Gelin şu gerçeği kabullenelim vallahi kaybetmez, kazanırız
Bugün dünyanın herhangi bir yerinde yaşayan aklıselim bir insan; Çinlileri, Japonları, Amerikalıları, İngilizleri, Arapları ve bizi inkar edebilir mi? Bunların inançlarını, değer yargılarını yok sayabilir mi? Herhalde sayamaz. Öyleyse biz de geçmişte çok büyük bir toplumun küçülmüş hali olarak, bir avuç insanımızın renklerini, dillerini, inançlarını niye kabullenemiyoruz?
Toplumumuzdaki hemen bütün kesimlerin en bariz vasıflarının başında İslami konulara olan bağlılıkları gelir. Bu hassasiyetler göz önüne alınmadan, din ve İslamiyet’ten sarf-ı nazar edilerek atılacak bütün adımların, istenen neticeyi vermeyeceğini kime sorsanız anlar ve bilir.
Kürtler İslamiyet’i kabul ettikten sonra, sosyal hayatlarının en belirleyici unsuru din olmuştur. Kürtler, çoğunluk itibariyle Sünnî’dir ve İmam-ı Şafiî (r.a) mezhebine bağlıdır. İslâm inancıyla hareket etmekte, yaratılmışların efendisi olan Hz. Muhammed (s.a.v.)’in sünnetine ve doğru yolu gösterici büyük halifelerin yoluna uymakta sağlam azimleri vardır. DTP ve PKK bu sınıfa girmez.
Müslüman Kürtler; namaz, hac, zekât ve oruç gibi dinîn esaslarını kendilerine öğreten İslâm âlimlerinin nasihatlerine uyarlar. Çünkü onların inançlarına tam bir teslimiyet ve sağlam bağlılıkları vardır. Sultan 3. Murad Han’ın müderrisi olan Mevlânâ Saadeddin, Tacüttevarih adlı eserinde Kürtlerin karakter ve fıtrî hallerini şöyle anlatır:
“Her biri dağ doruklarında ve vadi derinliklerinde, tek başına ve hür olarak yaşamayı tercih eder, keyfince ve münferit yaşama bayrağını kaldırır. Allah’ın birliğini ifade eden Müslümanlıktaki Kelime-i Şehadetten başka, onları birbirine bağlayan sağlam bir bağ yoktur.” İşte, yüzyıllar boyunca insanlarımızı bir arada tutan en sağlam bağ “İslam kardeşliği”dir. İslam terbiyesinin zedelenmesi ile büyük yara alan bu kardeşlik duyguları yeniden canlandırılmalıdır.
Yine burada bölgeyi en iyi tahlil eden alim olarak Bediüzzaman Hazretleri’ne vurgu yapmak istiyorum. 1922 yılının Kasım ayı sonlarında kendisine yapılan müteaddit davetleri kırmayarak Ankara’ya giden ve Meclis tarafından resmi bir törenle karşılanan Bediüzzaman Hazretleri, ülkenin geleceğinin şekilleneceği bu Meclis’te bir beyanname hazırlar ve milletvekillerine dağıtır.
Söz konusu beyannamede, ülkenin geleceğini kurtarmaya çalışan bir münevverin basiretli ikazlarını görmek mümkündür. Özellikle doğu ile ilgili tespitler çok önemlidir. O gün dağıtılan tarihi beyanname, şu şekilde kayıt altına alınmıştır.
“Bu millet-i İslam’ın cemaatleri, her ne kadar bir cemaat namazsız kalsa, hatta fasık da olsa, yine başlarındakini mütedeyyin (dindar) görmek ister. Hatta umum Şarkta, umum memurlara dair en evvel sordukları sual bu imiş: “Acaba namaz kılıyorlar mı?” derler. Namaz kılarsa, mutlak emniyet ederler, kılmazsa, ne kadar muktedir olsa, nazarlarında müttehemdir. (suçludur)
Bir zaman, Beytüşşebap aşairinde isyan vardı. Ben gittim sordum: ‘Sebep nedir?’ Dediler ki: ‘Kaymakamımız namaz kılmıyordu; öyle dinsizlere nasıl itaat edeceğiz?’ Halbuki bu sözü söyleyenler de namazsız, hem de eşkıya idiler. Enbiyanın ekseri Şarkta ve hükemanın ağlebi (filozofların çoğunun) Garbda gelmesi Kader-i Ezelinin bir remzidir ki, Şarkı ayağa kaldıracak din ve kalbdir, akıl ve felsefe değildir. Madem Şarkı intibaha getirdiniz; fıtratına muvafık bir cereyan veriniz. Yoksa sa’yiniz ya hebaen mensura gider veya sathî kalır.”
Bu düşüncelerin ışığında bölgeye gönderilecek memurların ve idarecilerin, fıtri olan dini konulara çok dikkat etmesi gerekir. Bölge, rüşvet yemeyenler için sürgün, yiyenler için zenginlik kaynağı olmaktan çıkarılmalıdır. Dini inançlarına saygılı, demokrasiyi özümsemiş, işinin ehli, kabiliyetli, adil, müşfik ve vatandaşlar ile sağlıklı diyalog kurabilecek vasıflara sahip görevlilerin atanması ile halkta devlete karşı güven duyguları gelişecek, problemlerin çözümü kolaylaşacaktır.
Tabii bu arada demokratik açılımlar yaparken, İttihat ve Terakkicilerin düştüğü hataya da düşmemek ve çok dikkat etmek lazımdır. İttihat ve Terakki Cemiyeti kurulurken, çeşitli milletlere mensup birçok aydını bir araya getirmiş ve “Osmanlılık” kavramının etrafında bir bütün olunursa, devletin kurtuluşunun mümkün olabileceği tezi ileri sürülmüştür.
Bu tez etrafında birçok millete mensup aydınlar harekete kuvvet vermiş ve örgütlenmesini de büyük oranda bu sayede gerçekleştirmiştir. Ancak yönetimi ele geçirdikten sonra İttihat ve Terakki Cemiyeti’nde bir dönüşüm yaşanmış ve Türkçülük fikrinin ağır basmaya başladığı görülmüştür.
Bu değişim ile birlikte “Türkçülük” yani “ırkçılık” düşüncesi, devletin resmi bir politikası haline gelmiş ve Cumhuriyetin kurulması ile birlikte bu politika daha da şiddetlendirilerek, katı uygulamalarla sürdürülmüştür.
Bugün MHP ve CHP bu işten ekmek yiyor. Birisi “resmi ideoloji” diye sahip çıkıyor, diğeri “Benim işim bu” diyor ve kaybetmek istemiyorlar. Sözün özü, kimse bizim Türklüğümüze halel getiremez, yeter ki insan olalım.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.