Uğur Dündar beni niye hapsettirmek istiyor?
Gelin de, “tesadüf”(!) deyin... Olmaz!.. İki ayrı haberin aynı günde ve hatta aynı anda gündeme gelmesi asla ve kat’a tesadüf olamaz... Demek oluyor ki; Cenab-ı Allah böyle olmasını murad etti... “İki ayrı haber”in aynı anda gündeme gelmesi, “ilâhi tecelli”den başka bir şey değil... Öyle “2 ayrı haber” ki; birisi, diğerini izah ediyor!.. Ya da, bir haberin perde arkasında, sanki diğer haber var... Biraz “komplo teorisi” gibi olacak ama, meselâ ben, “Bu da nereden çıktı?” desem, cevap o haberde: “Oradan çıktı!”
Mı acaba?..
HSYK İÇİNDE TARTIŞMA!
Efendim, “birinci haberin hikâyesi” şu: Her zaman olduğu gibi, dün de Vakit Yayın Kurulu toplandı ve önlerine gelen “haber”leri değerlendirmeye başladı... “Birinci sayfaya girmeye aday 21 haber” vardı... Hangisini “manşet”, hangisini “sürmanşet” yapabileceğimizi tartışırken, elbette “HSYK ile ilgili haberler” öne çıktı...
Öyle ya; “Ergenekon yargıçları ve savcıları” hakkında verilecek karar; “3’ü YARSAV üyesi” olan 5 HSYK üyesinin iki dudaklarının arasındaydı... Onlar, “Ergenekon savcıları değişsin” derlerse, yapacak bir şey yoktu...
Öyle ya; HSYK üyelerinden bazıları, “Ergenekon savcılarının görev yerlerinin değiştirilmesi” yönünde teklifte bulunuyordu!..
Böyle bir “teklif”in kabul edilmesi demek, “Ergenekon’a yönelik operasyonlar”ın dumura uğraması demekti... Yani, Ergenekon dâvâsı, sonuç alınmadan bitmiş olacaktı...
İşte bu sebeple, muhtemel bir “HSYK müdahalesi”ne herkes karşıydı... Vatan gazetesi yazarı Güngör Mengi bile; önceki gün “Ergenekon savcılarına dokunmayın” başlıklı bir yazı kaleme alıyor, “gerekçe”sini de şöyle açıklıyordu:
“Türk yargısı böylesine yıkıcı bir yanlışa düşmez. İlerlemiş, karmaşık, hele siyasallaşmış bir davanın savcı ve hakimlerini yerlerinden almak için çok haklı, herkesi ikna edecek nedenler olması gerekir. Ortada böyle bir durum yok. HSYK üyelerini dikkatli olmaya çağırıyoruz.
Yargının bağımsızlığına yönelen güvensizliği şu dönemde haklı çıkaracak müdahaleler Türkiye’yi kaosa sürükler. Bize lazım olan şey adalettir. Onun güvencesi de bağımsız yargıdır. Ergenekon davasına yönelecek müdahale, yargının iflası, adaletin yıkımı olur.”
18 ŞUBAT’TAKİ O TOPLANTIDA
NELER KONUŞULDU?
Bütün bunları dikkate alan Vakit Yayın Kurulu; Ankara büromuzdan gelen bir haberi “manşet” yapmaya karar verdi.
Çünkü bu haber, “HSYK üyelerinin tavrı”ndan duyulan şüpheleri bir nebze açıklıyordu... Kimbilir, “HSYK üyelerinin tavrı”nda, belki de “o toplantı”nın rolü vardı...
Peki, neydi o toplantı?..
