Gannuşi’nin analizi
Haziran ayında İstanbul'da görüştüğümüz Gannuşi'den bir İran seçimi analizi yapmasını istemiştim. O da Muhammed Haseneyn Heykel ve ekolünden yetişen Fehmi Huveydi gibi seçimlere hile karıştırıldığına pek ihtimal vermiyor. Buna mukabil, aynen Haseneyn Heykel gibi krizin İran'lı seçkinler arasında olduğunu ve merkez üssünün de velayet-i fakih anlayışı ve kurumu olduğunu söylüyor. Rejimin özünde bir halel olduğunu ve krizin bundan kaynaklandığını ifade etti. Ona göre, krizin merkezinde velayet-i fakih meselesi yatıyor. Velayet-i fakih yüzyıllar sonrasında ihya edilmiş ve modernize edilmiş Mehdi'nin boşluğunu muvakkaten doldurmaya matuf bir İsna Aşeri doktrinidir. Gaybubet-i suğra döneminde 4 sefir veya elçi bulunuyordu ve onlar halkla teması sağlıyordu. Onikinci İmamın onlar üzerinden halkla temas ettiğine inanılıyordu. Sefirler veya naipler döneminin de kapanmasıyla birlikte Şii anlayışında büyük bir boşluk meydana gelmiştir. Mehdi olarak gördükleri Onikinci İmamın gaybubet ve kayıp suresinin de uzamasıyla birlikte bazı ahkam tatil edilmiş idi. Hadler ve cuma gibi içtimai ibadetler Mehdi'nin zuhuruna kadar talik edilmiş ve durdurulmuş ve dondurulmuştu. İşte velayet-i fakih anlayışı kısmen bu boşluğu doldurması için vazedilmiş bir doktrindir. Lakin veliyyi fakih, Oniki İmam dışından olacağı ve Mehdi'nin gelişine dayalı olarak meşruiyetini sürdüreceği için otoritesi tartışmalı olmuştur. Mesele imamet ve Mehdi anlayışıyla alakalı ve ona bağlıdır. Musa Carullah Bigiyef'in de ifade ettiği gibi, Sünni ekolde ve anlayışta yönetici veya imam sivildir. İstisnai otoritesi bulunmaz ve dolayısıyla teokratik bir yapı arz etmez. Sünni ekolde ulema da sivildir. Hiyararşik bir yapısı yoktur hiyararşik yapısı olsa bile ruhani değil, idaridir. Dolayısıyla gücünü şahsından değil ilminden alır. İlmi olarak idareye nezaret eder. Kanun veya kolluk güçleri gibidir. Gücünü kanundan alır. Yoksa kanun, gücünü kolluk kuvvetlerinden almaz. Velayet-i fakih doktrini İsna Aşeri düşünce içinde eski olsa da, uygulama alanı bulması, yenidir. 1979'dan sonradır. Kimi İran uleması Ayetullah Humeyni'nin zihnindeki velayet-i fakih doktrinini olgunlaştırmakta beş evreden ve aşamadan geçtiğini söylerler. Velayet-i cumhur ve velayet-i fakih arasında 5 ayrı versiyonu vardır.
Kimilerine göre Ayetullah Humeyni son aşamasında velayet-i fakihin otoritesini mutlaklaştırmıştır. Bununla birlikte, yapısal olarak İran rejimi halkın tensibiyle velayet-i fakih arasında bir yerde durmaktadır. Lakin velayet-i fakihin yetkileri çok geniştir ve neredeyse seçilmişlere marjinal bir yer kalmaktadır. Teorik olarak velayet-i fakih azledilebilir ancak bunun çok sancılı olacağı herhalde izahtan varestedir. Esasında İslami idare biçimi çift yapılı ve kanatlıdır. Yatay olarak halka dikey olarak da ilahi yasalara bağlıdır. İşte yatay ve dikeyin dengesini bulan yapılar ideal yapılardır. Bu yapılarda kaymalar buhranları da tetikliyor ve beraberinde getiriyorlar. İnsanların onayını almayan siyasi iradeler genel olarak İslam literatüründe müstebit ve otoriter idareler olarak anılıyorlar. Bundan dolayı asr-ı saadetten sonra Kur'an ile sultan yani otorite birbirine yabancılaşmış ve uzak düşmüşlerdir. Geçmiş idareler genel olarak otoritelerini halktan almamışlardır. Kimileri istismar sadedinde bunun yani halktan kopukluğun ve ona hesap vermeyişin ilahi irade olduğunu söylemişlerdir. Hatta Emevilere atfedilen bir görüş siyasi cebriyeciliktir. Bu Hıristiyanlıktaki Pavlos siyaseti veya siyasi çizgisidir.
Velayet-i fakihin Sünni idare anlayışından farkı bu doktrinin din adamları ve kurumuyla alakalı olmasıdır. Halbuki, ötekisinde sadece değerler ve onun tatbiki meselesi vardır. Burada, ulemanın mutlak bir biçimde otorite veya veli olması öngörülmez. Gerçi ilk asırlarda buna benzer bir biçimde Sünni fakihler de müftülerin ve yöneticilerin/halifelerin müçtehit olmalarını şart koşuyorsa da bu pratikte tutmamış ve bu kuralı gevşetmişlerdir. Bu mesele fazla teorize edilmiş bir mesele değildir. İran'da özellikle de Nejad'ın merci-i taklidi olan Muhammed Yezdi gibi bazı Ayetullahlar hükümetin meşruiyetini halktan değil ilahi yasalardan ve iradeden alacağını söylemektedirler. Evet, meşruiyetin birinci basamağı budur. Rafsancani ve Hatemi gibiler de buna itiraz etmiyorlar. Asıl itiraz ettikleri husus bunun tek basamaklı olarak kalmasıdır. Yani istibdada ve keyfiliğe yol açmasıdır. Yani yöneticilerin veya idarecilerin halk tarafından da onaylanmamasıdır. Bu durumda Agacari gibilerin ifadesiyle halk koyun yerine konulmuş oluyor. Burada belki de katmerli yanlış farazi de olsa onay makamı olan halkın seçim üzerinden hilelerle kandırılmasıdır. Bu seçim dışı tutulmasından daha da ağır bir keyfiyettir. Belki de halkı ve onun ötesinden Hatemi gibileri galeyana sevk eden husus budur. Rafsancani ise yönetim biçiminin hem cumhuriyet hem de İslam olduğunu söylemiştir. Bu hususta Ayetullah Senai, Muntazari, Ayetullah Mekarim Şirazi ve Gulpeygani ve Muhammed Haşimi Şahrudi gibi büyük ayetullahlarla meseleyi görüşmüştür. Dolayısıyla İslami idarelerde, halkın yasamada rolü mutlak olmamakla birlikte idarede ve idarecilerini seçmekte mutlaktır, yasamada ise mukayyettir. Dolayısıyla bu birbirini tamamlayan ikili yapı birbirine karşı kullanılamaz. İran bu ikili yapıyı ikilem haline getirmiş bulunuyor ve düzlüğe ancak bu ikilemi aşabilirse çıkabilir.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.