Mustafa Özcan

Mustafa Özcan

Şevket Ağabeyi uğurlarken...

Şevket Ağabeyi uğurlarken...

Şevket Demirci ağabey 1990'lı yıllarda bir fenomendi. Birçok ismi ilk orada ve onun Haktaş Dergahı'nda ve onun vasıtasıyla tanıdım. Bunlardan birisi meşhur şarkiyatçı Ahmet Ateş'in oğlu Toktamış Ateş idi. Toktamış Bey ve benzerleriyle onun dergahında vicahi olarak tanışmak nasip oldu. Dergahda her semtten, muhitten ve tipten insanlar vardı. Adeta Türkiye'nin ortalamasıydı. Gelenlerin ortak yönü insan olmaları ve söyleyecek şeyleri bulunmasıydı. Ya da en büyüğü olan dinleme becerisine haiz olmalarıydı. Dergahın prensiplerinden birisi hiç kimsenin geri çevrilmemesi idi. Haktaş Dergahı herkesi çağırıyor ve ' ne olursan ol, kim olursan ol gel; dergah herkese açıktır' diyordu. Onunkisi modern bir dergahtı. Mehmet Kaplan modern velilerden bahseder. Modern veliler olduğu gibi aslında modern dergahlar da vardır. Mahmut Erol Kılıç, velileri anlatırken aslında onların bilinen veya aranan yerlerde değil de aranmayan, mestur ve gizli yerlerde bulunabileceğini söyler. Bu itibarla, Şevket Ağabeyin dergahı aşina bir dergah olmakla birlikte belki dışarıdan pek bilinmeyen ama içeriden bilinen bir mekandı. Çoklarımız Daru'z ziyafe ile Ebuzziyafe'yi karıştırırdık. Daru'z ziyafe kâr zarar amacına açık olarak faaliyet gösteren bir mekandı. Ticari idi. Şevket Demirci'nin dergahında ise sadece gönül ticareti vardı. Tabii ki buna ticaret denebilirse. Hasbilik onun en büyük rüknü idi. Şevket Abi adeta efsanevi Tay kabilesinden birisi olmalı Zira Tay kabilesi Yemen'den Tacikistan'a ve oradan Şeyh el Ekber Muhyiddin-i Arabi'nin diyarı Endülüs'e kadar geniş bir yelpazeye ve coğrafyaya yayılmış ve dağılmış bir kabile idi. Tay kabilesinin en meşhur fertlerinden birisi de cömertliğiyle dillere destan olan Hatem-i Tai idi. En önemli özelliği dillere destan hasbi cömertliği idi. Onunla ilgili anlatılan inanılmaz menkibelerden birisi misafirlerinden birisinin sohbette iken ağzından ciğer sevdiğini kaçırması olmuştur. Bir süre sonra sofra pişmiş ciğerlerle dolar. Hatem-i Tai misafirinin arzusunu emir telakki eder. Ciğerli Hatem sahibi olduğu bütün ciğerlerini feda etmiştir. Misafir hayret ve istiğrak halindedir ve mihmandar mihmanı için çadırdaki develerini kesmiş ve ciğerlerini sofraya taşımıştır. İhsan ve cömertlik Allah'ın şanındandır. O cemil olduğu gibi cevad ve cömerttir de. Ve cömertler öteki dünyada onun hiç bitmeyen ve solmayan sofrasının ebedi konuklarıdır.

Yarenleri ve sevenleri onun üç hasletinden bahsediyorlar. Ben de bunların şahidiyim. Misafirlere ikramı izzette bulunmak. Hatta o kadar ki bazıları pazarlıkla sofraya oturur ve daha fazla ısrar etmemesi için Şevmet Abi'den söz alırlardı. İkram bugün unuttuğumuz hasletlerden birisidir. Hazreti İbrahim Aleyhisselam'ın sünnetidir. Hatem-i Tai de bu sünnetle iştihar eden kullar zümresindendir. Tebliğ cemaaatının 6 ilkesinden birisi ikram-ı müslimindir. Bu açıdan bugün Fatih Camii'nde Cuma namazına müteakip uğurladığımız Şevket Abi Tebliğ cemaatinin tabii ve fahri üyelerinden biri sayılmalıdır. Onu da Tebliğ cemaatının ilk öncülerinden olan Ahmet Saruhan gibi rahmana uğurladık. Şevket Abi'nin ikinci prensibi ise muhabbetti. Muhabbetullah ve muhabbet-i ihvan. Bundan dolayı orası muhabbet sofrasıydı. Niyaz-ı Mısri'nin deyimiyle orası bir irfan sofrası olduğu gibi gönüllerin birbirine ulaştığı ve kavuştuğu 'fi sururin mütekabilin' sırrıyla yüzlerin birbirine aşina olduğu, sevdiği ve tefani olduğu muhabbet ocağıydı. Kainatın mayası muhabbettir. Allah muhabbet ederek kainatı yaratmıştır. Buna mukabil kullar da şükrederek ve hamdederek Allah'ın muhabbetine muhabbetle ve iştiyakla karşılık vermektedir. Kainat Kur'an-ı Kerim'in beyanıyla zikir ve tesbih ve şükür halinde ve makamındadır. Bütün diller; dağlar ve taşlar onu kendi halleriyle ve dilleriyle zikreder ve tespih eder. İnsanların şükrü ve tespihi sevgiye sevgiyle muhabbete muhabbetle mukabeledir. Bunun gerisi çiğlik ve nankörlüktür. Nimeti gördüğü halde sahibini tanımayan nankör ve nadandır.

Şevket Abi'nin üçüncü tutkusu ise maarif ve kitaptır. Kitap almak, kitap yığmak ve onları hediye etmek yine Şevket Abi'nin müstesna hallerindendir. Yani dergaha gelen her yönüyle doyardı. Önce midesi doyar sonra gönlü muhabbetle doyar sonra da sıra zihne gelirdi. Her türlü taam ve bilhassa işkembe ile mideler bayram eder, arkasından muhabbet gelir. Sonunda birer ikişer dergahtan izin alarak ayrılanlara diş kirası nevinden maarifin dilleri olan kitaplar hediye edilirdi. Dolayısıyla dergahtan ayrılan her yönüyle meşbu yani doymuş olarak kalkar ve ayrılırdı. Şevket Abi amansız bir hastalığın pençesine yakalanmıştı. Zannederim ki, ilk defa dergahla bizi tanıştıran Sefa Saygılı Bey oldu. Yine hastalık ve ardından gelen vefat haberini de ondan aldım. Vefatından 20 gün kadar önce Şevket Eygi, Sefa Bey ve bendeniz ziyaretine gidecektim. Bir aksilikten dolayı müyesser olmamıştı. Birlikte kendisini Kastamonu'daki mekanında ziyaret edecektik. Nasip değilmiş. Meğerse vedalaşmaya ve uğurlamaya namzet olmuşuz ve randevulaşmışız. İnşallah son randevumuz cennet ve cemalullah olur. Buradaki gibi yine orada da hakkın dergahında buluşur ve cemalullah da mustağrak oluruz.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Mustafa Özcan Arşivi