Aile içi sürtüşmelerde yöntem belirleme
“Evlilik üzerine yazdığınız yazının bir cümlesine katılamıyorum” diyor elektronik postamdan çıkan mektuplardan biri, “gelinlerin kayın valide ile oturması öneriniz hoşuma gitmedi.
“Biliyorsunuz istatistikler gelin-kaynana kavgasını yaygın boşanma sebepleri arasında gösteriyor.
“Zaten birlikte oturan bazı tanıdıklarım çok huzursuz. Gelinler kaynanalardan, kaynanalar gelinlerden yaka silkiyor...
“Buna rağmen, gelinlerin kaynanalarıyla oturmalarını savunacak mısınız?”
Gelin sizinle bir konuda anlaşalım sevgili dostlar: Ben kimseye hiçbir şey dayatmıyor, kimin kiminle oturacağını da söylemiyorum.
İsteyen kaynanasıyla, geliniyle, ninesi, dedesiyle, ya da yalnız oturabilir. Bu beni ilgilendirmez. Konunun beni ilgilendiren tarafı, sadece aile içinde bir barış ve sevgi ekseninin (huzurlu yaşamak ve ruhsal açıdan sağlıklı nesiller yetiştirmek için) inşasıdır. Bunu yapın da, isterseniz peri padişahıyla birlikte oturun!
Söylemek istediğim şey çok basit aslında: Diyorum ki, ailevi sürtüşmeleri kavgaya dönüştürmeden yaşamak mümkündür.
Sürtüşmenin yoğun olarak yaşandığı bölge ise “gelin-kaynana bölgesi”dir. Bunun da en önemli sebebi kaynanaların gelinler aleyhine, gelinlerin de kaynanalar aleyhine birtakım peşin hükümlerle dolu olarak bir araya gelmeleridir.
Kafalarındaki peşin hükümler yüzünden, birbirlerine karşı o kadar gergin duruyorlar ki, düğünün hemen ertesinde birbirlerine karşı “vaziyet” alıp didişmeye başlıyorlar.
Bu durum en küçük anlaşmazlığı bile büyük bir kavgaya dönüştürüyor. Böylece hayat tüm taraflara zehir oluyor.
Herkes şunu iyi bilsin ki, ömür bazı günlerimizi, haftalarımızı, aylarımızı çöpe atacak kadar uzun değildir...
Aksine, her anını en iyi, en doğru, en güzel şekilde yaşamamızı gerektirecek kadar kısadır.
•
Gelin-kaynananın birlikte oluşturdukları bazı aileler huzurlu, ama çoğunluğu çok huzursuz...
Gelinlere sorarsanız bunun suçlusu kaynana; kaynanaya sorarsanız gelin. Bendeniz ise “suçlu” aramıyor, “huzur” arıyorum. Çünkü “huzur”, aile içi mutluluğun “olmazsa olmaz” şartıdır. Ayrıca çocukların ruhen ve bedenen sağlıklı olarak büyümelerinin ön şartı yine huzurdur.
Ailede huzur olmadıktan sonra, istediğiniz kadar para olsun, başarı olsun, şöhret olsun, bir işe yaramaz! Çünkü bunlar insanın iç dünyasını “cennet asa bir bahar”a (tabir Bediüzzaman’a ait) dönüştüremezler. (Geçenlerde bir hanımefendi telefon etmiş, çok zengin fakat mutsuz olduğunu, mutluluk karşılığında tüm servetini verebileceğini samimi bir dille ifade etmişti).
Eskiden de bu ülkede gelinler ve kaynanalar vardı. Evlenen her erkek ayrı eve çıkmazdı. Bu yüzden aileler, sadece kaynana-kaynatayı değil, halaları, teyzeleri, amcaları bile kucaklayacak kadar genişti. Buna rağmen kavga çıkmaz, büyük huzursuzluklar olmazdı...
Avrupalılaşmaya başladığımız andan itibaren aile çınarı küçüle küçüle “çekirdek”e dönüştü. “Çekirdek aile” deyip, aile kavramını “anne baba ve çocuklardan oluşan” bir aralığa hapsettik. Artık ne konut yetiyor, ne para. Kaynana sendromundan kaçarken (ya da gelin), ekonomik yoksulluğun getirdiği açmazlara tosluyoruz.
Bu problem de ancak karşılıklı anlayış ve hoşgörü çerçevesinde çözülebilir.
Halbuki geline göre, kaynana “dırdırcı”, durmadan konuşuyor, nasıl yaşaması gerektiğini söylüyor; kaynanaya göre ise, gelin hem “müsrif”, hem de “müzevir”: Durmadan harcıyor ve olanı, olmayanı her gece kocasına müzevirleyip ailesiyle arasını açıyor!
Bu durumda genç koca, tüm tecrübesizliğiyle iki arada bir derede kalıyor. Tam da “aşağı tükürsen sakal, yukarı tükürsen bıyık” hikayesi. Bir yanda karısı ve çocukları, öbür yanda annesi, babası, kardeşleri; yıllar boyu hayatını paylaştığı insanlar...
Genç adam açısından bir tercih yapmak tabii ki çok zor... Şaşkınlaşıyor. Eski ailesini tutsa yeni ailesini özleyecek, yeni ailesini tercih etse eski ailesi, yüreğinde derin bir sızıya dönüşecek...
Sonuçta ya anneler çok kırılıyor, ya da gelinler ve çocuklar...
Yüreklerle birlikte aileler de parçalanıyor.
•
İşte bir mektup daha...
“Nişanlıyım. Nişanlım iki buçuk yıldan beri yurtdışında... Aile özlemine ben de eklenince, Türkiye’ye gelme arzusu yoğunlaştı. Ben ise yurtdışında yaşamak istiyorum. Bunun en önemli sebebi de kaynana korkusu: Nişanlım Türkiye’ye dönerse, evlendiğimizde, mutlaka ailesiyle oturmak isteyecektir. Oysa ben, her gelin gibi, kayınvalidem konusunda bazı endişeler taşıyorum. Bana ne tavsiye edersiniz?”
Genel çizgileriyle bu konuda söylenmesi gerekenleri yukarıda söylemeye çalıştım. Özel durumlara girmek bu köşeyi “Güzin Abla” formatına dönüştürür. Yine de şu kadarını söyleyebilirim ki, hayatın tümünde olduğu gibi nişanlılık döneminde de dürüstlük esastır. Tereddütler, kuşkular ve korkular nişanlılar arasında paylaşılmalı, “Evlendikten sonra nasılsa hallolur, eşimi istediğim gibi değiştiririm” düşüncesine asla kapılmadan ne istenip ne istenmediği net olarak ifade edilmelidir.
Kuşku ve korkularınızı nişanlınızla konuşun derim.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.