Taqiyye yapıp bizi aldatmasınlar
Müslüman Müslümanı aldatmaz, Müslüman iki yüzlülük yapmaz, Müslüman doğruluktan dürüstlükten ayrılmaz.
Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi ve sellem) bizi aldatan bizden değildir buyurmuşlardır.
Ehl-i Sünnette taqiyye yapmak yoktur, kitman yoktur. Ehl-i Sünnete karşı olan Müslümanlar da taqiyye ve kitman yapmasınlar, Sünnîleri aldatmasınlar.Biz onların kardeşleri değil miyiz?
Zaruret yok, lüzum yok, can ve mal korkusu yok, tutarlı hiçbir gerekçe yok; o halde niçin taqiyye yapıyorlar? Niçin gizleniyorlar?
Bendeniz çok nâçiz ve değersiz birSünnî Müslüman olarak inandıklarımı, görüşlerimi, fikirlerimi açıkça beyan ediyorum, iki yüzlülük etmiyorum, kardeşlerimi aldatmıyorum.
Lütfen taqiyye yapmadan tartışalım.
Bazı kardeşlerimiz gerçek kimliklerini bildirmiyor, takma isimlerin, rümuzların arkasına saklanıyor. Bu da yanlıştır.
Takma isimlerin, rümuzların ardına sığınarak sövüp saymak, Ehl-i Sünnet düşmanlığı yapmak bir insana şeref kazandırmaz.
İsmi ve soyadını vereceksin, açık adres veya telefon numarasını ekleyeceksin ve ondan sonra edep, terbiye, nezaket, efendilik, görgü, kardeşlik hukuku sınırları içinde yazacağını yazacaksın.
Geçenlerde ismini vermeyen rümuz kullanan bir zat son asrın büyük Ehl-i Sünnet alimi Zahid el-Kevserî hakkında bir sürü yalan, iftira, hezeyan savurdu. Kevserî 20'nci miladî asrın Gazalî'sidir. İftiracı kişi onu İmamı Âzam Ebû Hanife hazretlerine ve Hanefîliğe karşı ve düşman olarak gösterdi. Yalanın, iftiranın, hezeyanın böylesi nerede görülmüştür? Kevserî Hanefi fıkhını, Ebû Hanife hazretlerini en fazla müdafaa ve tervic eden alimdir. Bu yüzden muarızları onu Hanefî taassubuna kapılmakla suçlamıştır.
Kevserî, asrının Sultan-ı Ulemasıdır. Hadîs, fıkıh ve kelam ilminde bir bahr-i bîpayandır. Düzcelidir, Türkiye'nin medar-ı iftiharı bir alimdir. Onun gibi bir zeka ve deha asırda bir yetişir.
Kevserî'nin en şiddetli düşmanları Vehhabîlerdir.
Bu büyük ve Rabbanî alim aleyhinde yalanlar, iftiralar, hezeyanlar kusan kişi, gerçek bir Müslümana yakışacak şekilde ismiyle, kimliğiyle, adresiyle ortaya çıksın. Bir televizyon kanalında Ehl-i Sünnet ve Cemaat alimleriyle tartışsın, yalnız gelmesin, yanında başka vehhabîleri de alsın.
Sevgili Müslüman kardeşlerimi uyarıyorum: Takma isimler, rümuzlar ardına saklanan yalancılara, müfterilere, bid'at fırkalarının müntesiblerine, aldatıcılara kesinlikle itimad etmeyiniz. İsmini ve kimliğini veremiyorsa işin altında bir bit yeniği var demektir.
Aşırı bir Necdî'nin (Karnü'ş-Şeytan, Şeytanın boynuzu...) Kevserî'ye sövüp sayması, onun çok muhterem bir İslam alimi olduğuna delalet eder.
Kevserî merhum hakkında ileride bir yazı kaleme alacağım.
Tokatlı Şeyhülislâm Mustafa Sabri de son asrın büyük alimlerindendir. O da son derece muhterem bir zattır. Kevserî ile Mustafa Sabri efendiler ilmî bir meselede tartışmışlardı. Böyle bir tartışma cereyan etmiş olması, biz Müslümanların her ikisine de saygı beslememize engel olmaz.
İki kız İzmir'e gitmiş
Biri 13, ötekisi 14 yaşındaki iki İstanbullu kız evden kaçmışlar. Aileleri telaşa düşmüş, günlerce arandıktan sonra İzmir'de genç erkeklerle gezerken bulunmuşlar. Kızlar 1,5 yıldan beri bazı gençlerle çat çat internet arkadaşlığı yapıyormuş.
Kızlar bulununca aileleri bir sevinmiş bir sevinmiş, bayram yapmış. Şimdi iki kaçkının, ailelerinin ve kendilerinin rızalarıyla bekâret muayenesi yapılacakmış.
Bazı büyük gazeteler bu haberi pek meraklı, pek neşeli bir üslupla zilli def, davul, zurna çalarak verdiler.
İyi ki, kızlar sağ salim bulunup ailelerine teslim edildi.
Resimlerine baktım, ikisi de pek sıkılgan, mâsum kızlara benzemiyordu. Olgun kadınlar gibiydiler, yaşlarından fazla gösteriyorlardı. Modern hayat, okul, internet olgunlaştırıyor...
