Çin vahşetine yardım ve yataklık edenler!
Bir zamanlar “Çin işkencesi”nden bahsederdik... Yanılmıyorsam, Çinlilerin uyguladığı “118 çeşit işkence yöntemi” vardı... “Çok ince metodlar” uyguladıkları için olsa gerek; “işkence” denildi mi, “Çin” gelirdi akla...
Gerçi, bizim “askeri cuntacılar” tarafından uygulanan “Filistin Askısı” ve “cinsel organlara elektrik verme” gibi uygulamalar da “Çin işkenceleri”nden geri kalmazdı ama, yine de “Çin işkenceleri” farklıydı... Biraz sonra vereceğim bir-iki örneği okuduğunuzda, öyle sanıyorum ki; sizlerin de tüyleri diken diken olacak, mideniz kalkacak ve “insan olan bunu yapmaz” diye isyan edeceksiniz...
Evet; bu “işkence”leri, “insanım” diyen hiç kimse yapmaz... Ama “Çinliler” yapmış!.. Hem de “insan”lara!.. Genellikle de “Türkistanlı Müslümanlar”a!.. “Suçlu” dedikleri Müslümanlara öyle “işkence”ler yapmışlar ki, akıl-havsala alacak gibi değil!..
ÇİN İŞKENCELERİNDEN ÖRNEKLER!
Buyrun, “işkence”lerden bir-iki örnek:
- Suçlu “ortası delik bir sandalye”ye “çıplak” bir şekilde oturtulurmuş... Bu delik yere; içinde fare olan bir kâse yerleştirilmiş... Kâseyi alttan yavaş yavaş ısıtırlarmış. Tabiî sıcağa dayanamayan fare, çıkacak bir yer bulamayınca “suçlunun makatından kemirmeye” başlayıp, en son ağzından çıkarmış...
- Suçlu, güneşin altına ellerinden bağlı bir şekilde yatırılırmış... Suçlunun saçları kazınıp kafasına deve derisi geçirilirmiş.
Deve derisi güneşte eriyip suçlunun kafasına yapışırmış.. Saçlar deve derisi yüzünden dışarı doğru çıkamayıp içeri doğru çıkmaya başlarmış...
Bir süre sonra saçların kafatasını deler ve beyne ulaştığı anda adam ölürmüş... Ulaşırmış!.. Tabiî, o anda yaşamak ne mümkün!..
- Suçlunun sığabileceği bir çukur kazılır ve suçluya tıkabasa yemek yedirilirmiş... Dışkısını da o çukura yapmak zorunda kalan adam, bir süre sonra dışkısındaki zehirin bedenini çürütmesiyle ölürmüş...
- Suçlunun kafası kazınırmış ve suçlu bir direğe hiç hareket edemeyeceği şekilde bağlanırmış... Ve üstten damlalar halinde soğuk su damlatılırmış... Damlalar, bir süre sonra balyoz etkisi yaptığından adamın delirmesi sağlanırmış...
- Suçlunun göz kapaklarına iğne batırılırmış... Adam bir süre sonra dayanamayıp gözlerini kapatır ve elbette kör olurmuş...
Bunlar “Çin işkenceleri”nden örnekler...
Daha nice “işkence metodu” var ki, insanın kanını donduracak cinsten!..
Bu “işkence şekilleri”ni aktardım ki;
“Kızıl Çin yönetimi”nin ne kadar acımasız, ne kadar gaddar ve ne kadar “insanlıktan nasipsiz” olduğunu siz hesap edin!..
Düşünün hele;
“Birey”lere bunları yapanlar, “kitle”lere neler yapmaz?!?.. “Birey”lere ne yaptıklarına bakıp, “kitle”lere ne yapacaklarını görmek işten bile değildir!..
İşte, tablo ortada:
Bireylere “işkence” yapan Kızıl Çin, kitlelere “katliam” uyguluyor!..
Uygur Türkleri, tam bir “soykırım”la karşı karşıyadır!.. “Siyonist İsrail”in Filistinli Müslümanlara uyguladığı “vahşet”in bir benzeri Komünist Çin tarafından “Türkistan Müslümanları”na uygulanmaktadır!..
Hem de en vahşi yöntemlerle!..
Bir öğretim üyesi, Kızıl Çin’in uyguladığı “vahşetin boyutu”nu şu sözlerle ortaya koyuyordu:
“Öğrencilerimizin üzerine hücum eden Çinliler, gençlerimizi katlettiler...
