Kartelde tezgâh bitmez... Prof'a saat, erkeğe çarşaf!
Hikâyeyi bilirsiniz.. Hani, "deve"ye sormuşlar, "boynun neden eğri?" diye... O da, "nerem doğru ki?" diye cevap vermiş ya... Kartel medyası da, "deve"den farksız... Hangi haberleri "doğru" ki, düzeltesiniz... Malûm, bu konuda bir hikaye daha var... Bir sohbet esnasında, adamın biri, topluluktakilere, demişki;
"Bir keşiş, deniz kenarında tam kızını kurban edeceği sırada Mikâil adlı melek gökten bir keçi getirdi..."
Sohbette bulunanlardan biri, dayanamayıp patlamış:
"Be adam" demiş;
"Şu söylediklerinin hangisini düzelteyim?.. Bir kere; o kişi keşiş değil, Hz. İbrahim Peygamber idi!.. Orası, deniz kenarı değil, dağlık arazi idi!.. Kızını değil, oğlu İsmail'i kurban edecekti... Meleğin adı Mikâil değil, Cebrail Aleyhisselâm idi... Gökten inen de keçi değil, koyun idi!"
Dedim ya, "kartel medyası" da; son günlerde her şeyi birbirine karıştırmaya başladı... "Peygamber"le "keşiş'i, "koyun" ile "keçi"yi, "dağlık arazi" ile "deniz kenarı"nı "Mikâil" ile "Cebrail"i birbirine karıştırıyorlar!.. Peki, bu karıştırma "cehalet"lerinden mi, "inat"larından mı?..
"Bilmemek" elbette ayıp değil... Bir insan, her şeyi bilmek zorunda değil.. Evet, "bilmemek" ayıp değil ama, sorup da "öğrenmemek" gerçekten ayıp... Bir insan, hele de "bilmediği" bir konuda "fikir" ve "kanaat" sahibi ise, sürekli "ahkâm" kesip, bunu da kitlelere "doğru" diye dayatmaya kalkıyorsa, işte orada "masumiyet"ten söz edilemez... Orada "hata" değil, "kasıt" vardır!.. "Kin" vardır, "öfke" vardır, "öç" vardır!..
"Hata"yı düzeltebilirsin, ama "inat" ise, düzeltmek mümkün değil!..
Bilmeden yapılan bir "hata"dan dolayı "özür" dilenirse, kabul edilebilir, hoş görülebilir!.. Ancak "hatalar zinciri"ni nasıl kabul edeceksin?.. Hele de, o hatalar üst üste birikip, bir "yalan tabakası" haline gelmişse!..
BANA MANŞETİNİ SöYLE!
Son haftalarda, hatta son aylarda "Aydın Doğan gazeteleri"ne bir haller oldu... Ya Hürriyet'te, ya da Milliyet'te bazen ikisinde birden "yalan haberler" artmaya başladı..
Acaba, "dert"leri ne, "sıkıntı"ları ne?..
Onların bu haberlerini gördükçe, eski bir "Milliyet yazarı"nın şu sözü gelir aklıma: "Bana manşetlerini söyle, sana altında yatanı söyleyeyim!"
Gerçekten de, verilen "haber"lerin, atılan "manşet"lerin çoğunun altında mutlaka bir "hesap" vardır!.. Ya "ideolojik" bir hesap vardır, ya da "ticari" bir kaygı!..
Ya, toplum "dönüştürülmeye" veya "alıştırılmaya" ya da "hükümete" veya "birilerine" mesaj gönderilmeye çalışılmaktadır!..
Sonuç itibariyle "denilmek istenen" şudur:
"Ben, ne dersem o olur!"
Kabul ve itiraf edelim ki;
Bugüne kadar, bu çark böyle döndü... "Onlar" ne dedi ise, "birileri" hep boyun eğdi!.. "Direnenler" çıktıysa da, "yargısız infaz"lara maruz kaldılar!..
"İş"lerini kaybettiler, "eş"lerini kaybettiler, "koltuk"larını kaybettiler ve hatta "can"larını kaybettiler!..
