Her nefis ölümü tadacaktır...
Bizim kara cahillerden biriydi. Bazılarınız hatırlayacaktır, bir süre önce mezarlıklardan şikayet ediyordu. Neymiş, insanları ürkütüyormuş, bir de o “laf” (estağfirullah al-Azim) varmış girişinde, “her nefis ölümü tadacaktır.” Lüzumu mu varmış şimdi, türünden dert yanıyor, hayıflanıyordu.
Oysa eleştirdiği; ona şah damarından da yakın olanın sarih emrinden, koruyacağı ve korunacağı mutlak olan Mesaj’ın parçasından başka bir şey değildi.
İnsanın yüzüne tokat gibi inen bir gerçekti ölüm. Hem uzak hem de yakın duyguları insana bir arada yaşatabilen bir fiiliyat ölüm. Bir bakmışsınız okyanuslar, dağlar tepeler, kara topraklar ötesinde küçülmüş küçülmüş noktalaşmış, bir bakmışsınız hemen dibinizde peyda olan canavarlaşmış. Ölüm. Kaçışı olmayan son. Atlatışı olmayan başlangıç. Yazdığın tezlere, kitaplara, sular seller gibi ezberlediğin şarkı sözlerine, omzunda taşıdığın metal yığınlarına, giydiğin yüksek ökçeli ayakkabılarına, taktığın marka saatine, bindiğin limuzinlere, içtiğin kokteyllere, takıldığın mekanlara, oturduğun makamlara “rağmen” seni bulan, alnının ortasından yakalayan ölüm.
Yine yakaladı. Bilmiyor muyduk? Biliyorduk. Şaşırmadık mı? Şaşırdık!. Bilsek de bir daha şaşırdık. Bilsek de, tadının acılığı, tabiatının kuraklığı nedeniyle bir daha ürktük. Ölüm hep zamansız. Hep erken. Hep beklenmedik. Beklenirken de beklenmedik. İnsanın yaratılışından mıdır yapısından mıdır nedir, hep hayattan yana kullanıyor hakkını. Düşünme, hayal kurma hakkını. Mucizeden yana yani.
Türkiye “irtica planı”yla çalkalanırken, yeni dünya iki ölümle sarsıldı bu hafta. Öyle ki! Neredeyse insanlar ekonomik krizi bile bir an unutayazdı. Ölüm aniden yakalayıverdi kimilerine göre bir zamanların dünya starı Farah Fawcett’i. Benim jenerasyonum Charlie’nin Melekleri adlı polisiye dizide onu seyrederek büyüdü. Ve ölüm geldi onu da buldu. Yani emr-i Hak vaki oldu. Ayet-i kerime tecelli etti. Bahanesi kanserdi. Ama tecelli etti. “Kun” dedi onu yaratan, “fe-yekun” oldu.
Dün gazetede ufak bir haberle öğrendim cenazesinin yapıldığını, sessiz sedasız gömüldüğünü. Ölümünün zamanlaması bile unutulmaya yüztutmuşluğunun habercisiydi Fawcett’in. Öğlen üzre ölen Fawcett’in haberi aynı günün ilerleyen saatlerinde Yaradan’ına dönen bir başka ünlünün haberiyle değil ikinci, sonuncu plana atılıvermişti. Televizyonda anons yapan spikere göre “popun kralı” Michael Jackson ölmüştü! Azrail onu da alnından yakalayıvermişti. Aynı gün. Aynı mekan Los Angeles’ta. Onun son uğurlanışıysa şimdilik ötekininki kadar sessiz olmayacağa benziyor. Jackson’un sevenleri şimdiden eski evinde, yattığı morgun kapısında nöbet tutuyor. Tutuyor da ne oluyor!? O iki metre örtünün altında beklerken Los Angeles sokaklarındaki evsizlere eşitleniyor. Kapısında bekleyenleri var. Ancak hiç şüphesiz gün gelecek o da unutulup gidecek. Tıpkı bundan öncekilerin durumunda olduğu gibi. O da er ya da geç kendini Münker ve Nekir’le baş başa bulacak. Bütün şöhretine, ardındaki kalabalıklara, yığın yığın altın ve gümüşüne, at, yat ve katına “rağmen” kendini bir başına bulacak. Hizmetçisiz, yardımcısız. Torpilsiz. Aranacak bir “abi”, verilecek bir rüşvet, geçilecek bir iltimas olmaksızın tek başına cevap verecek. Dans edilecek bir sahne, mırıldanacak bir şarkı olmaksızın. Tek elde beyaz eldiven, ay üstünde yürüyüş itibar kazandırmayacak cevaplarına. Uğultu halinde yükselen alkış çığlıkları hiçbir şey ifade etmeyecek sual meleklerine. İmtihanın asıl büyüğüne sadece hazırlık olacak bu.
Bilmem Michael Jackson ölümle ilgili ne düşünürdü? Çok hatırlar mıydı onu? Yüz elli yaşına kadar yaşamak istediği yönünde haberler yazıldı çizildi. Onun için oksijen çadırlarında yattığı ve dolayısıyla beyazlaştığı söylendi.
Ölümü ne sıklıkla anardı bilemeyiz ama elli yaşında aniden, her şeyi arkasında bırakarak, göçüp gitmek istemediği kesindi. Fawcett da öyleydi. İki sene boyunca sıkı bir mücadele verdi kötü hastalığa karşı, varını yoğunu Almanya’daki alternatif tedavisine harcadı. Ve... fakat... vakti gelince... ne bir an evvel, ne de bir an geç Hakk’a yürüdü. Onun, Jackson’ın, sizin, benim, ötekinin, berikinin, öncekinin ve sonrakinin Yaratıcısı’na... Mezarlıklara dahi tahammül edemeyenler bu konuda ne düşünürler acaba... ‘Amaaan, içimizi kararttın’dan başka...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.