İki kız öğrencimin kesik başlarını, ağaç direklerinden kendi ellerimle indirdim!”
TÜRKİYE ÇAPINDA PROTESTO!
Bazıları “örtbas” etmeye çalışsa da, bütün dünya bu vahşeti konuşuyor...
Üzerinde “bir tek Müslüman”ın yaşadığı bütün topraklarda, “işkence”den “soykırım”a dönüşen “Çin katliamı” konuşuluyor ve protesto ediliyor!..
Biliyorsunuz... Başbakan Tayyip Erdoğan, G-8 zirvesi için gittiği İtalya’da, bu vahşeti “dünya liderleri”ne anlatıp, dedi ki; “Vahşet ifadesini Türkiye’de zaten kullanmıştım ve bunun arkasındayım. Çünkü yüzlerce insanın öldürüldüğü, bini aşkın insanın yaralı olduğu bir olayı, adeta bir soykırımı herhalde başka bir kelime ifade etmez.
Bunu hem bir soydaş olarak, hem aynı değerleri paylaşan insanlar olarak söylemek durumundayız.
Bir taraftan evrensel değerleri ve insan haklarını konuşacağız, bir diğer taraftan bunlara seyirci kalacağız; böyle bir şey mümkün değil. Konunun Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nde görüşülmesi gerektiğine inanıyorum.”
Ve ayrıca; dün Türkiye’nin dört bir yanındaki “camiler”de, Kızıl Çin tarafından katledilen “Müslümanlar” için “gıyabi cenaze namazları” kılındı, “vahşet” protesto edildi ve Çin bayrakları yakıldı!..
Yarın da Saadet Partisi tarafından saat 17.00’de Çağlayan Meydanı’nda bir “miting” yapılacak.
Sanayi Bakanı Nihat Ergün ise, “Çin mallarına boykot” çağrısını dün de tekrarladı!..
“UYGURLARIN ANASI” NELER DEDİ?
Peki, “medya” ne durumda?..
Medyada, “Çin vahşeti”ne yönelik yayınlar, “saman alevi” gibi, parladı ve söndü!.. Türkistan’da 1000’i aşkın insan katledilip, bir o kadarı yaralanırken, malûm medya, hâlâ “geyik haberler”le meşgul!..
Bir kısmı ise; “Çin zulmünü gözlerden kaçırma”nın, dahası “o zulme zemin hazırlayanları korumanın-kollamanın” derdinde!..
Meselâ NTV’nin uyguladığı “sansür!.”
Herhalde dikkatinizi çekmiştir;
Başbakan Tayyip Erdoğan’ın “Uygurların Anası” olarak bilinen ve halen ABD’de “sürgün” hayatı yaşayan Rabia Kadir’e; eğer “Türkiye’ye gelmek” isterse, kendisine “vize” verileceğine dair sözlerinden sonra, Washington’dan telefonla bağlanıp, NTV’nin canlı yayınına katılan Rabia Kadir, “gözyaşları içinde” şunları söylüyordu:
- “Her şeyden önce Türk halkına, Doğu Türkistanlı kardeşlerine gösterdikleri destek ve yardım için teşekkür ederim. Yetkililere, özellikle Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’e, 20 milyon Doğu Türkistanlı adına teşekkürlerimi ve minnettarlığımı bildirmek isterim... Bir Türk televizyonunda Uygur dilinde konuştuğum için çok mutluyum. Sizlere de bana bu fırsatı verdiğiniz için teşekkür ederim.”
- “Son olaylar, artık Uygurların Çinlilerle birlikte yaşayamayacağını göstermiştir. Ölü sayısının 1000’i aştığını düşünüyorum. Bana yöneltilen suçlamaları reddediyorum. Bütün sorumluluk Doğu Türkistan’daki Komünist Partisi Başkanı ve Yerel Hükümet Başkanı’ndadır. Tüm dünyadaki Uygurları protesto yürüyüşü yapmaya çağırıyorum.”
TÜMTÜRK’ÜN İFŞAATI VE NTV’NİN SANSÜRÜ
Aynı NTV, bu defa da Dünya Uygur Kongresi Başkan Yardımcısı ve Doğu Türkistan Dayanışma Derneği Başkanı olan Seyit Tümtürk’e bağlandı... O da, “Erdoğan’ın vize müjdesi”ni sevinç gözyaşları içinde yorumlarken, “tarihi bir ifşaat”ta bulundu ve;
“İlk defa buradan açıklıyorum. Doğu Türkistan davası dönemin Başbakanı Mesut Yılmaz’ın imzaladığı kararname ile boğuldu.”