Ankara büromuzdan Ali Eyvaz, o toplantı hakkında şu bilgileri veriyordu:
18 Şubat 2008’de Başkent Üniversitesi’nde Prof.Dr. Mehmet Haberal’ın ev sahipliğinde bir panelde buluşan emekli savcılar Sabih Kanadoğlu ile Vural Savaş, emekli Orgeneral Şener Eruygur, gazeteci Mustafa Balbay ve Prof. Mümtaz Soysal, hükümete ve hükümeti destekleyen çevrelere “cihat ilan edilmesi” çağrısında bulunmuşlar, bunun için “yargının bir silah olarak kullanılması gerektiği”ni söylemişlerdi.
Sabih Kanadoğlu, o toplantıda diyordu ki;
“Hükümet ülkeyi dinci diktaya götürüyor. Buna karşı yargının bir silah olarak kullanılması gerekiyor. Yargı; laiklik ve cumhuriyetin korunmasında en etkili silahtır.”
Mümtaz Soysal da şöyle konuşuyordu:
“Bunlarla haklı olarak vuruşacağız ve sonunda kazanacağız. Büyük taarruz başlayacak. Bir büyük tehlike ile karşı karşıyayız, seferberlik ilan edilmelidir. Vatan tehlikede iken böyle kavramlar kullanılır. Cihat, cihet kelimesinden gelir. Ve kendinizi aşarcasına davaya hizmet etmek demektir. Biz de böyle yapmalıyız. İsterse buna savaş denilsin. Bir büyük tehlike ile karşı karşıyayız ve bu yüzden seferberlik ilan edilmelidir.”
Acaba öyle miydi?..
Ortada “örgütlü ve plânlı bir tavır” mı vardı?.. HSYK üyeleri, “18 Şubat 2008 toplantısı”nda yapılan bu “çağrı”lar doğrultusunda mı hareket ediyorlardı?..
Hükümet’e karşı “Büyük Taarruz” mu başlatmışlardı?.. Bu taarruz esnasında “en etkili silah” dedikleri “yargı”yı mı kullanıyorlardı?..
“Seferberlik” mi ilân etmişlerdi?
“Vuruşacaklar” mıydı?..
“Savaş” mı yapacaklardı?..
Evet, HSYK üyeleri, “o toplantıda yapılan çağrıları” bugün hayata mı geçiriyorlardı?..
Öyle diyordu ya Sabih Kanadoğlu;
“Yargı, en etkili silâhtır!..
Yargının silâh olarak kullanılması gerekir!”
İşte “o toplantı”da yapılan konuşmaları hatırlayıp, “HSYK üyeleri”nin de, bugün o toplantıya uygun tavır içinde olmalarını bugünkü manşetimize taşıdık:
“İşte 18 Şubat plânı!”
Evet; Hükümet’e karşı “Büyük Taarruz” başlatmaya, bu taarruzda da “yargıyı silâh olarak kullanmaya” karar verilen o plânı!..
UĞUR DÜNDAR, 2 YIL HAPSİMİ İSTEMİŞ!
Vakit Yayın Kurulu üyeleri bu plânı manşet yapmaya karar vermişti ki, Haber Merkezimizden bir haber daha geldi...
Çeşitli internet sitelerinde de yer alan haberin başlığı şuydu:
“Uğur Dündar’dan Vakit yazarına dâvâ”
Haber 7’deki haberin özeti de şöyleydi:
“Geçtiğimiz günlerde internet haber sitelerinde yorum yapan okurlara yönelik dâvâ girişiminde bulunan Uğur Dündar, son olarak Hasan Karakaya’ya dâvâ açtı. Ergenekon iddianamesinde geçen konuları köşesine taşıyan Hasan Karakaya’ya 2 yıl hapis istemiyle açılan dâvânın gerekçelerinden biri ise oldukça ilginç.
Dâvâ dilekçesinde Uğur Dündar’ın, laik, Atatürkçü ve yurtsever olmasının Hasan Karakaya tarafından hedef alınması için yeterli sebepler olduğu ileri sürüldü.”
Laik, Atatürkçü ve yurtsever ha!..
İlginç!.. Hem de çok ilginç!..