Zira, her yerde onların borusu ötüyordu!..
Bu durum, son yıllara kadar böyle devam etti... Ancak, Vakit gibi gazetelerin ortaya çıkması ve "maske"leri düşürmeye başlaması, hem "hesap"ları altüst etti, hem "ezber"leri bozdu ve hem de "kafa konforları"nı!..
İşte bu yüzdendir ki;
Gerek Hürriyet'e, gerek Milliyet'e bir haller oldu... Eskiden de böyle miydi bilmiyorum ama, son aylarda "iyice çuvallamaya" başladılar!..
Eskiden, "kız oğlan kız" dedikleri bir kadın, "Dokuz koca eskitmiş bir dul" çıkıyordu ama, bunun yine de "tutar" ve "ayağı yere basan" bir yanı vardı... öyle ya; hiç olmazsa, ortada bir "kadın" vardı...
Peki, ya ortada "kadın" yoksa!..
Bu durumda, "kız" da desen "dul" da desen, "yalan" olacaktır!.. çünkü ortada "kadın" yoktur!..
Yani, "olay" yoktur!..
"Olay" yoksa, "haber" de yoktur!..
Varsa, "yalan"dır!..
Tıpkı, Prof. Dr. Eser Karakaş olayında olduğu gibi!..
HEDİYE SAAT TARTIŞMASI!
Olayı biliyorsunuz... Türkiye, günlerdir "yapay bir gündem"le meşgul... Cumhurbaşkanı sayın Abdullah Gül'le birlikte Katar"a giden "gazeteci"lere ve "heyet mensupları"na Katar Emiri tarafından birer "saat" hediye edilmiş!..
Bu saatleri kimi "hediye" diye almış, kimi de "rüşvet" diye reddetmiş!..
Al sana bir "tartışma" konusu!..
Al sana "kriz" konusu!..
Taraflar ikiye ayrıldı... Bir taraf "almalıydılar" derken, bir taraf "haber alma-verme özgürlüğünü zedeler" diye bu hediyeye karşı çıktı ve "saat"leri iade etti.
Ben olayın detayına girmiyorum... Yalnızca şu soruyu soracağım: "Katar Emiri'nin hediye ettiği saati" almayan meslektaşlarımız, aynı Katar Emiri'nin "otel ücretlerini ödemesi"ne niye eyvallah ettiler, onu merak ediyorum!..
"Tutarlı" biriysen; "saat"i reddettiğin gibi, "otel ücretlerinin ödenmesi"ni de reddet!..
Ama hayır!..
Ne yani, o "saat"in ücreti, "otel parası"ndan daha mı azdı... Bildiğim kadarıyla "otel"in ücreti, "saat"ten daha fazlaydı!..
Her neyse... Dediğim gibi, bu tartışmaya girmeyeceğim... Yalnız, "tartışma"ların tarafı olan bir insana, evet "Prof. Eser Karakaş'a değinmeden geçmem mümkün değil!..
Efendim, Hürriyet'in 9 Şubat günkü 25. sayfasında, tam sayfa işte bu olay vardı.
Hem "tartışma"ya taraf olanların görüşleri vardı hem de saati "alanlar" ve "almayanlar"ın listesi!..
İşte o listede Prof. Karakaş'ın ismi de vardı ve Prof. Eser Karakaş, "Hediye saati aldığı iddia edilenler" arasında gösteriliyordu.
Ancaaaak!..
ORADA DEĞİLDİ Kİ, O SAATİ ALSIN!
Dünkü Arşiv sayfamızda da okuduğunuz gibi, Eser Karakaş şunları yazıyordu:
"Cumhurbaşkanı Sayın Abdullah Gül'ün Katar Emirliği'ne gerçekleştirdiği resmi ziyarete ben de davetli idim ama bir dizi nedenden, kısmet değilmiş, bu geziye katılamadım.
