mütekabiliyet hakkı verir. Müslümanlar da nükleer silahlar edinirler ve bu aynı zamanda bir görevdir. Bunun yararı caydırıcı olmasıdır. Son tahlilde, Müslümanlar ellerindeki bu silahları kullanabilirler mi? Bunun cevabı da misilleme bağlamında evettir. Müslümanlar misilleme bağlamı dışında bu silahları ilk kullanan taraf olmayacaktır. Soğuk Savaş döneminde de SSCB ile ABD arasında böyle jestleşmeler yaşanmıştı. Kur’an-ı Kerim’de ‘ve cezau seyyietin seyyietün misluha’ ve ‘femen i’teda aleyküm fa’tedu alayhi bimisli ma etada aleyküm’ ve yine ‘ve in akebtum feakibu bimisli ma ukibtum bihi’ ayetleri açıkça Müslümanlara misilleme hakkı vermektedir. Bu durumda muharip olmayan ve masun olanların siyaneti ne olacaktır? Herhalde misilleme hakkı ile dokunulmazlık meselesi birbirini tahsis edecektir. Keşke bütün tarafların ortak gayretiyle gezegenimiz ve bütün kainat bir sulhu sükun adası olabilse. Bu herkesin dileği ve çabası olmalıdır. Lakin bu olamıyorsa o takdirde, barış tek yanlı gayretlerle sağlanamaz ve bu durumda denge ve caydırıcılık devreye girer. Lieberman gibi demiyoruz ama atalarımızın dediğini diyoruz: Sulhu sükun istiyorsan cenge hazır ol...

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Mustafa Özcan Arşivi