Dedi ki; “daha fazla detay”a giremedi!..
Çünkü, NTV spikeri, “daha fazlası”na girip de “Mesut Yılmaz’ın ihaneti”ni deşifre etmesine izin vermedi.
Anlayacağınız, NTV spikeri, bu “sansür”ü uygulamakla, bir anlamda Mesut Yılmaz’ı korumuş, kollamıştı!..
ECEVİT’TEN ZİYARET, YILMAZ’DAN GENELGE
Ama, tüp macundan çıkmıştı bir defa... Seyit Tümtürk, “Mesut Yılmaz’ın hazırladığı kararname”den söz ettiğine göre; bu söz orada kalmaz ve elbette araştırılırdı!..
Araştırıldı da... Araştırıldı ve “Mesut Yılmaz’ın hazırladığı kararname” ile “Doğu Türkistan davasının nasıl boğulduğu” ortaya çıkarıldı!..
Efendim, olay şu:
23 Aralık 1998 tarihinde dönemin Başbakanı Mesut Yılmaz imzası ile yayınlanan Başbakanlık Genelgesi ile Türkiye’deki Doğu Türkistanlıların faaliyetlerine kısıtlama getirilmiş!..
Peki, sebep ne?.. Sebep şu: 1997 Şubat ayında Doğu Türkistanlılar hükümete karşı ayaklanınca Çin, protestoları kanlı bir şekilde bastırmıştı.
O dönem, Türkiye’de Çin’e karşı protestolar yapılıyor, Çin bayrakları yakılıyordu. Bundan rahatsız olan Çin, Türkiye’de sürgünde Doğu Türkistan hükümeti kurulacağı duyumlarını da alınca Ankara’yı uyarmıştı!
İşte bu “uyarı” üzerine “derhal” harekete geçen Mesut Yılmaz; “28 Şubat darbesi ile susturulan Müslümanlar”dan sonra, bir “genelge” yayınlayıp “Doğu Türkistanlı”ları da susturmuş!..
Haa, az kalsın unutuyordum...
Söz konusu “gizli genelge” yayınlanmadan önce yani 29 Mayıs-6 Haziran 1998 tarihleri arasında; o günlerde “Başbakan Yardımcısı” olan Bülent Ecevit, Çin’de temaslarda bulunuyordu!..
Çinliler; “Doğu Türkistan konusunda hassasız” deyince, Ecevit demişti ki;
“Son derece hassaslar. Bu konu siyasi sorun olmaya devam ederse, tavırları sertleşebilir. Türkiye’deki gösterileri gözlerinde büyütmemeleri gerektiğini, Türk halkı ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin Çin’in bütünlüğüne çok büyük önem verdiğini belirttim. Eğer, siyasi sorun olmaya devam ederse, tavırları başka türlü olabilir, sertleşebilirler. Onun için bu konuda Çinlilerin hassasiyetini de göz önünde tutmak gerekir. Aksi halde dediğim gibi Uygurların kendileri daha güç durumda kalırlar.”
İşte “Mesut Yılmaz imzalı 23 Aralık 1998 tarihli genelge”nin yayınlanması, “Bülent Ecevit’in bu ziyaretinden sonra”dır!..
ÇİN’İ RENCİDE ETMEYİN!.. İMZA: YILMAZ!
“Genelge süreci”ni izah ettiğimize göre, gelelim “genelgenin maddeleri”ne...
Efendim, 23 Aralık 1998’de Başbakan Mesut Yılmaz tarafından 1998/36 numarasıyla yayınlanan “gizli ibareli genelge”de deniliyordu ki;
- Türkiye, Çin Halk Cumhuriyeti’ni (ÇHC), Çin’in tek hukuki temsilcisi olarak 5 Ağustos 1971’de tanımıştır. Şincan-Uygur Özerk Bölgesi’nden göç ederek Türkiye’ye yerleşen soydaşlarımızın faaliyetleri Türkiye ile ÇHC siyasi ilişkilerinde hassas bir noktayı oluşturmaktadır.
- Doğu Türkistan vakıf ve derneklerinin faaliyetlerinin yasal sınırlar içinde kalması önem arz etmektedir.
