Yorumlar ve sorunlar!
Yazmak, okunmak içindir. Hergün gazeteler sayısız haberi, yazıyı, yorumu taşıyarak okuyucuya sunar. Bazı yazarların gazetelerin tirajından fazla okunma ihtimali vardır, bazıları ise tirajla kıyaslanamayacak kadar az okunur. Bunu ölçmek çok da kolay değildir.
Çağımızda internet, yazarlar için mesajın seyrini değiştirecek bir mecra olarak ortaya çıkmıştır. Eskiden yazar metninin basıldıktan sonra kimler tarafından okunup nasıl karşılanacağını pek fazla bilmezdi. Elbette, çok ilgili okuyucular yazılarla ilgili görüşlerini, eleştirilerini veya daha fazlasını daha çok mektupla, daha az telgraf ve telefonla dile getirebilirdi. Fakat bunların yazara intikali hemen olmaz, zaten çok da fazla mektup yazılmazdı. Bunu neyle kıyaslayarak söylüyoruz? İnternetle elbette!
İnternet (türkçesi: Ağ, dünya ağı), yazınız mecrada yer aldıktan sonra, ne kadar okuyucu tarafından ziyaret edildiğini, ziyaretçilerin sayfanız üzerinde ne kadar kaldığını, buna bakarak da ne kadar okunduğunuzu size söyleyebiliyor. Ayrıca, yoruma açık bir sütununuz varsa, yazıyla ilgili görüş ve düşüncelerden haberdar olabiliyorsunuz. Sadece yazar değil, okuyucu da bu yorumlardan haberdar olduğu için, bazan sizin adınıza cevap veren yorumcularla karşılaşabiliyorsunuz.
Bir yazının beğenilme ihtimali olduğu gibi, beğenilmeme ihtimali de vardır. Her iki durum da yüzde yüz değildir. Yazınızı büyük çoğunluğun beğendiğini düşünebilirsiniz. Zaten büyük çoğunluğun memnun olmadığı bir yazar işini sürdüremez! Beğenenler, beğendiklerini veya neden beğendiklerini, beğenmeyenler neden beğenmediklerini çok da uzun olmayan metinler halinde ortaya koyuyorlar.
Yazar için yeni fakat ilgi çekici bir durum. Birileri, memnuniyetlerini belirtirken, konuya ne kadar vakıf olduklarını da ortaya koyuyorlar. Birileri de memnuniyetsizliklerini ifade için aynı yolu seçiyorlar. Bu farklı yaklaşımların kendi aralarında bir denge oluşturduklarını düşünebiliriz. Beğenenler-beğenmeyenler diyalektiği yazıyı iyi veya kötü yapmaz. Fakat, belli ölçüde nasıl anlaşıldığını ortaya koyar.
Eğer yorumlara bakarak konuşursak, iyi anlayanların varlığı yanında, anlayamayanların, yeterince anlayamayanların varlığı da bir gerçek. Asıl okuyucularımızın, bizim üzerinde durduğumuz konulara daha fazla vakıf olduklarını, yorumlara bakarak söyleyebiliriz. Destekleyici mahiyette yorumlardan bazan çok yetersiz, bilgice noksanları da olmakla birlikte çoğunluğun daha iyi kavradığını çıkarabiliyoruz. Bunlar muhtemelen bizim esaslı okuyucularımızdır. Buna karşılık, karşı çakanlar, -bu yetmez- şiddetle karşı çıkanlar var ki, bunların çok fazla okuyucunuz olmadığını, üzerinde durduğunuz konuyla ilgili peşin hükümleri, yanlış bilgileri olduğunu kolaylıkla anlıyorsunuz.
Geçen hafta üç gün üst üste yakın tarihle ilgili yazdık. Bu yazılara gelen yorumlar, bu kanaatlerimizi doğrular mahiyette. Karşı çıkanlar ve şiddetle karşı çıkanlar için de bizim temel tezimizi doğruluyorlar diyebiliriz. Çünkü biz yakın tarihin bilinmediğini, doğru bilinmediğini hatta doğru bilinmesinin istenmediğini; ideolojikleştirilmiş tarihin insanımızın düşünme ve davranma tarzlarını etkilediğini söylüyoruz.
Bir çok örnekten biri üzerinde duracağız. Erzurum Kongresi’ni Mustafa Kemal Paşa’nın değil, Erzurum’un ve müşterek hareket ettikleri Trabzon Müdafaa veya Muhafaza-yı hukuk cemiyetlerinin topladığını yazdık. Bunu kabul eden okuyucumuz, “Lâkin bu cemiyet Erzurum’daki toplantıyı Amerikan mandasının kabul edilmesi ön fikri ile toplamıştır. Bunların arasında Halide Edip de vardır. M. Kemal mandayı reddedip Osmanlı ordusundan istifa etmiş, K. Karabekir de kendi birliği ile M. Kemal’e katılmıştır. 56 delegeli Erzurum Kongresi’nin 48 delegesi M. Kemal’i başkan seçmiştir. Oturumlar 7 Ağustos’a kadar sürmüştür, yani toplanma amacı, kimin topladığı değil de kongreden çıkan sonuç ve bu fikirlerin sahibi başkanın kim olduğu daha önemlidir” diyor.
Erzurum Kongresi’nin mandacılık kastıyla toplandığı iddiası elbette, hem bu cemiyetlerin yöneticilerine hem de bu vilayetlerin halklarına yapılmış bir haksızlıktır. Elbette böyle bir şey sözkonusu değildir. Zaten manda konusu, Sivas Kongresi’nde ele alınmıştır. Halide Edip’in Erzurum Kongresi ile bir ilgisi yoktur. Onun başlangıçta ABD mandası taraftarı olduğu biliniyor. Fakat sonradan (1920) eşi ile birlikte millî mücadeleye katılmıştır. M. Kemal Paşa’nın istifa etmesinin sebebi, mandayı reddetmekle ilgili değildir; Anadolu’ya geniş yetkilerle donatılarak büyük bir maiyet erkânı ile çıktıktan bir müddet sonra, bilhassa İngilizlerin İstanbul’a çağrılmasını istemeleri yüzündendir. Paşa istifa etmiş ama, hükümetle ve bilhassa padişahla arasını bozmamıştır, saygılı mesajlar göndermiştir.
Kâzım Karabekir, Mustafa Kemal’e birliği ile katılmamış, Paşa rütbesiz ve görevsiz kaldıktan sonra, büyük bir alicenaplık göstererek, aynı rütbelere ve göreve sahipmiş gibi kendisine bağlı kalınacağını bildirmiştir. Bu, Milli Mücadele’nin belki de en kritik bir anıdır. Kâzım Karabekir böyle bir tavır takınmasa idi, M. Kemal Paşa’nın Erzurum’da her hangi bir iş yapması mümkün olamazdı. Buna karşılık M. Kemal Paşa, Nutuk’ta Erzurum Kongresi’nden bahsederken Kâzım Paşa’dan bir defacık olsun bahsetmemiştir! Neden? Çünkü, Kâzım Paşa, Cumhuriyet’in demokratik bir yapı kazanması için muhalif bir parti kurmuş ve onun başkanlığını yürütmüştür. Bu yüzden başına gelmedik kalmamış, hatta İzmir suikasdi bahane edilerek İstiklâl Mahkemesine çıkarılmış, ancak ordunun desteği karşısında, Mahkeme daha ileri gidememiştir!
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.