Hayat (Life), Özgürlük (Liberty) ve (and) Mutluluğu Sağlamak (Pursuit of
ISNA yani Kuzey Amerika İslam Topluluğu’nun kırk altıncı yıllık toplantısı geçtiğimiz hafta sonu başlıktaki temayla -ki bu, Amerika’nın kuruluşunda imzalanan Kurtuluş Deklarasyonu’nun en meşhur tamlamalarındandır- Washington’da yapıldı.
Dile kolay. Kırk altı sene. Hem iyi hem de kötüyü beraberinde getiren yaklaşık yarım asır... İnsan ömrünün belki üçte ikisi de... İyi çünkü üç beş genç “iyi” adamın okudukları kampüste bir araya gelerek başlattıkları öğrenci hareketi bugün kırk bin Müslümanı bünyesinde toplayan ISNA toplantısına evrildi. Kötü çünkü o birkaç iyi adam hâlâ sıranın en önünde canla başla yükü taşımaya devam ediyor. Aslında şaşırmamam lazım. Bilmiyorum kaç sene önceydi, siyasete yeni adım attığım yıllarda... Parti adına ilk yurtdışı gezilerine çıkıyor, dört kıtada “Refah” hareketi üzerine konuşma yapıyor, toplantılara iştirak ediyordum. Çok geçmeden bu geniş yeryüzünün aslında o kadar da büyük olmadığını, nereye gidersem gideyim mover-and-shaker derler ya yani motor konumunda aşağı yukarı aynı insanlara rastladığımı fark ediyordum. Zira ipi göğüsleyen, elini taşın altına koyan, lafla yetinmeyip kollarını sıvayıp işe dalan hep “bir grup iyi adam” oluyordu. Yani liderler yani risk alanlar yani kendi dışında topluma faydalı olmayı şiar edinmişler, yani başkasının derdiyle dertlenenler ve...
Evet belki üç beş yeni genç adam-kadın da dolaşıyor ortalarda, ancak bayrağı koşturanlar yine eski takım. Bu da tabii geleceğin liderleri olarak yeni nesiller yetiştirebiliyor muyuz sorusunu beraberinde getiriyor. Er geç emr-i Hak vaki olunca yarışa kaldığı yerden devam edecek, aynı ve hatta daha hızlı koşacak birileri...
Her yıl olduğu gibi bu sene de üç ayrı toplantı birarada yapıldı. MYNA yani Kuzey Amerika Müslüman Gençliği toplantısı orta okul-lise çağlarındaki öğrencilerin, MSA yani Müslüman Öğrenci Derneği üniversite çağındaki gençliğin iştirakiyle gerçekleşti. ISNA ise genel anlamda herkese hitap eden şemsiye toplantıya ev sahipliği yaptı. Her birinin kendi bünyesi içinde gerçeklesen paralel toplantılar da hem konuşmacı olarak hem de dinleyici olarak bizlerin yükünü artırdı. Bu, çoğu zaman birinden diğerine hızlı adımlarla yetişmek, birçoğunu da dinlemekten mahrum kalmak anlamına geldi. Bu seneki toplantıda iki ilk gerçekleşti. Birincisi toplantı tarihinin her yıl yapıldığı işçi bayramından (1 Eylül) Kurtuluş Bayramına (4 Temmuz) alınmış olması. Ramazan’a rastlayacak işçi bayramının dünyanın, Amerika ve Kanada’nın dört bir yanından gelen katılımcılar için külfet getireceği düşünülerek toplantı tarihinde geçici bir kaydırma yapıldı. Belki bir ilk değil ama hiç şüphesiz uzun süredir ilk defa toplantının Washington’da yapılması da bizler için bir değişiklik, hele hele ABD siyasetinde Obama yönetimiyle yeni bir sayfa açıldığı ümit edilirse önemli bir köprüler kurma projesi olarak algılandı. Nitekim Müslümanların bu iyimser duruşları Beyaz Saray’da da karşılık buldu ve ilk defa üst düzey bir Beyaz Saray yetkilisi –Senior Advisor to the President- Valerie Jarrett açılışta konuşma yaptı. Bu yılı önemli kılan bir ilk de Turkish Symposium adı verilen bir sempozyumun ISNA programına dahil edilmesiydi. Mehmed Zahid Kotku Efendi cemaatinin liderliğinde başlatılan çalışma farklı kesimlerin temsilcilerini biraraya getirmesi, ISNA’da ilk kez Türkiyeliler hüviyetini resmi anlamda tanıtması açısından önemli bir aşamaydı. Birçok ilim ve siyaset adamını bir araya getiren sempozyumun açılışında bu gayretin ne denli önemli olduğuna değindim ve serzenişte bulundum: “Yıllardır ISNA’ya katılırım, üç beş kişinin dışında hemen hemen hiç Türk görmem, üzülürüm. Oysa burada istifade edilecek ne güzel şeyler var!”
Bir kırılma böylece gerçekleşti, umarım gerisi gelir ve Türkiye’den gelen müslümanlar da Amerikalı müslümanların mozayiğinde kendi “yuvalarını” bulurlar. Bunun dışında iki konuşmam daha vardı ISNA hafta sonunda. Biri ABD Kongresi’nin ilk ve tek iki Müslüman milletvekili (Keith Ellison ve Andre Carson) ile paylaştığım paneldi. Diğeri de İslam felsefesinde nelerden hür olmak ve nelere hür hissetmek üzerine yaptığım sunumdu.
Bu yılki toplantının starı hiç şüphesiz Yusuf İslam’dı. ABD’ye en son seyahatinde Nashville Tennesee havaalanından geri çevrilmiş, Amerikan halk müziğinin merkezi olan Nashville’de yapacağı albüm çalışması böylece sekteye uğramıştı Yusuf İslam’ın. Post-11 Eylül ABD’de temiz bir sayfa açtığımızın işareti oldu bence onun Washington’a gelişi. Yüzlerce panel ve konuşma arasında benim için en etkileyicisi İngiliz Parlamentosunu temsil eden değerli dostumuz Lord Ahmed’inkiydi. Keşmir’de yaşanan insanlık dışı dramı bütün çıplaklığıyla bizlerle paylaşırken o saatlerde ve hatta o dakikalarda Uygur Türklerinin Sincan’da katledilişlerini düşündüm. Müslümanın kaderi bu mu olmalıydı... Utanarak sordum kendime...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.