Tabiî, Uğur Dündar’ın avukatı Vural Ergül; bu kadar “sade bir dil” kullanmamış!.. “Suç duyurusu”nda, “hakarete varan ifadeler” de kullanıp, demiş ki;
“Hasan Karakaya, Uğur Dündar’a atılan iftiraların peşinden koşarak; uzun senelerdir taşıdığı öfke, hınç ve düşmanlık ile Uğur Dündar’a kin ve nefret kusmuştur!”
Breh!.. Breh!.. Breh!..
Sen neymişsin be abi?.. Ya da, ben neymişim de, haberim yokmuş!..
Demek öyle ha!.. Demek; ben Uğur Dündar’a uzun senelerdir “öfke, hınç ve düşmanlık” besliyormuşum ha!..
Demek, bu yüzden;
“Kin ve nefret” kusmuşum ha!..
Sen neymişsin be Karakaya!..
Lütfen “suçlama”ya dikkat edin!..
Ben, Uğur Dündar’a, hem de “uzun yıllardır” öfke, hınç ve düşmanlık besliyormuşum!..
Evet, “uzun yıllardır!”
İnanın korkmaya başladım!..
Bu adamlar, “teknoloji”de süper ilerlemeler kaydedip, “telekulak”ları da sollayıp artık “beyin okumaya” filan mı başladılar?..
Gerçekten korkmaya başladım... “Beynimden geçenleri okumaya” başladıklarına göre, korkarım ki, “rüya”larımı da izliyorlardır!..
“Beynimden geçenlere dâvâ açtıklarına” göre, bir gün gelip, “rüyalarıma da dâvâ açarlarsa” hiç şaşmam!..
Öyle ya, nasıl olsa;
“En etkili silâhları yargı!”
Hem, “Büyük Taarruz” dediğin, bir tek cephede, bir tek hedefe yönelik olarak başlatılmaz ki!..
“Büyük Taarruz” başlatmışsan, “seferberlik” ilân etmişsen, “savaş” kararı alıp “vuruşmaya” niyetlenmişsen; bu “bütün cephelerde” yapılacak ve de bu savaşa “herkes” katılacak!..
Merak ediyorum;
HSYK üyelerinin “Ergenekon savcıları” üzerinden “Hükümet’e karşı” başlattıkları “savaş”ın bir benzerini, Uğur Dündar da “bana ve gazetem Vakit’e karşı” mı başlattı?..
Evet, merak ediyorum;
Bu savaş, “asimetrik, sistematik ve organize” bir savaş mıdır?!?..
Bu savaşta “herkes”in “görev” ve “misyon”u farklıdır da, herkes “hedeflerindeki kişi ve kuruluşları susturmakla” mı görevlidir?..
BEN GAZETECİYİM, ELBETTE SORACAĞIM!
Açık ve net söyleyeyim:
Uğur Dündar da dahil; hiç kimseye karşı “öfke, hınç, düşmanlık, kin ve nefret” gibi duygular beslemem... Hele hele “yıllarca sürecek” bir duyguyu içimde hiç barındırmam!..
Çünkü ben, her şeyden önce, bir “Müslüman”ım... Müslüman biri; bırakın “kin ve öfke” beslemeyi, çok kızdığı birine bile, “3 günden fazla küs duramaz!”
Kaldı ki, ben bir “gazeteci”yim...
Araştırmak, sormak ve soruşturmak benim işim...
14 Mayıs’ta sordum Uğur Dündar’a;
“Bu yangın, size kaça patladı?.. Yani, gazeteci İlhami Yangın’a; Arena’ya çıkıp Çiller aleyhinde konuşması için kaç para ödediniz?.. İlhami Yangın aleyhinde bir sürü dâvâ açmışken, bunları niye ve ne karşılığı geri aldınız?”
Sorduğum bu... “Cevap” gönderip dersin ki; “İlhami Yangın’ın iddiaları tümüyle yalandır!”
