Üç adam tarih yazıyor
Bir şeyin farkında olmalıyız; üç adam tarih yazıyor: Sayın Cumhurbaşkanı Gül, Sayın Başbakan Erdoğan ve Sayın Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç. Türkiye'nin en sancılı döneminde biri devleti, biri hükümeti, biri de AK Parti'nin vicdanını temsil ediyor. Cumhuriyet tarihinde böyle üçlü olmadı...
Ortak bir duruşları var. Cesaretleri var. Yürüdükleri yolda yalpalamayı asla düşünmüyorlar. Onları tanımayanlar, aralarında ihtilaf çıkar mı diye çok fırsat kolladılar, epey beklediler. Daha da bekleyecekler. Çok partili hayata geçtikten sonra, demokrasi yokuşunda ivme kazandığımız üç dönem var: Menderes, Özal ve Erdoğan dönemleri. Erdoğan döneminin diğerlerinden birinci farkı; bugünün başbakanı yalnız değil ve çok şey biliyor.
Rahmetli Menderes yalnız adamdı. Kendi dünyasından olmayan bir kabine ile çalıştı. Devletin istihbaratından hiç haber alamadı. Aynı şekilde rahmetli Özal yalnız adamdı. O da ayrı dünyaların adamları ile bir kabinede beraberdi. Türkiye'de olan bitenle ilgili kendisine haber akmadığının farkındaydı. Sonra ikisi de dönemlerinin cumhurbaşkanı ile aynı frekansta değillerdi. Kenan Evren, seçim zaferine rağmen, Özal'a başbakanlığı vermemeyi bile düşünebildi. Ama Erdoğan öyle değil. Cumhurbaşkanı, "kardeşim" dediği bir insan. Çoğunluk itibarıyla kabinede, yıllardır tanıdığı, çalıştığı insanlarla beraber. Ve Cumhuriyet tarihinin, istihbarat açısından en fazla bilgiye sahip başbakanı... Erdoğan'ın kader denk noktasında büyük bir avantajı da var. Menderes ve Özal döneminde, halkın demokratik şuuru maalesef çok zayıftı. Hele Menderes döneminde, ne olup bittiğini büyük kitleler anlamadı bile. Koskoca başbakan asılınca ancak koca bir milletin gözleri açıldı. Bu, ezanı aslına çeviren, geldiği yere rağmen halkın gönlüne girebilen cesur adam, meğer ne büyük bir kabahat işlemiş... Ondan sonra, neyin ne olduğuna artık başka bir gözle bakılmaya başlandı. Nelerin döndüğü artık ayrı bir dikkatle takip ediliyordu. Medya tek yönlüydü; örtüyordu, saklıyordu, saptırıyordu, karartıyordu. Henüz bir uyanma yoktu ama uyananlar vardı.
Özal dönemi gözleri daha da açtı. Tabular yıkılıyordu. Bağlar çözülüyordu. Uyanışın geniş kitlelere yayılmaya başlandığı bu dönemde, Özal cesaretiyle, statükocuları çok kızdırdı. Oyuna getirildiklerini düşündüler. "Bizden gözüktü, altımızı oydu" diye diş bilediler. Statüko yanlısı medyaya ilk defa insaf geldi. Yayın politikaları yine bildik çizgideydi fakat yazarlardan, akademisyenlerden demokrat tavır sahipleri çıktı. Alternatif bir medya da doğmaya başladı. Henüz arzu edilen kemiyet ve keyfiyet yoktu ama ufukta beliren bir ışık vardı.
Erdoğan'ın dönemi, beklenenlerin buluşma zamanı gibi oldu. Demokratik şuur uyanmaya başlamıştı. Avrupa Birliği üyelik süreci yol aldıkça, demokrasi talebi, özgürlük arzusu, şeffaflık isteği, "herkes hesap versin" sesleri yükselmeye başladı. Alternatif medya her geçen gün güçleniyordu. Ürkenlerin, her devrin adamı olanların yerine "bu kadar zillet, bu kadar ikiyüzlülük, bu kadar omurgasızlık yeter artık" diyenlerin sayısı arttı. Ergenekon davası bu uyanışta, tam bir itici güç oldu. Kimilerinin makyajı dökülmeye başladı. Adam zannettiklerimizin buzdan yapıldığını, hakikatin melteminde eridikleri görüldü. Nicelerinin, kalıbının adamı olmadıkları anlaşıldı.
Demokratik şuur, demokratik talep aradığı cesur yürekleri de bulmuştu. İlkler dönemi başladı. İlk defa, dokunulmazlara dokunuldu. "İtalya'da var, bizde neden yok?" diye hayıflanırken ilk defa cesur savcılar, cesur emniyet görevlileri "varız, buradayız" diye ses verdiler.
Bütün bunları bana düşündüren, Sayın Başbakan'ın geçtiğimiz pazar, AK Parti Ankara il kongresinde söyledikleri oldu. Şöyle diyordu: "Türkiye'de siyaseti artık çeteler, mafya ve hukuk dışı karanlık odaklar yönlendiremeyecektir. Bu dönemler kapandı. Hakkı, hukuku, milli iradeyi tanımayanları biz de tanımayız. Bunu böyle bilin."
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.