“İlân-ı Hürriyet” “İlân-ı Cumhuriyet” ve Ergenek
Cumhuriyet’in nasıl İttihatçı bir yöntemle ilan edildiğini, Büyük Nutuk okuyan herkes kolaylıkla hatırlayabilir. Aslında Cumhuriyet’in ilânı, bütün Meclis’in, cumhurun (halkın) katılımıyla büyük bir sevinç hareketi haline dönüştürülebilirdi. Nutuk’ta, M. Kemal Paşa, Cumhuriyet ilân etmeye karar verdiğini, bunu birkaç yakın arkadaşı dışında kimseye söylemeye gerek görmediğini ifade eder!
Cumhuriyet’in ilânı, Meclis’in milletvekili sayısının yarıdan biraz fazlasının katılımıyla gerçekleştirilir. Bunun sebebi, geriye kalanların itiraz edecek olması değildir elbette. Elbette Cumhuriyet’e giden adımlar daha önce atılmıştır, bu adımlar atılırken milletvekillerinin tasvibi vardır. Fakat böyle bir umumilik yerine, yukarıdan veren yöntem tercih edilmiştir.
İttihatçı, komitacı yöntemler, Cumhuriyet’in bütün dönemlerine açık veya gizli damgasını vurmuştur. Halkın yönetimde söz sahibi olduğu 1950’den sonra arka plandan zaman zaman darbelerle ön plana çıkan İttihatçı, komitacı zihniyet, ancak dış dünyanın baskıları sonucu tekrar mevzilerine çekilebilmiştir. Bu mevzilerden sivil iktidara atışa devam edildiğini elbette söylemeye gerek yoktur.
•
MEŞRUİYETİ ANAYASA’DA TANZİM ETMEK
Komitacı yöntemler, bazan meşruiyet zemini Anayasa ve kanunlarla tanzim edilerek sürdürülmeye çalışılmıştır. Bu maksatla darbeciler tarafından 1960’da, 1980’de Anayasalar hazırlanmış, malûm zihniyetin sürdürülebilirliği için özel mekanizmalara vücut verilmiştir.
Bütün bunlar rağmen, kendi koydukları kuralların dahi meseleyi çözmediğini gördükleri anda, eski komitacılık gelenekleri hortlatılarak TBMM’nin Cumhurbaşkanı seçmek için toplanabilmesini, 367 kişilik çoğunluk şartına bağlayan bir yüksek mahkeme kararı istihsal edilmiştir. Fakat bu arada devreye giren halk iradesi (seçim), bu kararı yok hükmüne düşürmüş ve Türkiye Cumhurbaşkanı’nı aylar sonra seçmeye muvaffak olmuştur.
Halkın çözümü, İttihatçı çözümleri devreden çıkardığında yeni bir komitacılık faaliyetini beklemek lâzımdır. Devletin tepesini kaybetmeye yol açan bu gelişme, elbette hazmedilemezdi. Hazımsızlık unsurları yavaş yavaş uç göstermeye başlamış ve nihayet bir taraftan parti kapatma, diğer taraftan Meclis’in büyük çoğunlukla yaptığı Anayasa değişikliğini Anayasa Mahkemesi’ne iptal ettirme şeklinde ortaya konulan sonuçlar, İttihatçı yöntemlerde 1910’lu yıllara dönüldüğü hissini uyandırmıştır. Bir taraftan devlet çeteleri kol gezmekte, ‘Ergenekoncu’lar ölümlere yol açan tahriklere girişmekte, diğer taraftan halk iradesini ortadan kaldırmanın daha sağlam yolları aranmaktadır.
1908 İttihatçı darbesinin üzerinden 101 yıl geçti… Her şey değişti, İttihatçı zihniyet hariç!
Eskilerin “sahibi-i seyf ü kalem” (yani kılıç ve kalem sahibi, asker ve yazar) dedikleri cinsten bir şahsiyet olan Kâzım Karabekir, İttihatçılığa bulaşmış olmasına rağmen, İttihatçılıkla ilgili çok ciddi değerlendirmeler ve tahliller yapmıştır. Hatta onun İttihat Terakki ile ilgili bir kitabı da vardır. Aşağıdaki metin “İstiklâl Harbimiz” isimli devasa eserinden alınmıştır:
(Yıl 1919, Erzurum Kongresi sonrası) “Müdafaa-yı Hukuk bütün vatanda teessüs etse dahi bunun siyasî bir parti haline dönüşmesine kesinlikle karşıyım. Vaktiyle İttihat ve Terakki’nin siyasî parti hâline dönüşmemesi ve bütün vatan evladlarını meşrutî idareye hazırlayarak tarihî vazifesini tamamlaması için çok söyledim. Fakat Merkez-i Umumî (Genel Merkez) kuvveti elden kaçırırız endişesiyle İttihat ve Terakki’yi bir parti haline dönüştürerek Millî Meclise girdiler. Tabiî olarak karşılarına muhalif partiler çıkınca apıştılar. Ordudaki teşkilata el uzatarak, ‘aman İttihat ve Terkki’ye muhalefet var, muhalifler namussuzdur, İttihat ve Terakki hürriyet ve meşrutiyeti elde etti. Buna muhalet olur mu?’ dediler.”
“Heyhat! Meşrutiyeti kuran İttihat ve Terakki tarihe karışmış, Meclis’e giren onun gölgesi idi. Zaman ilerledikçe yeni olaylar ve durumlar karşısında tarihin sahifeleri çevrildikçe, o mukaddes cemiyetin sahifeleri uzaklaşıyor. Tabiî gölgesi de sıfıra doğru yaklaşıyordu. İttihat ve Terakki’nin ordudaki kuvvetli elleri, artık siyasetten el çekmişler, vatan müdafaası vazifesine hazırlanmaya ancak vakit bulabiliyorlardı. Bu hakikati anlamayan ve dinlemeyen İttihat ve Terakki reisleri ordudan yeni yeni kuvvetler teşkiliyle uğraşmakla ne büyük gaflet ettiklerini ve gelecek için vatana tehlikeli yara açtıklarını her göz gördü.”
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.