Allah'tan korkun!..
BÜYÜKLER şöyle buyurmuşlar: Bir Müslümana Allah'tan korkuyor musun diye sorsalar, ne cevap vermelidir?.. Korkmuyorum derse kâfir olur. Korkuyorum dese, gerektiği gibi ve hakkıyla korkmadığı için yalancı olacak...En doğrusu başını önüne eğip ağlamaktır...
Birisi: "Allah'tan kork!..Sen kendini ehl-i necat ve ehl-i Cennet olarak görüyorsun, karşındakileri cehennemlik gösteriyorsun..." diye tenkit ediyor.
Ehl-i Sünnet Müslümanlığında havf ile reca (korku ile ümid) arasında bulunmak gerekir. Tek başına havf, tek başına reca küfre yol açar.
Bendeniz kendimi ehl-i cennet olarak göstermiyorum. Söylediğim özetle şudur:
İslâm dininin birçok beşerî yorumu vardır. Kur'ân'a, Sünnete en uygun yorum Ehl-i Sünnet ve Cemaat'in yorumudur.
Peygamber Efendimizin Cennetle müjdelemiş olduğu on küsur kişi dışında hiç kimse için kesin bir şekilde Cennetliktir denilemez. Salihlerin Cennetlik olduğu zannedilir. Nitekim mânevî derecesi ve makamı yüksek olan, gerçekten salih ve iyi kimseler için "Mazanne-i kiramdan" denilir.
Bir kimse iman etmişse, Şeriatın salih ameller olarak bildirdiği ibadetleri, iyi ve güzel işleri yapmışsa, kebairden (büyük günahlardan) uzak kalmışsa, gurur ve kibir sahibi olmamışsa, Allah'a ortak koşmamışsa, Nefs-i emmaresinin yap dediklerini yapmamışsa, malıyla ve canıyla Allah yolunda cihad etmişse, böylece Allah'ın yüce rızasını kazanmışsa, Peygamberin (Allah'ın izniyle yaptığı) şefaatine nail olmuşsa, o kişi inşaallah cennetliktir.
İlimleri olduğu halde Kur'ân'ı bile bile, kasıtlı olarak yanlış yorumlayanlar...
Tevhid inancı ile Teslis (Allah'a oğul isnad etme, üçleme) inancını bağdaştırmaya çalışanlar...
Resulullah efendimizin (Salat ve selam olsun O'na) sahih hadislerini ayıklayanlar...
İlahî ve münzel (Hak katından indirilmiş) İslâm dinini; ABve çağdaş Batı medeniyeti standartlarına ayarlamaya çalışanlar...
Şeriatsız ve fıkıhsız bir İslâm türetmek isteyenler...
Dinimizi bir tür Protestanlığa, hümanizmaya, ideolojiye dönüştürmek isteyenler...
Muhkem ayetlerin, mütevatir ve sahih hadîslerin nicesi için "Onların hükmü eskiden geçerliydi, şimdi hükümleri kalmamıştır..." diyen tarihselcilerden yana olanlar...
Çan ve ezan sesleri içinde papazlarla birlikte Mardin'deki Kazimiye medresesinin havuzunun üzerine yapılmış tahta köprüden geçerek Diyalog ve Hoşgörü tiyatroları oynayanlar...
İslâm'ı sulandırmak, light ve ılımlı hale getirmek, evcilleştirmek için Haçlılarla, Siyonistlerle, kefere ve fecere ile işbirliği yapanlar...
Dinde reform faaliyetleri karşılığında çuval çuval (doların yüz binleriyle) ücret alanlar...
Mevrid-i nasta ictihad yapmaya yeltenenler...
İslâm'ı feminizm doktrin ve ideolojisine uygun hale getirmek için çırpınanlar...
İşte bunların, yaptıkları bu kötü işler dolayısıyla ayaklarının kaymasından çok korkulur.
Kendilerini tevbeye ve Kur'ân-Sünnet İslâmlığına dönmeye çağırıyoruz.
Tevbe etmez ve Kur'ân, Sünnet, Cemaatİslâmına, Cadde-i Kübraya, Cumhur-i Ulema yoluna, Sevad-ı A'zama dönmezlerse aldattıkları, saptırdıkları, bid'at bataklıklarına düşürdükleri halkın ve gençlerin vebali onların üzerine olacaktır.
Onlar dall ve mudildir, yani sapıtmışlardır ve saptırmışlardır.
Nice bilenler riyaset hırsı, şöhret ibtilâsı, para hırsı ile doğru yoldan çıkmıştır. Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi ve sellem) yarın ahirette en şiddetli azaba bildikleriyle amel etmeyen âlimler çarpılacaktır buyurmuştur.
Gücüm yettiği kadar dinde reform, dinde ılımlılık, Fazlurrahmancılık, dini Kemalizme uydurma ve ayarlama, Diyalog, hadîslerin ayıklanması ve bunlara benzer bozuk teşebbüs, niyet ve faaliyetlerle mücadele edeceğim.
Din hükümleri evrenseldir, kesinlikle tarihsel değildir.
Dini kendisine, zamana, Batı medeniyetine, Avrupa standartlarına, şu veya bu ideolojiye uydurmak büyük sapıklıktır.
Kurtulmak isteyenler kendilerini Kur'ân,Sünnet, icmâ-i ümmet, cumhur-i ulemâ İslâmlığına uydurmaya çalışsın.
