BAĞ-DAD!
1980 öncesi Bağdat’a gittiğimde, “Bağdad”ın manasını sormuştum.. “Adalet arayanların sığındıkları bahçe” anlamına geldiğini söylemişlerdi.. “Bağ”: Bahçe, “dad” ise, “zulme direnenlerin adalet arayışı”nı ifade eden bir kelime..
Geçen gün Mehmet Barlas yazdı bu konuyu, oradan aklıma geldi: “Bir sözlükte “Adalet” ile “Dad” arasındaki fark şöyle tanımlanıyordu: Adalet, adil davranıp, zulümden kaçınmaktır. “Dâd” ise başkasının zulmüne karşı sızlanmak ve adaletsizliğe karşı direnmektir. Bizim toplumsal ve tarihsel serüvenimizin de özeti olamaz mı bu “Adalet” ile “Dad” arasında kalmışlığımız? Slogan olarak “Adalet mülkün temeli” demişiz ama tüm siyasal ve toplumsal yaşamımız adaletsizlikler karşısındaki sızlanmamızla dolu olmuş.” diyor Barlas makalesinde..
Adalet arayanların sığındıkları bahçeden bugün geriye ne kaldı?.
Hak-hukuk nerede şimdi?.
Güya barış getireceklerdi. Dün de yoktu, bugün de.. Sonunda gelen gideni arattı..
Adaletin yerini zulüm aldı.. Zulm ile abad olunmayacağı belli idi. Ama demokrasi adına zulüm getirdiler.
Sanki Irak halkını elinden kurtarmak istedikleri Saddam, daha önce kendi işbirlikçileri değildi.. Sonunda ilahi kurallar hükmünü icra etti. Zalimlere yardım edenler, tutuşturdukları zulüm ateşinin alevleri arasında yanıp gittiler. Ateş onlara da dokundu..
Adalet yoksa barış da yok. Adalet ve barış yoksa özgürlük nasıl olabilir ki!
Sadece Irak değil, bugün bölgede birçok devlet bir hukuk devleti özelliği taşımıyor. Türkiye’de bile hâlâ darbe anayasaları ile yönetiliyoruz.. Bugün İslam ülkeleri ve Türk dünyasının bırakın hukuk devleti olmasını, bunlar kanun devleti bile değil.
İlk başarmamız gereken iş, adalet! Bu olmayınca, hiç kimseye rahat yok!
Devletin, Anayasa ve yasaların varlık ve meşruiyet temeli adaletle ilgilidir.. Eğer yasalar adaleti, hukuku korumuyorsa, suç aletidir..
Bağdat’ı, adalet arayanların sığındığı bahçe yapan şey, Bağdat’taki alimler, hikmet sahipleri idi. Hakkın ve adaletin savunuculuğunu yapıyorlardı. Gün oluyor iktidara karşı çıkıyor, gün oluyor serveti ve gücüne güvenip zulme sapan ayanı dizginliyorlardı. Siyasetin emrindeki adalet ve ülema, misyonuna ihanet etmiş sayılır.
Halk, alimlerin adalet terazisini doğru tutmadaki kararlılığını bildiği için “şeriatın kestiği parmak acımaz” demiştir..
Adalet bahçesini ne hale getirdiler.. “Mazlumların sığınağı”, mazlumiyetin adresi oldu!
Oturmuş Norşin’i tartışıyoruz..
Sadece adımızı değil, ruhumuzu kaybettik. “Gavurdağı”nın adını “Nur dağı” yaparak çözülmüyor bu işler.. Simon Dağı’nın adını Samandağı yaparak da çözemezsiniz.. “Arzırum” “Erzurum” olunca işler yoluna girer mi sanıyorsunuz?. Rumeli türkülerinden vaz mı geçeceğiz şimdi? Mevlana Celaleddin-i Rumi demeyecek miyiz? Rumi takvim ne olacak? “Türk süsleme sanatının temel unsurlarından olan “Rumi”, başlangıcından itibaren sadece el yazmalarında değil çinilerde, giysilerde, ağaç oymacılığında, kısacası, süsleme sanatının tüm dallarında temel bir motif olarak süregelmiştir. Bu motif, Anadolu Selçukluları’nın ellerinde gelişmiş olup Rumi ismini de onlara borçludur.” Sahi Doğu Roma neresiydi?
Dersim’in adını Tunceli yaparak ya da “Muğlalı”nın adını, askeri kışlaya vererek bu işleri çözemezsiniz.. Filedelfiya neresi, ya da Sart bilir misiniz? Efes, Bergama! Aya Yorgi, Aya Sotri, Aya Ayani manastırları nerededir? Bunun bizi ilgilendiren bir yanı yok mu gerçekten!.
“Esferi Rum” hangi millettir? Tabii siz Rumları Yunan sanıyorsunuz.. Makedonları, Helenleri, Trekleri.. Greekler size minnettardır.. Yunan propagandasına devam! “Helen” hangi peygamberin eşinin adı idi?. Biliyorum siz Helen deyince sadece ve sadece Yunan’ı hatırlıyorsunuz..
Rum kilisesinin başkanı kimdi? Ermeni Patrikliğini kim kurdu? Ya da Süryani kilisesinin kuruluşu nasıl gerçekleşti?. Bu “ötekilerin tarihi” ile ilgili bir soru değil, “bizim tarihimiz”le ilgili..
Neyse, konum bu değil. Bunu ayrıca yazacağım..
Ama bu arada söylemek istediğim bir konu daha var.. Hani Kürt sorununa demokratik açılım peşindeyiz ya, tek başına bir çözüm çok.. Cehennemin ortasında cennet bir köşe olmaz.. Eğer kurtulacaksak, birlikte kurtulacağız.. Bağdat yanarken, Filistin yanarken, İran karışırken, Gürcistan, Ukrayna karışırken burada işler bir anda yoluna girmeyecektir. Benzer sorunlarla karşı karşıyayız ve aynı kaynaktan gelen tehditlerle başetmeye çalışıyoruz. Onun için kendi aramızda güç birliği yapmamız, kendi projemizin başarısı için de bir zorunluluktur..
Umudum şu ki, kurtuluş, çözüm, iyileşme buradan başlayacaktır.. Ve bölgemizi de etkileyecektir. Onun için çözüm arayışını, tek başımıza götüreceğimiz ulusal bir proje değil, bölgesel bir politika olarak ele almamız ve bu sürece komşularımızın da bir şekilde katılmasını sağlamamız gerekiyor..
Yanlış hesap bakalım Bağdat’tan dönecek mi? “Bağde harabül Basra” zor ve pahalı bir çözüm olacaktır. Ne yapacaksak, Bağdat 2. kez harap olmadan yapmak gerekiyor.
Demir tavında dövülür. Aceleye getirmeden ve geç kalmadan, yarımı beklemeden, hemen şimdi..
Bu fırsat iyi değerlendirilmelidir. Baykal ve Bahçeli’ye rağmen. Onlar çözüme sıcak bakmasalar da!
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.