Türkiye bu AB ile ne yapar?
Türkiye Kıbrıs meselesinde kendi meselelerini esasa almıyor, uydu devlet anlayışıyla hareket etmek suretiyle AB’liğinin ve Kıbrıs’ta bir üs elde etme gayreti içine girmiş bulunan ABD ve İsrail’in ekmeğine tereyağ sürer tarzda bir davranış gösteren Kıbrıslı siyasetçilere büyük devlet ve Kıbrıs’ın garantörü olduğunu hatırlatan ikazlar yapıp yapmadığını duyamıyoruz. Beynelmilel siyaset arenasından Kıbrıs meselemiz ile ilgili söylemlere bir göz atınız lütfen sevgili okurlar. Rum Savunma Bakanı Kiriakos Mavronikolas’ın “Türkiye, Kıbrıs Cumhuriyeti’ni tanımalı ve artık AB’ın daimi üyesi Kıbrıs’a saygı göstermeli..” (25 Ekim 2004 Fileleftheros) derken Rum meclis Başkanı Dimitris Hristofyas “Bizi tanıması için Ankara’yı birlikte sıkıştıralım..” diyerek tüm taraflara çağrıda bulunuyordu. (26 Ekim 2004 Haravgi) Açıklamalar yalnızca bununla kalmaz. DİSİ Başkanı Nikos Anastasiades “Türkiye er geç bizi tanıyacak, Türkiye 17 Aralık’tan sonra AB’a girmek istiyorsa bunu yapmak zorundadır.” (19 Kasım 2004 Mahi) derken, Rum Eğitim Bakanlığı, Avrupa Konseyi’ne çağrıda bulunarak ada da değiştirilmesi istenen tarih kitaplarının değiştirilmesinin ve Yunan dili saatlerinin azaltılmasının “yabancılar istedi diye milli kimliğimizi değiştiremeyiz” diyerek reddedilmekteydi. Tüm bu olanlara ilaveten Güneydeki EOKA’cıların çocukları 24 Kasım günü bir araya gelerek “EOKA’cı Çocukları Örgütü” adı altında yeniden örgütlendirilme kararı aldıkları duyruluyordu (27 Kasım 2004 Rum basını). Bu duyuru daha sonra Rumların 2005 yılını EOKA yılı ilan ettiklerini açıklamaları ve geçmişte Türkleri katlettikleri için savaşan 21 bin Rum’a ‘onur madalyası’ 1 Nisan 2005 tarihinde vereceklerini açıklamaları ile sonlanacaktı. (Hatırlatmakta yarar vardır; Adanın Yunan olması için baş koyan Rum-Yunan ikilisi önünde engeller şunlardı: Türkiye’nin GKRY’ni “Kıbrıs Cumhuriyeti” olarak tanımaması, adada Türk askeri olması, KKTC Devletinin varlığı, Türklük kimliği ve tarih bilincinin Kıbrıs Türklerinde var olması, (Anavatan-Yavruvatan bağı...) AB yolunda her türlü tavizi vermeye alışık olan Türk hükümetine Avrupalı Devletlerden gelecek baskı ve taleplere karşı duracak bir Türk siyaseti yoktu. Avrupa rahattı. Rum-Yunan daha da rahattı. 3 Ekim 2005 öncesinde mükafatlandırılacak olan Rumlar, Türkiye’nin kendilerini “Kıbrıs Cumhuriyeti” olarak tanıması ile noktalanacaktı. Hedef ve strateji ortadaydı...10 Mart 2004’te Avrupa Halk Partisi Başkanı Hans Gert Petering “AB’a yalnızca Kıbrıs’ın Rum tarafı girerse biz de o zaman Rum tarafı ile işbirliği yapacağız” diyerek bahse konu mücadeleye destek verirken, ardından Alman Hristiyan Demokratlar Birliği Türkiye’nin AB üyeliğine karşı imza kampanyası başlatma girişiminde bulunma isteklerini açıklamaktan çekinmiyorlardı (Ekim 2004). Ekim 2004 ayında Fransa Cumhurbaşkanı Chirac ise “Türkiye’nin AB üyeliği gündeme gelmesi halinde Fransızların referandumla son sözü söyleme hakkı olduğunu” açıklayarak Türkiye’nin AB içerisinde yer alması durumuna olan isteksizliklerini ifade etmekteydiler. Bugün AB Anayasası Hollanda ve Fransa’dan geçmezken İngiltere’de de oylama askıya alınmış durumdadır. Tüm ilgili yetkililer Türkiye’nin AB üyeliği riske girdi diye yorumlarda bulunurlarken Ankara Ek-protokolünün bu denli Türkiye’ye dayatılması oldukça düşündürücüdür.. 3 Aralık 2004’te TBMM Başkanı Arınç ve AP Başkanı Borel bir ortak basın açıklaması yaparlar. Avrupa Parlamentosu Başkanı Josep Borell konuşmasında şunları vurgular: “Türkiye, AB üyeliği konusunda Güney Kıbrıs Rum Yönetimini tanımak zorundadır. Herhangi bir müzakerede olduğu gibi bu müzakerede de müzakere etmek zorunda kaldığınız tarafı tanımak zorundasınız” diyerek durumu açıkça ortaya koyar..
