Ergenekoncu tarih!
Resmî ideoloji ve ideolojiye zemin oluşturan yakın tarih bilgisi, geçmişte zaman zaman yönetimi, bilhassa sosyal ilimleri belirleyecek şekilde kullanıldığı gibi, yargıda da yerine göre kanun, yerine göre anayasa hükmü kudretinde kararlar oluşturmakta kullanılabiliyordu.
İdeoloji Türkiye’nin yargının mevzuat konusundaki tedrice, derecelenmeye uymadan serbestçe karar vermesine imkân sağlıyordu. Son zamanlara kadar bu yöndeki uygulamalar fazla dikkat çekmiyordu. ETÖ davasının yargının konusu olmasından itibaren, bu hususda bir farklılaşma ortaya çıktığı görülmektedir. Bu farklılaşma, bazı sanık yakınlarının basına yansıyan konuşmalarında “bizim” ve “bizim olmayan” mahkemeler şeklinde bir ayırım yapıldığını gösteriyor.
“Bizimkiler” olarak nitelenenler, elbette eskiden olduğu gibi ideoloji öncelikli hareket eden, ideoloji sözkonusu olduğunda, tarafsızlıktan bahsedilemeyeceği düşüncesine yaslananlar olmalıdır. Bir zamanlar ülkenin en yüksek savcısı, ideoloji sözkonusu olduğunda, tarafsızlığın mümkün olmadığını, yargı mensuplarının ideolojinin tarafı olduklarını söylemişti. Elbette cümleler tam olarak böyle kurulmamış olabilir, fakat sonuç olarak uygulama böyle söylemektedir.
Türkiye’nin resmî ideolojisi, yakın tarih pratiğinden beslenen bir kurtuluş/kurtarıcı ideolojisidir. Kurtuluşun önemi ve kurtarıcının değeri, büyüklüğü, tarihe en yüksek seviyede söyletilerek ısbat edilmek istenmiştir. Bu yüzden, Türkiye’nin yakın tarihi ile ilgili olarak ortaya konulan resmî metinler ciddi bir eleştiriye dayanacak durumda değildir.
Bu eleştiriye dayanıksız, gerçekliği hasarlı bilgilerin Millî Mücadele’nin 90. yılının idrak edildiği 2009 senesi içinde her fırsatta tekrarlanıyor olması, bu kadar süre geçmiş olmasına rağmen gerçeklerle yüzleşmekten duyulan korkuyla izah edilebilir. Millî Mücadele’nin 90. yılının geniş halk kitlelerinin katılımı ile kutlanamamasının sebebi de bu gerçekliğin hasarlı olmasında aranmalıdır. Son 19 Mayıs kutlamaları, resmî yönü bertaraf, halkın içten katıldığı bir faaliyet olmamıştır.
Kurtarıcı efsanesinin, Erzurum ve Sivas kongrelerinin 90. yıldönümlerinde de tekrarlanacağını, inandırıcılık problemleri yüzünden halkın yeterince katılımının sağlanamayacağını söyleyebiliriz.
Bu konuda ancak “resmî” olarak nitelendirilebilecek bir metni esas alarak bazı hususlara dikkat çekmek istiyoruz.
Devlet 1940’larda bir ansiklopedi yayınlamaya karar vermiştir. Ansiklopediye o zamanın “Millî Şef”i İsmet İnönü’nün adı konulmuştur. İnönü Ansiklopedisi, ancak Demokrat Parti’nin iktidara gelmesinden sonra Türk Ansiklopdisi’ne dönüştürülebilmiştir. Bu ansiklopedinin 1950’de basılan 4. cildinde çok dikkate değer bir “Atatürk” maddesi yer almaktadır. “Kurtarıcı”nın biyografisi yazımızın başında sözünü ettiğimiz ideolojik tahkimle biçimlendirilmiştir.
Genç subay Mustafa Kemal, bu biyografide, neredeyse İttihat ve Terakki gizli cemiyetini geride bırakan bir teşkilatın “Vatan ve Hürriyet Cemiyeti”nin lideri olarak sunulmakta, sonradan bu gizli teşekküllerin birleştiği ve fakat Mustafa Kemal’in İttihat ve Terakki’nin en önemli uzuvlarından biri olduğu belirtilmektedir. Elbette M. Kemal İttihat ve Terakki’ye mensup olmuştur. Fakat hiç bir zaman üst kademede bulunmamıştır. Abdülhamid’i tahtından indiren, Cumhuriyet’ten sonra uygulanan inkılâpların başlangıç adımlarını atan İttihat ve Terakki’nin bu sonuçları almasındaki “şeref”i de Atatürk’e mal etmek o sıralar ideolojik olarak gerekli görülmüş olmalıdır!
1912’de Enver Paşa, İtalyanların Libya’ya saldırısı üzerine buraya gitmiş ve mutasarrıflık ve cephe kumandanlığını üstlenmiştir. Bu sırada kaymakam (yarbay)lığa yükselmiştir. Mustafa Kemal ise binbaşı olarak Tobruk ve Derne’deki kuvvetlerin kurmaylığını ve kumandanlığını yapmıştır. Ansiklopedi’nin Atatürk maddesinde Enver’den hiç bahsedilmemekte, Libya kahramanının tek başına M. Kemal olduğu izlenimi uyandırılmaktadır.
M. Kemal Paşa’nın daha subaylığın ilk basamaklarından itibaren baş aktör olarak sunulması, öyle noktalara vardırılmaktadır ki, Alman İmparatoru’nun daveti üzerine veliahd “Vahidetdin’le birlikte” Almanya’ya gittiği yazılmaktadır. Alman İmparatoru, Osmanlı İmparatoru’nu dâvet etmiştir. Fakat Sultan Reşat yaşlı ve rahatsızdır. Bu yüzden veliahd, yani onun yerine geçecek olan şehzade Vahidetdin’in gitmesi uygun bulunmuştur. Mustafa Kemal Vahidetdin’in maiyetinde Baş Yaver Olarak Almanya’ya gitmiştir.
Bunun nasıl gerçekleştiğini, H. Kâzım Kadri anlatmaktadır. Vahidetdin’in trenine M. Kemal Paşa’nın heyetde olmadığı halde emrivaki yaparak (padişahın vefatından sonra yerine geçecek kişiyle beraber olmak için) bindiğini, Enver Paşa’nın bu emrivakiye mani olamıyarak “ne yapalım, varsın o da gitsin” dediğini Hazine-i Hassa Müdürü Refik Bey’den işittiğini yazmaktadır. (Meşrutiyetten Cumhuriyete hatıralarım, 268) M. Kemal Paşa, Enver Paşa’nın yükselerek Erkân-ı Harbiye Reisi ve başkomutan vekili olmasını İttihat ve Terakki’deki gücü dışında, sarayla kurduğu yakınlıkta görmektedir. Enver Paşa Saray’a damat olmuştur. “Damad-ı şehriyarî”dir. M. Kemal Paşa’nın yeteneklerine rağmen yükselememesini sarayla yakınlık kuramamaya bağladığı tahmin edilebilir. Vahidetdin’in kafilesine katılma arzusu bununla açıklanabilir. Trende Vahidetdin’le beraber olmak için yakınında yatmak ister. Fakat bu mümkün olmaz... (Bu konuya devam edeceğiz)
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.