(....) Ancak, Cumartesi sabahı (9 Şubat) dostum Mehmet Altan'ın telefonuyla uyandım ve Hürriyet gazetesinin 25. sahifesinde Katar Emiri'nden hediye aldığı saati iade etmeyenler listesinde kendi adımı gördüm ve böylece Katar Emiri'nden bir adet Omega saat edindiğimi öğrendim; ben 'haber atlatma' diye bunu derim, çünkü beni bile atlatmışlardı."
Düşünebiliyor musunuz;
"Geziye katılmayan" bir insan, "geziye katıldı" olarak gösterilmekle kalmıyor, aynı zamanda "hediye saati aldığı" iddia edilenler arasında gösteriliyor!..
Dedim ya;
"Dokuz koca eskitmiş" dul bir kadını "kız oğlan kız" göstermenin "tutar" bir tarafı vardır!.. Ne de olsa, ortada bir "kadın" vardır!..
Ama, ya bu olaya ne diyeceğiz?..
Ortada "olay" yok, ama "haber" var!..
Hani, Prof. Eser Karakaş o "gezi"ye katılmış olsa ama "saat"ler hediye edilirken "başka bir yerde" olsa, yine de yapılan habere "hata" diyebilirsiniz!..
Ama birader, ortada "adam" yok, "olay" yok!.. Ama, "haber" var!..
Artık hangi örneği yakıştırırsanız yakıştırın bu olaya!.. İster "deve" örneğini, ister "Peygamber" ile "keşiş"i birbirine karıştıran adam örneğini!..
Zira her ikisine de uyar!..
MİLLİYET NASIL MANDEPSİYE BASTI?
Hürriyet böyle de, Milliyet farklı mı?..
2 Şubat 2008 tarihli Milliyet'in, sanıyorum 3. sayfasında, "Tekrar yaşaması istenen kişi Atatürk" başlıklı bir haber vardı.
özetle deniliyordu ki;
"ABD merkezli bir internet sitesinde başlatılan 'Tanrı Tekrar Kimi Göndersin?' başlıklı ankette Mustafa Kemal Atatürk 'açık ara' farkla birinci sırada yer alıyor.
Ankette Albert Einstein, Lenin, Bruce Lee, Mahatma Gandhi, William Shakespeare, Elvis Presley, Marilyn Monroe, Beethoven, Mao, Newton, James Dean ve Luciano Pavarotti gibi pek çok unutulmaz isim yarışıyor.
(...) Hâlâ 'www.whoshouldliveagain.com adresinde süren oylamada Atatürk, oyların yaklaşık yüzde 90'ını aldı. Oylamada Atatürk'ün ardından gelen Albert Einstein yaklaşık yüzde 4 oy alabildi."
Bu haberde "komik" olan neydi biliyor musunuz?.. Komik olan, "ABD merkezli" denilen internet sitesinin, bir "Türk firma"ya ait olması!..
Evet, evet;
"Kız oğlan kız" denilen kadının "Dokuz koca eskitmiş bir dul" çıkması gibi; "ABD merkezli" denilen internet sitesi de "Türk firması" çıkmış iyi mi?!? Doğrusu, Milliyet, fena halde "mandepsi"ye basmış!..
Engin Ardıç, bu durumda; "Aptallar olmasa ekmek bulamayız!" diye ince kıyım bir yorum getirmiş.. A. Turan Alkan da, "Bu memlekette bazı gazetelerin haber ve yorumlarını, daha doğrusu haber yorumlarını kesip kopyalasak alt alta yapıştırsanız mizah kitabı olur" demiş!..
Diyen demiş, daha ben ne diyeyim?
"Tongaya düşenler" düşünsün!..
çARŞAFLI ERKEKLER NASIL İRANLI OLDU?
Hayır, bütün bunlar umurumda değil... Hürriyet'in; "geziye gitmeyen bir adama hediye saat aldırması" da umurumda değil, Milliyet'in kendi okuyucusunu "aptal" yerine koyup; "Türkiye" merkezli bir olayı "ABD merkezli" diye kakalamaya çalışması da!..
Bunların örneklerini geçmişte de gördük!.. "Erkek" muhabirlere "çarşaf" giydirip "kayak" yaptırmışlar, sonra da "İranlı turist" diye yutturmuşlardı.