Ya başlarına bir felaket gelseydi. Neler gelebilirdi?
1. Öldürülebilirlerdi.
2. İkisinin veya birinin başı el testeresi veya elektrikli yahut benzinli testere ile kesilebilirdi.
3. Kadın mafyasının eline düşebilir ve "çalıştırılabilirlerdi".
Hatırlayacaksınız, İstanbul eski Emniyet Müdürü geçenlerde "Kızlarına sahip çıksaydılar, bu kadar başı boş bırakmasaydılar" mealinde bir laf edince çağdaşlardan dehşetli tepki görmüş, o sözü deyip diyeceğine pişman olmuştu.
Özgürlük var, çağdaşlık var, çağdaş yaşamı destekleme var... On üç on dört yaşındaki kızlar elbette gezecekler, tozacaklar, hayatın tadını çıkartacaklar.
Kızlar elbette erkek arkadaşlar edinecek.
On dört yaşındaki kızlar evlendirilir mi diye feryat edenler var. Hiç evlendirilir mi? Baksanıza hepsi masum masum kuzu kuzu oturuyor.
Başı testere ile kesilen liseli kızın katili hâlâ bulunamadı.
Kızcağız korkunç bir tuzağa düşürüldü. Gencin ailesi çok zengindi. Kızımızın başına talih kuşu kondu demişlerdi.
Televizyon, internet, çağdaşlık yüzünden kız çocuklarının bülûğ yaşı 8'e düşmüş. Böyle giderse 7'ye düşebilir.
Başı testere ile kesilen kızı biraz sıksaydılar, yabancı bir erkekle tek başına görüşmesine engel olsaydılar. Acaba hayatı cehenneme mi dönerdi? Bazılarına göre cehenneme dönse bile hiç olmazsa öldürülmemiş olurdu.
Tutuculuk bazen can korur.
Pendik el sanatları sergisi
Pendik Belediyesi'nin "Sahil Çadırını" ziyaret ettim. Yurt içinde ve dışından gelmiş sanatkarlar ürünlerini teşhir edip satıyorlardı. Özbekistan'da yapılmış kaftan gibi nefis bir elbise aldım. Kış aylarında namaz kılarken inşaallah onu giyeceğim. Kırgızistan'dan gelmiş, fötrden yapılmış nefis bir namaz takkesi de aldım... Yerli standların birinden el dokuması bir peşkir... Çin Türklerinden Oğuzhan Tuğrul bey oracıkta el yapımı kağıt üretiyor, gelenlere gösteriyor, bendenize birkaç parça hediye etti. Çorum'da yapılmış ceviz ağacından bir havan aldım, evde bunları koyacak yerde kalmadı ama insan, maddî imkanı varsa geleneksel el sanatı ürünlerini satın almalı. Bazen teşvik etmek, küçücük de olsa bir katkıda bulunmak için... İstanbul Tesbih'in standında tornada tesbih yapılıyor, nefis tesbihler teşhir edilip satılıyor. Sergi çadırının başında Ahmet Ertuğrul bey cam sanatı objeleri üretiyor. Haliç Üniversitesi'nde de ders veriyormuş. Kaktüs seraları varmış, bir gün gidip kaktüs alacağım. Kaktüsler radyasyona karşı koruyormuş... Sergide, teşhir edilen Gaziantep'te yapılmış, Ceviz ağacından sedefli katlanır sandalyalar fazla yer tutmayan, güzel ve sanatlı ev eşyaları... Zenginlerimiz niçin böyle şeyler alıp evlerine, bürolarına koymazlar? Hem mekanları güzelleşsin, hem de millî el sanatlarımız teşvik edilsin...Sergide daha neler yokki. Çiniler, işlemeli mâdenî eşya... Halı dokunuyor. Böyle yerleri vakti ve imkanı olan herkes gezmeli, bir şeyler satın almalı. Bir ülkenin millî ve geleneksel el sanatları sevgiyle, ilgiyle, teşvikle yaşar. Öyle kuru kuruya "Güzel olmuş tebrikler..." demekle iş bitmez. Satın alacaksın, az veya çok gelir temin edeceksin ki, bunlar yaşasın, gelişsin.
Pendik'teki, yapımı yeni bitmiş Dumankaya Camii'ni gezdim. Dumankaya ailesini ve firmasını bu hayır eseri dolayısıyla tebrik ediyorum. İnsanlar yaşar, ölür, geriye hayır vehasenat kalır. Bu camide mü'minler, musalliler namaz kıldıkça inşaallah hayır defterleri kapanmasın, hesaplarına sevap ve ecir yazılsın. Caminin genç imamı Faruk Yazar bize ilahî okudu, Kur'ân tilavet etti. Sesi ve okuyuşu çok güzeldi, tebrik ediyorum. Pendik müftü vekili Fikret hocaefendi ile tanıştık, sohbet ettik.
Pendik Belediye Başkanı Dr.Salih Kenan Şahin, KültürMüdürü Atilla İpek, Danışmanı Ali Şahin beyefendileri ve diğer hizmetlileri tebrik ediyorum.
Pendik gezime vesile olan Mü'min Vatansever dostumuza ve kardeşimize de teşekkür ediyorum.
Yukarıda anlattığım sergiyi gezmenizi tavsiye ederim.