Bütün bunlar “kontrollü kriz” senaryosu muydu?
Haftalardır hepimizi rehin alan tartışmanın şekli tam bir Türkiye klasiği. Bir sorunu çözmekten çok, o sorun üzerinden kamplara ayrılma, safları belirleme, meydan muharebesine girme, hesaplaşma düşüncesi ve sorunu fırsata dönüştürme becerisi hiçbir ülkede Türkiye kadar gelişmemiştir. Çünkü hiç bir ülkede iç iktidar çatışması, paylaşım kavgası bu kadar derin, bu kadar sarsıcı, bu kadar uzun ömürlü olmuyor. Her ne kadar kurumların uyumuna dikkat çekilse de, yıpratılmaması uyarısı yapılsa da, Türkiye siyasi tarihinin en derin ve sancılı iktidar hesaplaşması yaşanıyor, bu bir gerçek.
“Belge”nin ortaya çıkışına, sahte-gerçek tartışmasına, imza üzerindeki spekülasyonlara ve son noktaya kadarki sürece özetle bakalım. Bakalım ve aslında kurumlararası koordinasyonla birkaç günde sonuç alınabilecek bir olayın neden bu kadar uzatıldığını sormaya hakkımız olsun. “Internethaber” ve “iyibilgi” gibi haber/yorum siteleri, her şeyi özetleyen, aslında bir çok köşe yazısından çok daha net bir tabloyla söylenmesi gerekenleri söylemiş. Birlikte okuyalım ve sorular soralım:
“26 Haziran: Askeri Savcılığın 'kovuşturmaya gerek yok' açıklamasının ardından Org. İlker Başbuğ, sürpriz bir basın toplantısı düzenleyerek kamuoyunun karşısına geçti. Başbuğ'un çizgileri netti: TSK yıpratılma kampanyalarına kat-la-na-maz. Mağdur bırakılmasına seyirci ka-la-maz. Dosyanın sivil yargıya sevkedildiğini belirten Org. Başbuğ, sivil yargıya Albay Çiçek'in suçlu olup olmadığını sormadıklarının altını çizdi; “Kağıt parçasının kim tarafından ve ne amaçla hazırlandığının bulunmasını istiyoruz. Bu devletin görevi” dedi. Genelkurmay Başkanı yeni bir emare bulunması durumunda da soruşturmanın açılacağı yerin kesinlikle Askeri Savcılık olduğuna işaret etti.
28 Haziran: Aradan 2 gün geçmeden Meclis'ten beklenmedik bir kanun geçti. Askere sivil yargı yolunu açan gece yarısı kanunu Meclis'ten geçti. Muhalefet ayağa kalktı.
29 Haziran: Org. İlker Başbuğ yine sürpriz bir atakla Başbakan'la perşembe günleri yaptığı olağan görüşmeyi 3 gün öncesine çekmeyi talep etti. Sabah saatleri.... Ancak bu kritik görüşmenin öncesinde Başbakan Tayyip Erdoğan'ı ziyaret eden biri daha vardı. Bu kişi MİT Müsteşarı Emre Taner'di. Gözler, MİT Müsteşarı'nın elindeki dosyalara takıldı.
Öğle saatleri... Emre Taner'den hemen sonra Org. Başbuğ ile Başbakan Erdoğan, Başbuğ'un isteği üzerine bir araya geldi. Görüşmeye Adalet Bakanı Sadullah Ergin de katılmıştı.
Ve aynı gün akşam saatlerinde MİT Müsteşarı Emre Taner, Başbakan'la görüşmesinin ardından bu kez Genelkurmay Başkanı'nı ziyaret etti. Bir gün içinde dikkat çeken bu kritik görüşme üçgeni, MİT Müsteşarlığı'nın da konuya dahil olduğunun göstergesiydi. Bu görüşme trafiği, MİT Müsteşarı'nın elinde Albay Dursun Çiçek hakkında başka bilgi dosyalarının da olabileceği ihtimalini akıllara getirdi.
30 Haziran: MGK Zirvesi, tarihin en uzun ikinci oturumuna başladı. Aynı gün sabah saatlerinde Albay Dursun Çiçek, ifade vermek için İstanbul Adliyesi'ne geldi.
1 Temmuz: Ve artık takvim 1 Temmuz'u gösterirken, saatler 00.30'da Albay Dursun Çiçek'in tutuklandığı kararı basına duyuruldu. Askerin kovuşturmaya gerek görmediği Albay Çiçek'in tutuklanma kararının, son basın toplantısıyla çizgilerini keskinleştiren Genelkurmay Başkanı'nı zor duruma soktuğu görüşleri kulislerde yayılmaya başladı. Şimdi sivil-askeri yargı karmaşasına neden olacak bu tutuklanma kararının ardında başka dosyaların yattığı konuşuluyor. Bu dosyaların da MİT kaynaklı olduğu öne sürülüyor. Başbuğ'un daha önce bilmediği bu dosyaları, MİT Müsteşarı'ndan öğrendiği tahmin ediliyor. İstanbul savcılarının da elinde olabileceği tahmin edilen bu dosyaların askeri savcıdan neden saklandığı sorusu ise cevap bekliyor.”
Taraf gazetesinin ortaya çıkardığı “İrtica ile Mücadele Eylem Planı”nın kısa hikayesi bu.
Ve can alıcı sorular
Albay'ın tutuklanmasını gerektirecek kanıt varsa bu neden gizlendi, paylaşılmadı? Asker kişilerin sivil mahkemede yargılanmasına ilişkin değişiklik mi beklendi? Askeri savcılık “kovuşturmaya gerek yok” derken gerçekten elinde kanıt mı yoktu yoksa Albay bir şekilde korunmuş mu oldu. Genelkurmay Başkanı 26 Haziran'daki konuşmasında nasıl bu kadar kendinden emin konuşabildi? Yoksa kendisi de mi hiçbir şey bilmiyordu?
Daha kötüsü, Albay'ı tutuklayacak kanıtları elinde bulunduranlar bütün Türkiye'de belge üzerinde bu şekilde bir tartışmanın yaşanmasını özellikle istemiş olabilirler mi? Eğer öyleyse, burada hedef kim; Albay mı, Genelkurmay Başkanı mı? MİT Müsteşarı ile Genelkurmay Başkanı daha önce görüşemez miydi? Eğer böyleyse “belge”nin aslını elinde bulunduranlar hakkında bir kanaat oluşmuyor mu? Belgenin aslı ellerindeyse neden şimdiye kadar koca ülkeye bir fotokopi üzerinde patinaj yaptırdılar?
Bu sonuç; bir darbe teşebbüsünün önlenmesi kadar, birilerinin “kontrollü kriz” planlamış olabileceği düşüncesini akıllara getirmiyor mu? Eğer öyleyse, MGK toplantısından sonraki “kurumlararası uyum” dileklerinin içeriği boşa çıkmıyor mu?
Ve daha bir çok soru var cevaplanması gereken.
Gerçekten böyleyse, “kontrollü kriz” çerçevesinde daha bir çok belgenin yakında kamuoyuna sızdırılacağını söyleyebiliriz. Kim demiş kurumlar arası çatışma yok diye! Ortada çok keskin bir hesaplaşma var ve bu kurumlar arası çatışma boyutunun da ötesinde.
Genelkurmay Başkanı Org. İlker Başbuğ'un 26 Haziran konuşmasına tekrar bakalım. Gerçekten de çok zor bir durum…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.