Fatma Tuncer

Fatma Tuncer

Evsizler…

Evsizler…

Elli yaşlarında bir kadın kapıdan içeri girdi ve dört yıldan beri sokaklarda yaşadığını ifade etti. Çalıştığım kurumun muhtaçlar için belirlediği yardım alanlarını dikkate alarak yaşlı kadını yiyecek ve giyecek imkanlarına ulaşması için ilgili yerlere yönlendirdim. Kadıncağız kapıdan ayrılamıyor ve ısrarla konuşmak istiyordu. Sokaklarda yaşamak, çeşitli zorlukları beraberinde getiriyordu. Bunlar arasında yalnızlık ve çaresizlik vardı... Çaresizlik içinde konuşacak birine dahi ulaşamıyordu... O anda onu dinlemenin ve teselli etmenin dışında verecek bir şeyim yoktu. Dinledim, yaklaşık yarım saat boyunca dinledim... Konuştukça konuştu, ağladı ve uzun zamandan beri ifade edemediği duygularını bir bir ifade etti. Sonra yüzüme baktı ve "sokaklara aşina oluyorum evladım bir de geceleri korkmasam, birisi öldürecek, birisi zarar verecek, birisi tecavüz edecek diye tetikte beklemesem bu kadar yorulmazdım dedi ve ekledi. " Geceleri Camilerin kıyısına gidiyorum yavrum oralarda, Allah'tan korkan insanlar oluyor, Allah beni koruyor... Gece beni korkutuyor, şöyle bir odacık evim olsa daha ne isterim..." diyordu. Bir odacık ev onun için ne kadar önemliydi. Eğer böyle bir eve sahip olsa, dış dünyada kendisini bekleyen bu tehlikelerden korunmuş olacaktı...

Kadın Sığınma Evi'nde çalıştığım dönemde de, sokakların burada yaşayan insanlar için ne kadar tehlikeli olduğuna ve bu kimselerin her gün ölümle burun buruna geldiğine yakınen şahit olma imkanı bulmuştum. Gerçekten de bir insan için evini kaybetmek, aynı zamanda sahip olduğu bir çok şeyi kaybetmesine neden oluyor. Böyle bir durumda, artık bir güvenlik sorunu ortaya çıkmıştır. Kişi kendini güvende hissetmemekte, korku ve tedirginlik içinde yaşamaktadır. Sokaklar onun varlığını, onun fiziksel ve ruhsal servetini tehdit etmektedir. Buradaki insanlar, varlığını korumak, varlığını ayakta tutmak için sabaha kadar uyumamakta ve gelecek zarara karşı siperlerini devreye sokmaktadır.

Hayatımızın sıradan akışı içerisinde sahip olduğumuz o intizamın, kurulu düzenin pek farkına varamayabiliyoruz. Oysa, evimiz, aile efradımız, birlikte yaptığımız işler, gündelik meşgaleler, kavgalar, anlaşmazlıklar, alışverişler, ev işleri, komşu ziyaretleri... Bütün bunlar hayatımızın akışı içinde devam ederken bizler ancak, bu akışın içinde fiziksel ve sosyal olarak varlığımızı sürdürdükçe kendimizi güvende hissederiz. Ancak ansızın gelişen olaylar, doğal afetler ya da aile kurumunun sarsılması ve buna bağlı olarak hayatımızın mihenk taşlarından birinin yerinden oynaması bizim için ne kadar da sarsıcı sonuçlara neden olabiliyor... Bütün bunlar bizim varlığımızı, huzurumuzu, güven duygumuzu zedeliyor, bize kökten zarar veriyor, hayatımızı zorlaştırıyor. Başımıza böyle bir sıkıntı geldiğinde hayatımızın akışı içinde sıradan gördüğümüz o küçük ayrıntıların dahi bizim için ne kadar da önemli olduğunu anlıyoruz. Çünkü hayatımızdan uzaklaşan her şey bizim için bir kaybetme duygusuna neden oluyor.

Sokakta kalanlar için kaybetme duygusu ve yaşanan kayıpla ilgili travmalar hat safhaya ulaşmaktadır. Kişi eviyle birlikte evin içinde yer alan kişileri, eşyaları, komşuları, akrabaları, birlikte üretilen sevgi ve paylaşım unsurlarını da kaybetmiştir ve artık kendisini güvende hissetmemektedir. Varlığı tehdit altındadır, her an başına bir şeylerin gelebileceği, öldürülebileceği, aç kalacağı endişesine kapılmakta ve sokakların boşluğunda bütün bunlara yeniden ulaşmaya çalışmakta fakat başaramamaktadır. Çünkü, yıkılan, sadece ev değildir, evle birlikte kişinin ümitleri, geleceğe dair hayalleri de yıkılmıştır... Ve artık bu saatten sonra sadece varlığını korumak ve kendini güvende hissedebilmek için çareler aramaktadır. Zor bir koşturmacadır bu... Ve bu koşturmacanın içinde kişi, kaybettiklerine bir yenisini daha ekliyor ve akli dengesini de kaybedebiliyor.

Sokakların zorluğu, sokaklarda yaşanan sorunlar her şeyden önce kişinin güvenlik ihtiyacıyla ilgilidir. Burada kişi, fiziksel, duygusal ve sosyal olarak varlığını güvende hissetmemektedir. Güvenlik ihtiyacı ise insanoğlunun hayata ilk başladığı günden beri ilk sıralarda yer alan zaruri bir ihtiyaçtır. Kendinizi güvende hissetmediğinizde, hayatınızı istediğiniz gibi yönlendiremezsiniz, ikinci bir adıma yani, üretme ve değer katma alanına geçemezsiniz. Bunun için önce güvenliğinizi sağlamak ve bu alanınızı korumak zorundasınız... Ama hayatınızın akışı sonucunda bazen istemeden ya da elinizde olmadan bu türden bir kavşağa da düşebilirsiniz. Böyle zamanlarda toplumun bütün katmanları, sivil kuruluşlar ve devlet kuruluşları el ele vererek bu kimselerin güvenliğini yeniden sağlamalı ve onları hayata kazandırmalıdırlar. Bu hepimiz için bir sorumluluktur.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Fatma Tuncer Arşivi