GÖRMEK VEYA GÖRMEMEK
HER insan aklına, zekâsına, tahsiline, dinî inançlarına veya inançsızlığına, uzmanlığına, mensub olduğu klânın veya kastın dogmalarına, kendi bakış açısına göre görür, algılar, değerlendirir.
Her insan az veya çok şartlandırılmıştır.
Sanattan, mimarlıktan anlayan, yüksek kültür sahibi, ince ruhlu bir insanSüleymaniye Camii'nin önünde kendinden geçer büyük bir haz ve zevk alarak binayı temaşa eder. Ruhsuz, kültürsüz, cahil, boyutsuz bir kimse aynı binanın önünden öküz gibi, merkeb gibi, belki onlardan daha aşağı olarak geçer, hiçbir şey anlamaz ve algılamaz.
Hüsn-i hattan (İslâm kaligrafi sanatından) anlamayan, bu konuda bilgisi ve birikimi bulunmayan, hatları okuyamayan bir kimse Beyazıt'taki büyük üniversite kapısı üzerindeki "Dâire-i Umûr-i Askeriyye" yazısından hiçbir şey anlamaz. Hattâ o yazıyı görmez bile. İslâm-Osmanlı sanatını bilen bir kimse o levha önünde vecde gelir, gerçekten derin bir haz duyar bakarken.
Cenab Şehabeddin'in "Kar" isimli şiirini okuyup anlamak için yazılı, edebî, zengin, medenî Türkçe'ye âşina olmak gerekir. Âşinalığınız varsa, bambaşka bir âleme gidersiniz o şiiri terennüm ederken.
Yemek yerken bile böyledir. Adam önüne konulan o nefis Elbasan tavasına düşmana saldırır gibi saldırır, kısa zamanda silip süpürür, sonra daha var mı diye bakınır. Medenî, kültürlü, şehirli, birikimli, zevkli, görgülü kimse böyle mi yemek yer?.. Ağır ağır, azamî damak lezzeti alarak, çiğneyerek yer. Yemek yemek de bir sanattır. Bedevî ile medenî aynı yemeği aynı şekilde yemez.
Çay veya kahve içmek... Herifin ağzı sanki teneke kaplıdır. Kendisine ikram edilen kaynar çayı bir iki yudumda içip bitirir. Çayın rengine, kokusuna, lezzetine dikkat etmez.
Âdi, ucuz, sıradan bardaklarla çay içen zenginlere ne kadar acırım bilseniz. Bardak güzel olacak, tabağı sanatlı olacak, kaşığı da... Çay nefis değil, enfes (en nefis) olacak. Bir miktar kaliteli yerli çay içine az Yunnan çayı, az Derjeeling, az da Madagaskar çayı konulup harman yapılacak. Antika bir porselen demlikte demlenecek. Rastgele suyla çay olmaz.İyi bir menba suyuyla yapılacak. Çayın hazırlaması ayrı, içmesi ayrı, bardağı tabağı kaşığı ayrı bir sanat ve inceliktir. Çok iyi bir çay içilirken gıybet edilir veya kaba bir söz sarfedilirse çay bozulur, acır...Japonların çay seremonisini duymuşsunuzdur. İcazetli, şecereli bir çay üstadından yıllarca ders alarak öğreniliyor... Bir demliğe yeterli miktarda kuru çay koyarsın, üzerine faaaş kaynar su dökersin, beş on dakika sonra içersin... Yâ öyle mi? Ona çay değil, bulaşık suyu derler. Çayın ruhanilerle bile alâkası vardır.
Eski medeniyetimizde her şeyin edebi, şartı, erkânı vardı. Onları attık, yerlerine bir şey koyamadık. Açıkta kaldık.
Osmanlı'nın en son kamu hizmeti binası Sultanahmet Cezaevi'dir. Eski adıyla Dersaadet Cinayet Tevkifhanesi... O, mimarlık sanatı bakımından bir şaheserdir. Kapısının önünden geçin ve dikkatle bakın...Süsler, çiniler, sülüs yazı, saçaklar, pencereler her şey güzeldir. Bayrampaşa cezaevi binası ne oldu? Boşaltıldı ve ardından yıkıldı. Korunmasına lüzum yoktu. Çünkü pek çirkin bir binaydı. Atalarımız bir cezaevi binasına sanat üfürebilmişler, biz ise bu konuda yaya kalmışız.
Eşyanın, binaların, yolların, elbiselerin sanki birer ruhları vardır. Sahiplerinden onlara bir şeyler siner. Bizim duyamadığımız, anlayamadığımız lisanları vardır. Eskidikleri için onları çöpe atarken, ruhunuzun bir parçasını atmış olursunuz.
Evler, meskenler mal değil, yuvadır.
Eski binaya tırmanmış hanımeli veya gül, yanından geçerken sizi tanır ve selâmlar. İçinizden "Bu pembe küçük güller ne güzel" diye bir düşünce geçerirseniz nebat bunu anlar ve çok heyecanlanır.
Bizi kuşatan her şeyde sırlar gizlidir. Küçük caminin derz duvarı, yemek verdiğiniz sokak kedisi, pencerenize gelip tane isteyen kumru çifti, saksıdaki çiçek, esen rüzgâr. Aylandoz ağacı deyip de geçmeyelim. Yapraklarında yazılar vardır, görmeyiz, okumayız, anlamayız. Her kiyahi ki, ez zemin royed/ Vahdehu lâ şerike leh goyed... Her ne yeşillik ki, yerden biter/ Birdir O ortağı yoktur der...
Bütün bunları görmek veya görmemek... Sezmek veya sezmemek... İşte mesele burada.