Hele hatırlayın 26 Ocak 2000'de, "İran usulü kayak" başlığı altında aynen şu haberi vermişlerdi:
"Erzurum Palandöken Dağı, yağan karla birlikte oldukça renklendi. Rus, Hollanda, İsrail ve Alman turistlerin akın ettiği Palandöken, İranlı turistleri de ağırlıyor. Cıvıl cıvıl Palandöken pistlerinde, çarşaflı İranlı kadınlar da gönüllerince spor yapmanın tadını çıkarıyor. Palandöken'in uçsuz bucaksız pistlerinde, profesyonel kayakçılara taş çıkartırcasına kayan çarşaflılar, herkesin ilgi odağı oldu."
Hemen hatırlatayım:
Bir süre sonra, bu "çarşaflı"ların "İranlı turist" değil, "kartel muhabirleri" olduğu ortaya çıktı!.. İşin tuhafı, "çarşaf" giyenler "kadın" değil, "erkek"ti!..
Dedim ya, bu tür haberleri artık kanıksadık...
GİYDİR çARŞAFI GöNDER üNİVERSİTEYE!..
Ama, endişem nedir biliyor musunuz;
İstanbul/Beşiktaş'ta bir araştırma merkezinin açılışına katılan Prof. Eser Karakaş'ı aynı gün Katar'da gösteren ve üstelik, orada "hediye saat" aldıran (!) gazeteler, yarın-bir gün de "erkeklere çarşaf" giydirip "üniversite kapısının önüne" gönderir ve sonra da "üniversiteye çarşafla girmeye kalktılar" diye manşet atarlar diye endişe ediyorum!..
Ne yani, olmaz mı?
Palandöken'de "erkeklere çarşaf" giydiren ve sonra da onları "İranlı turistler" diye kakalayan bu gazeteler değil mi?!?
Erkek muhabirine "çarşaf" giydirip "İranlı turist kılığı"na sokan bu gazeteler, aynı muhabirlere "çarşaf" giydirip "üniversite öğrencisi" kılığına sokamaz mı?..
Sokup da; "üniversitelere çarşafla girmek isteyenler çoğaldı" diye başlık atamaz mı?.
Maksat, "provokasyon" ve "tahrik" olduktan sonra, bunu da yaparlar!..
öyle ya, kartelde "tezgah" bitmez!..
"İtibar" biter, "güven" biter, "tiraj" biter ama "tezgâh" bitmez!..
----------
Yasakçılıkta direnenler!
Bakın, altını kalın çizgilerle çizerek söylüyorum, bu ülkede 10 yılı aşkın bir zamandır , "yasadışı bir zorbalık" hüküm sürdü... Ortada "başörtüsünü yasaklayan" herhangi bir yasa maddesi bulunmamasına rağmen, öğrenciler tam 10 yıldır "üniversite"lere giremedi... Yani, "olmayan yasağa" boyun eğdiler!..
Ya şimdi... Cumartesi günü Meclis, hem de "411 oy" gibi rekor bir rakamla Anayasa'nın iki maddesini değiştirdi ve "başörtüsü serbest" dedi.
Dün, bazı üniversiteler, "Cumhurbaşkanı'nın onayı"nı bile beklemeden "örtü"yü serbest bıraktı... Bazıları "onay" çıkınca serbest bırakacağını açıkladı... Ama bazı rektörler, hâlâ "yasakçılık"ta direniyor!.. Evet, "Anayasa'yı çiğneme ve yok sayma" pahasına yasağı sürdüreceklerini açıklıyorlar!..
Gerisini bilmem ama; bu ülkede "Elele Eylemi"ne katıldılar diye, bazı "Profesörler"in unvanları ellerinden alındı, "profesörlükleri iptal" edildi!..
Şimdi merak ediyorum: "Olmayan bir yasağı" uygulayan rektörler, "Anayasa ile getirilen özgürlüğe" direnecekler mi?.. Direnirlerse, haklarında ne gibi bir işlem yapılacak?..
Göreceğiz bakalım... El mi yaman, bey mi?..