Komutanın görevi
Komutan durum değerlendirmesi yapmak, yeni kararlar almak ve ordusunu yeni duruma uygun konuşlandırmak zorunda.
Yılların birikimi... Halının altında dağ gibi yığılan toz ve pisliğin üzerinde oturmaya mahkûm edilmiştik. Güçlü bir rüzgâr esti. Halı havada uçuştu. Ortalığı toz ve pislik kapladı. Komutan bize, "Kenarda durun, şu pisliği toplayıp üstünü örteyim, sonra siz de üzerinde oturmaya devam edin" diyemez. Ordunun elindeki silahların hiçbiri bu pisliği temizleyemez. Hiçbir askerî yetenek bu pisliğin üstünü örtemez.
Bir ordunun görevi ülkeyi savunmaktır. Kime karşı? Dışarıdan gelecek saldırılara karşı. Gözünü dışarıya değil, içeriye diken, iktidar oyunlarına dalan bir ordu kendisine yeni bir düşman yaratmak zorunda kalır. İktidar talebi rakip birine karşı ileri sürülür. Kendi halkını düşman ilan etmeden bir ordu iktidarda hak iddia edemez. Yıllardır o pisliğin üzerinde otururken "cumhuriyet rejimine düşmanlık besleyen halk", "rejimi (mevcut olmayan) düşmanlardan koruyan ordu" masallarını bu yüzden dinledik. Halkını düşman ilan eden, doğrudan halkına savaş açan bir ordu ülkesini savunamaz. Savaş meydanında ilerleyen bir tankın önüne bataklık çıkınca, halk bir çaresini bulur yolu açar. Başkent'in asfalt caddelerinde darbe için dolaşan tankı, siyaset batağından çıkarmaya hiçbir milletin gücü yetmez.
Türkiye'nin kirli ve kanlı bir askerî vesayet tarihi var. Üzerinde üniforma, elinde silah, emrinde asker olanlar ellerindeki gücü iktidarı ele geçirmek için kullandılar. Sonra bu vesayeti kalıcı hale getirmeye kalktılar. Silahın, yani zorbanın gücünü hakim kılmak için hukuku unutmanız gerekir. Türkiye'nin kronik hale gelen hak, hukuk, adalet sorunlarının arkasında bu zorbalık vardı. Bir türlü vatandaşına hukuk güvencesi veren bir devlet haline gelemeyişimizin arkasında bu tasallut duruyordu.
Halbuki, bir ülkeyi ordusu değil hukuku korur. Orduyu var eden, güçlü, hatta yenilmez kılan, dayandığı hukuktur. Bu hukuktur ki bir orduyu topyekün bir millete dönüştürür. Hukukla kayıtlı olmayan bir ordunun Hülagû'nun Moğol sürülerinden farkı yoktur.
Bugüne kadar askerî darbe yapmanın, darbe planlamanın, darbe şartları oluşturmak için suç işlemenin değil de, bu kanunsuzlukları deşifre etmenin suç kabul edildiği bir askerî yargı düzeninde yaşadığımızı unutmayalım. İlk defa darbeyi ifşa etmenin değil, darbe yapmaya kalkmanın suç addedildiği bir süreci yaşıyoruz.
2 Haziran 2007'de Taraf gazetesinde yayımlanan "Yeni Kontrgerilla Planı"nı ve iki yıl önce tartıştığımız Hudson senaryolarını hatırlayarak bu hukuk dışı yapıyı tasfiye etmeliyiz. Ordunun siyasî hayata müdahalesi için organize ettiği yarı askerî bir örgütlenme var. Kontrgerilla adıyla bilinen, resmî adı "Seferberlik Bölge Başkanlıkları" olan bu örgüt, Genelkurmay Başkanlığı'na bağlı olarak faal durumda. Taraf'ın haberi 12 adet olan bu bölge başkanlıklarının 24'e çıktığını bildiriyordu. Son tartışmaların merkezinde yer alan Genelkurmay Harekât Daire Başkanlığı'na bağlı olan bu organizasyonun bütünüyle gün yüzüne çıkartılması lâzım. Orduyla birlikte yürütülecek "gizli bir harekât" için hazırlandığı belirtilen bu organizasyonun, doğrudan halka karşı bir savaş yürütmek üzere hazırda tutulduğu anlaşılıyor. Hukukî yapı değişiyor ama bu örgütler hâlâ duruyor.
Askerin siyasete müdahale için kendi halkına karşı savaş planladığına dair ciddi endişeler var. Halının altında birikenler de bu kirli savaşın ayrıntılarından ibaret. Bu halk bu muameleyi hak etmiyor; Türk ordusu da bu yükten kurtulmalı.
Komutan'ın görevi, ordusunu girdiği bu bataklıktan çıkartmak. Komutanın görevi bu. Bir şeyleri saklayarak durumu idare etmek değil. Ordusunu tekrar savaşır hale getirmek. Türkiye yaşadığımız süreçte aynı zamanda bir dış güvenlik krizi yaşıyor. Çare, safralardan kurtulmak.
Komutanın görevini değişmeyen askerî prensiple birlikte hatırlayalım: "Kötü asker yoktur, kötü komutan vardır."