“Yetki benim, karar benim!”
Yüksek Öğretim Kurulu, bin yıl sürmek üzere tasarlanan 28 Şubat’ın bir dayatmasını 10 yıl sonra neticelendirdi; anormalleştirileni normalleştirdi. Aslında yetki onundu, karar da onun olmalıydı... Fakat “unutulmaya yüz tutmuş çok yakın tarih”te, yetki kimin olursa olsun, karar bir yerlerden dayatılıyordu!
Bu devletin özerk kurumları, yüksek kurulları, bakanlıkları ve hatta yüksek yargısı ve TBMM için bile böyleydi...
Bakanlar Kurulu, yürütme sekreterliğine dönüştürülmüştü. Hükümetin ne yapacağı belirleniyor, baş sekreter (başbakan) ve sekreterler (bakanlar) uygulama için kolları sıvıyordu.
Mecburi öğretim 8 yıla çıkarılacaktı. Yetki Millî Eğitim Bakanlığı’nın idi. Bakanlık uzun zamandır böyle bir uygulama için hazırlanıyordu. İlk beş yıldan sonraki üç yılın nasıl gerçekleşeceği tartışılıyordu. Elbette bir sonuca varılacaktı. Kesintisiz beş yıl dayatıldı! Neden? Beş yıldan sonra Kur’an kursuna veya imam hatip lisesinin orta kısmına devam etmek imkânı ortadan kaldırılmak isteniyordu.
İmam hatiplerin ve daha kalabalık bir öğretim kesimi olan meslek okullarının orta kısımları kapatıldı! Bu kararı gerçek anlamda siyasiler vermedi, eğitimciler veya ilim adamları vermedi. İlim ve akıl devreden çıkarıldı. Siyasiler ve bürokratlar, aldıkları talimatı tatbik ettiler!
12-13 yaşında meslek öğrenmeye yönelen çocuklarımız bundan mahrum edildi. Meslek öğrenmek için üç yıl daha beklemeleri gerekiyordu. Bu üç yıl ne için gerekiyordu? Bu üç yıl, çocukların gelişme dönemi idi. Resmî ideolojiyi kullanan oligarşi bu dönemi ideolojik eğitim için önemli görüyordu. 15 veya 16 yaşındaki çocuklar meslek okullarına veya imam hatiplere gidebilirdi...
Daha akılcı bir çözüm bulunabilir, meslek okulları ile imam hatipler ayrılabilirdi... Dinî öğretim de veren lise olan imam hatiplerin meslek okulu olması gerektiğinde ısrar edildi. Halbuki imam hatibe devam eden çocukların imamlık yapmak için bu okulu seçtikleri söylenemezdi. Bu okullardan imamlık yapacak gençler de yetişebilirdi. Esas olarak, imam hatip sistemin, Cumhuriyet’in bulduğu bir ara çözümdü. İlk imam hatip çözümü, Tevhid-i Tedrisat Kanunu’ndan sonra bulunmuştu (1924). İlk imam hatipler o zaman açılmıştı. Fakat o yıllarda takınılan din karşıtı tutum, bu okulları kapattı. Hem de nasıl bir gerekçeyle: Talebeler gitmek istemiyor!
1930’larda talebe bulunamadığı için kapatılan okullar, 1950’lere doğru yeniden açıldı. Halkın eğitim sistemine nasıl destek verebileceği Cumhuriyet tarihinde imam hatip liseleri uygulamasında görüldü. Denilebilir ki, bazı istisnalar dışında imam hatip okullarının binalarını halk yaptı. Devlet sadece yönetici ve öğretmen tayin etti.
Cumhuriyet’in çözümü, 28 Şubat’ta “Cumhuriyet düşmanlığı” olarak nitelendi. Millî Eğitim’in 8 yıllık kesintisiz mecburi eğitimle imam hatipleri budaması yeterli görülmedi. Başka bir talimat da özerk bir kurum olan YÖK’e gönderildi. YÖK İmam Hatiplerin (ve onun yüzünden meslek liselerinin) mezunlarının üniversitelerin istediği bölümlerine girememesi için gerekeni yaptı!. İmam hatiplere ve meslek liselerine talep azaldı. Öğretimin kalitesi düştü. Sistem, kendine göre yüce bir amacı gerçekleştirmek için trajik bir başarı kazanmıştı! İdeolojiyi güçlendirmek için eğitim sistemini çıkmaza sokmuştu! Meslekî öğretimi bitirmişti!
YÖK sonunda yetki alanında bulunan bir konuda kararını serbestçe verdi ve bu haksızlığı ortadan kaldıracak adımı attı!
Esasen ilk öğretimi sekiz yıla çıkaran, ardından imam hatiplilerin yüksek öğretimde varlık göstermemesi için katakulli çevirenlerin korkusu neydi? İmam hatip mezunlarının devletin yüksek kademelerinde yer almaması! Daha açığı: Dindarların yönetici olmaması!
2002 seçimleri bu çevreleri korktuklarına uğrattı!
Başbakanı ve bazı bakanları imam hatipli olan bir hükümet işbaşına geldi. Hâlâ iktidarda!
YÖK’ün son kararı, “korkunun ecele faydası yok” hükmündedir!
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.