- BM Güvenlik Konseyi’nin 5 daimi üyesinden biri olan ve 1 milyar nüfusu ve rekor düzeydeki kalkınma hızıyla Türkiye için büyük bir potansiyel pazar teşkil eden ÇHC ile siyasi ve ekonomik ilişkilerimiz son yıllarda hızlı bir gelişme göstermektedir.
- Anılan vakıf ve derneklerce düzenlenecek toplantılara bakanlarımız dahil kamu görevlilerimizin katılmamaları ve kutlama mesajları göndermemeleri...
- Toplantılarda Doğu Türkistan bayrağı ve ÇHC’yi rencide eden pankartlar kullanılmaması.
- Çin misyonları önünde Çin bayrağının yakılmasının ve Çin’i rencide edici pankartların kullanılmasının engellenmesi. Yukarıda belirtilen hususlara uyulması hususunda bilgilerinizi ve gereğini rica ederim.
ZEMİN’İN VAHŞETİNE ZEMİN HAZIRLAYANLAR!
Bilmiyorum daha fazla söze hacet var mı?..
Görün ve anlayın işte;
Türkiye, bir zamanlar işte böyle “çakma” liderler tarafından yönetildi!..
Şöyle diyenler olabilir:
“Başbakan Mesut Yılmaz ve yardımcısı Bülent Ecevit, Çin’in gücünden çekinmiş olabilir!”
Peki, şu an Çin “güçsüz” müdür ki; Başbakan Tayyip Erdoğan; açık açık ve haykıra haykıra “Bu vahşete son verin” çağrısında bulunuyor... Bununla da yetinmeyip, BM Güvenlik Konseyi’ni göreve çağırıyor!..
Onunla da yetinmeyip, “vahşet”e duyduğu tepkiyi “İtalya’daki G-8 zirvesi”nde dile getiriyor!..
Peki Mesut Yılmaz ve Bülent Ecevit’in “gücünden çekindikleri” Çin, şu anda “güçsüz” mü ki; Erdoğan bunları yapabiliyor?..
Demek oluyor ki;
“Güç” falan hikaye!..
İnsanda “yürek” olmalı, yürek!..
“Dindaş”ını seven bir yürek!..
“Soydaş”ının acısını hisseden bir yürek!..
Yazıya girerken “Çin’in uyguladığı işkence çeşitleri”nden söz etmiştim... Bu “işkence”ler, son günlerde “soykırım”a varan “katliam”lara dönüştü!..
İstedim ki; “katliamlara yardım ve yataklık” edenleri de göresiniz!..
Tabii, 20 Nisan 2000’de Çin Cumhurbaşkanı Jiang Zemin’in boynuna “Devlet Liyakat Madalyası” takan Süleyman Demirel’i ve...
2002 Mayıs ayında gittiği Çin’de Çin Başbakanı’na “altın kaplamalı tabanca” hediye eden Devlet Bahçeli’yi de unutmayın!..
Şu günlerde onlar da “ağıt” yakıyor da!!!
==========
Abbas kimin sesi?
Gazeteler, “One minute teşekkürü!” diyerek, “ironik” bir şekilde vermişler haberi... Olay şu: Filistin Devlet Başkanı Mahmut Abbas, Güney Kıbrıs’ı ziyaretinde, Rum Yönetimi Lideri Hristofyas’a demiş ki; “Rum tezlerini destekliyoruz!”
Gazeteler, “Erdoğan’ın kahraman ilân edildiği” Filistin’den yükselen bu sese bir anlam veremeyip; “Bu ne perhiz, bu ne turşu” anlamında yorumlar yapmışlar!..
Aslında şaşılacak bir şey yok... “Nasıl ki Süleyman Demirel Türkiye’nin sesi değil, nasıl ki Rauf Denktaş Kıbrıs’ın sesi değil” ve de bir zamanlar Yaser Arafat nasıl ki “Filistin’in sesi değil” idiyse, Mahmut Abbas da “Filistin’in sesi” değildir!..
Çünkü Abbas, tıpkı Demirel ve Denktaş gibi “halktan kopuk”tur!..
“Filistin’in gerçek sesi HAMAS’tır” ama, gelin görün ki; İsrail ve yandaşları onları istemiyor!..
Dolayısıyla halklar, “Demirel’lere mecbur” bırakılıyor!..