D.Mehmet Doğan

D.Mehmet Doğan

İdeoloji mi yargılanıyor?

İdeoloji mi yargılanıyor?

Türkiye’nin 1920’lerde o günün dünya şartlarına göre oluşturulan ideolojisi, tek parti döneminde devletin esas düsturu, hükümetin değişmez programıydı. Bütün metinlerin üstünde o vardı. Gerçi bir Anayasa vardı ama, Anayasa dahi ideolojinin gerisindeydi.
Örnek: 1924 Anayasası din ve ibadet hürriyetini tanıyordu ama 1930’larda din üzerinde bugün “akla ziyan” olarak nitelenebilecek operasyonlar yapıldı. Din öğretimi tamamen ortadan kaldırıldı. Ezan ve Kur’an’ın türkçe okunması için baskı uygulandı. Bunun için dini bilenlere, âlimlere sorulmak gereği hissedilmediği gibi, dinin müntesipleri de hiçe sayıldı. Dinin sahibi laiklik iddiasında olan tek parti devleti idi! İstediği gibi kesip biçer, isterse tamamen yok sayardı!
Dini temsil mevkiinde, şeyhülislamlığın yerine ikame edilen Diyanet İşleri Riyaseti vardı, ama, hiç bir hususta söz sahibi değildi. M. Kemal Paşa, bir defasında Diyanet Reisini, değişmez genel başkanı olduğu partinin (CHP) Ankara il başkanı yapıvermişti!
Çok partili hayata geçişten sonra ideolojinin bütün metinlerin, mevzuatın üstünde tutulması uygulamasının terkedilmesi gerekirdi. Demokrat Parti döneminde oligarşik güç merkezleri ideolojinin metinler üstü konumunu sürdürmek için bütün güçlerini kullandılar. DP bu baskılara ekseriya boyun eğdi. Buna rağmen, 27 Mayıs darbesinden sonra DP liderleri için en yaygın suçlamalardan birisi resmi ideolojiden sapmak idi!
Demokrasi 1920’lerin dünya şartlarına göre oluşturulmuş tek parti düzenine uyumlu ideoloji ile birlikte sürdürülemezdi. Zaten 20. Yüzyılın başındaki bütün ideoloji devletleri tek parti yönetimi idi. Türkiye çok partili hayata geçmekle, ideolojiden vazgeçmek yoluna girmek zorundaydı. Almanya’nın, İtalya’nın demokrasiye geçtikten sonra nazilikten, faşizmden arınması gibi, bir ideolojiden arınma uygulaması gerekiyordu. Fakat, uluslararası sistem, Türkiye’yi ideolojiyi kullanan oligarşik güçler eliyle kontrol edebilmek için bu konuda ısrarcı olmadı.
Sovyet sistemi çöktükten sonra, ideolojik söylemler tamamıyla geçerliliğini yitirdi. Batıcı anti-komünist bir ideoloji olan kemalizmin bir fonksiyonu kalmadı. Fakat ABD’de ortaya atılan “medeniyetler çatışması” tezinde Türkiye’nin batıcılık ideolojisine çok güçlü bir atıf vardı. Türkiye medeniyetler çatışması tezine göre, tarihen en bölünük ülke idi. Oligarşik seçkinler batıcı, halk ise kendi medeniyet değerlerine bağlı idi. Bu, şiddetli bir gerilim meydana getiriyordu. Bu gerilim dayanak yapılarak 28 Şubat harekatı yürütüldü. Yakın dış merkez, İsrail’in tam, ABD’nin kısmî desteği ile 1930’ların taklidi din karşıtı operasyonlar yapıldı. İdeolojinin demokratik sistem içinde bu kadar yüksek seviyede kullanılmasının sonuçları ideoloji açısından hiç de verimli olmadı. Mağlubiyet ideolojisinin 21. Yüzyıla yaklaşılan günlerde pratik bir değerinin kalmadığı açıkça görüldü.
2002 seçimleri, ardından ideolojik zorlamalarla tıkanmak istenen sistemi açmak için yapılan 2007 seçimleri ideolojinin halk nezdindeki desteğinin iyice zayıfladığını gösterdi. Oligarşik merkezler güçlerini sürdürebilmek için bugüne hitap edecek görüşler, halkı etkileyecek programlar ortaya koyacakları yerde, artık tesiri kalmamış ideolojiyi kullanmaya devam ettiler. İdeolojiyi dayanak yaparak darbe zeminleri araştırdılar, bu zeminleri oluşturmak için çok çeşitli yollara, bu arada tedhişe ve siyasî cinayetlere kadar işi vardırdılar.
Ergenekon Davası’na karşı takınılan tutum, esas olarak hukukî değil, ideolojik atıflar ihtiva ediyor. Sık sık, ideolojinin, bu ideolojiyi benimsemiş vatanseverlerin yargılandığı söyleniyor. Savunmalarda, Millî Mücadele döneminden veya sonrasından örnekler dile getiriliyor.
Burada esas tez, mahkemenin ideolojiyi bugüne kadar olduğu gibi, metinler üstü bir kaynak olarak kullanmaması, bunun da Cumhuriyet yargısına yakışmadığıdır! Mahkemeden beklenen, ideolojinin kanunlar ve anayasa üstü bir mevkide ele alınıp yapılıp edilenleri, hatta şiddet de ihtiva etseler, hukuka aykırı saymamasıdır.
Bu iddia sahiplerini bir nebze haklı gösteren, resmi ideolojinin Anayasa ve kanunlarda esaslı bir atıf kaynağı olarak yerini koruması, sistemin ideolojik öncelikler konusunda duyarlılığının hâlâ yüksek seviyede dile getirilmesidir. Hatta bazı devlet kurumlarının ideoloji öncelikli yapılarını koruma konusunda ısrarlı olmaları, bu kurumların mensuplarının bilhassa yaptıkları işi resmi ideoloji kapsamında suç saymaması, ciddi bir zihin karışıklığına yol açmaktadır.
İdeolojik öncelikli yargının ne demek olduğu, Danıştay cinayeti davasında görülmüştür. Danıştay cinayetinden sonra konu mahkemeye intikal etmiş ve kısa sürede sonuca varılmıştır. Yargılama sırasında ideolojik olarak izahı mümkün olmayan deliller dikkate alınmaktan imtina edilmiştir. Neyse ki Türkiye hukuk devleti yolunda belli bir merhale katetmiş olmalı ki, Yargıtay davayı bozmuş, konu Ergenekon mahkemesine intikal etmiştir. Bu konuda mahkemenin karar oluşturulması sırasında yüksek sesle itirazlar ve protestolar vuku bulmuştur. Bu itirazların ve protestoların semantik izahı şudur: İdeolojiyi ve ideoloji uğruna eylem yapanları yargılayamazsınız!
Resmî ideoloji Anayasa’da ve kanunlarda yerini korudukça, böyle itirazlarla karşılaşılacaktır.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
D.Mehmet Doğan Arşivi