Tüm bunlar Avrupa’da yaşanırken 24 Aralık 2004 tarihli yerel gazetelerde şu haber dikkat çekiciydi. Türkiye’nin “Dost” ya da “müttefik ülkesi” Yunanistan, “opinion” adlı kamuoyu şirketinin Yunanistan’ın genelinde yaptığı anketin sonuçlarını açıklıyor ve “Türkiye 10-15 yıl sonra AB ülkesi olmalı mı?” sorusuna Yunanlıların %54’ü “hayır” yanıtını veriyordu. Aynı tarihte Belçika Başbakanı Guy Verhofstadt; Le Soir gazetesine verdiği demeçte “Türkiye’nin Katılım Antlaşması, tüm üye ülkeler tarafından imzalanacak. Eğer sorun (Kıbrıs) çözüm bulmazsa Türkiye, AB üyesi olamayacak” diyebiliyordu. Bahsekonu açıklamalar yapılırken net bir açıklama da Hollanda Başbakanı İIan Peter Balkenende tarafından gelir. Balkenende, “Türkiye’nin gelecekte gümrük birliğine ilişkin protokolü imzalamaması halinde müzakerelere başlayamayacağını anlamaya çağıran mesajını açıklar. (14 Aralık 2004 tarihli Rum basını, Politis gazetesi). Nihayetinde 17 Aralık 2004 zirvesi gerçekleşir. Zirvede Türkiye; AB’ne 3 Ekim 2005’e kadar “Kıbrıs Cumhuriyetini” tanıma sözü vermiş ve müzakerelere başlama vaadi almıştı.. Ucu açık müzakereler belirsizdi.. Oyun oldukça büyüktü... Nitekim 17 Aralık zirvesinden çok geçmeden 19 Aralık 2004 tarihinde Yunanistan Dışişleri Bakanı Petros Moliviatis: “Türkiye tarafından gümrük birliği protokolünün imzalanmaması halinde AB’la üyelik müzakereleri başlayamaz” diyerek Türkiye’ye tehdit savurur.
Kamuoyunda bu konuların gündeme gelmesi ile hemen dönemin Türkiye Dışişleri Bakanı Abdullah Gül bir basın açıklaması yaparak bu şekilde çıkan haberlere şu şekilde yanıt verir; “Kıbrıs Rum yönetimi ile Türkiye herhangi bir şekilde bir araya gelip herhangi bir anlaşma herhangi bir protokol imzalamayacak...”
Evet muhterem okurlar, öyle bir girdaba yakalanılmış ki; aynen: “Baba! Baba! Ne var oğlum? Bir hırsız tuttum! Getir oğlum. Gelmiyor baba. Bırak gitsin oğlum. Gitmiyor baba!” Şimdi biz bu hırsızı nasıl kovalarız? Veyahut da, hırsıza elimize aldık ne yapacağız? Bunun tek çâresi: Uydu devlet anlayışından vazgeçip, lider devlet anlayışına geçişle olur.
Muhterem Büyüğüm; Adalet eski Bakanı Sakarya eski Milletvekili İsmail Müftüoğlu Beyefendi geçirdiği anjiyo ameliyesinde şifayab olmuştur. Acil şifalar dilerken, E.Albay Prof. Dr. Oftalmolog ve Operatör Yusuf Özertürk Hocamıza da teşekkürü borç biliyoruz. Fiemanillah.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.