Ben de bunu köşemden yayınlardım ve mes’ele kapanırdı... Ama Uğur Dündar ne yaptı?.. Sabih Kanadoğlu’nun “En etkili silâh” dediği, “Hükümet’e karşı kullanalım” dediği “Yargı”ya taşıdı işi!..
Şimdi, “2 yıl hapsimi” istiyor!..
Peki, sebep ne?..
“Avukatının ifadesi”ne göre; güya ben, Uğur Dündar’a karşı, hem de “yıllardır” öfke ve hınç besliyormuşum, bu yüzden de “kin ve nefret kusmuşum!”
Niye “düşman”mışım Uğur Dündar’a?..
Çünkü Uğur Dündar;
“Atatürkçü, laik ve yurtsever”miş!..
Yani, bu yüzden hedef almışım kendisini!..
BU DÂVÂ, “MÜSLÜMAN” OLDUĞUM İÇİN Mİ?
Tabiî, şahsıma yönelik bu “saldırgan ifadeler”e, bir de “mefhum-u muhalif”inden bakmak gerekir...
Bu “mantık”tan hareketle, ben de Uğur Dündar’a sorarım o zaman;
“Ben Uğur Dündar’ı Atatürkçü, laik ve yurtsever olduğu için hedef alıp, ona öfke, hınç, düşmanlık besliyor, kin ve nefret kusuyorsam, acaba Uğur Dündar benim, niye 2 yıl hapsimi istiyor?..
Müslüman olduğum için mi?!?”
Evet, “Müslüman” olduğum için mi beni susturmak, “Müslüman” olduğum için mi beni “hapsettirmek” istiyor?..
Uğur Dündar’ın avukatları tarafından kullanılan “uzun senelerdir” ifadesi son derece isabetlidir... Ama “benim açımdan” değil, “Uğur Dündar” açısından!..
Çünkü Uğur Dündar;
Nedendir bilinmez, benimle “uzun senelerdir” uğraşıyor!..
Hem de, “taaa 1999’dan beri!!!”
Acaba niye uğraşıyor benimle?..
“Müslüman”lığımdan dolayı mı?..
Yoksa, işin içinde;
“18 Şubat toplantısı” mı var?!?..
===============
Zahide, sizin çocuğunuz olsaydı?
Biliyorsunuz, YÖK; “katsayı zulmü”ne son verecek bir çalışma içinde... İşte bu girişime karşı çıkıp, “Katsayı zulmü devam etsin” diyen YÖK üyelerinden Bülent Serim, dün “istifa” ettiğini açıkladı...
Bülent Serim’le ilgili bildiklerimiz, şunlar: Kendisi, “iyi bir Cumhuriyet okuru”dur!.. “YÖK üyeliği”ne de, Sezer’in “giderayak getirdiği” bir kişidir... Anayasa Mahkemesi’nde “raportör” iken, “RP’nin kapatılması” yönünde rapor hazırlamıştır!..
İşte bu Bülent Serim’e, muhabirlerimizden Hüseyin Kulaoğlu, dün telefonla ulaşıp, sormuş:
“Rize Anadolu İmam Hatip Lisesi öğrencisi Zahide Keskin ÖSS’de ikinci oldu. Matematikte 30 sorunun 30’unu çözdü. Zahide, sizin çocuğunuz olsaydı ve okuyamasaydı, ilâhiyat haricinde hiç bir bölüme giremeseydi, üzülmez miydiniz?”
İşte Bülent Serim’in verdiği cevap:
“Bu sorunuz subjektif!.. Cevap vermeyeceğim!”
Oysa, son derece “objektif” bir soru... “ÖSS’de ikinci” olan bir öğrencinin “istediği üniversiteye girememesi”nden daha büyük zulüm olur mu?..
Peki, soralım kendisine: “Cumhuriyet okumak objektiflik midir?!?”