Nasıl bir açılım?
Son söyleyeceğimizi peşinen söyleyelim. Türkiye açısından mevcut açılımın iki tehlikesi var. Bunlardan birisi ABD tarafından yönlendirilmek. Onun projelerinin aleti olup, tuzağına düşmek. Onun çekim alanına girmek. Bazıları Obama'nın gelişinin süreci tetiklediğini düşünüyor. Tek başına Obama'nın süreci tetiklemede etkili olduğunu düşünmüyorum. Zira, MİT Müsteşarı Emre Taner'in bu iş üzerine yoğunlaştığı herkesçe bilinen bir vakıa. Lakin onun yanında Obama'nın telkinlerinin ve buna ilaveten AKP'nin yozlaşmış yüzleriyle seçimlerde Güneydoğu'da tulum çıkarmak yerine nal toplamasının da bunda etkisi olmuştur. AKP Güneydoğu'da yeniden toparlanmak istiyor. Bu yozlaşmış politikacılarla mümkün değil. Yerel politikacılar veya hezimetin sorumluları burunlarından kıl bile aldırmıyorlar aksine hala gözleri çöplükte. 'Kürt meselesinden kendi namı hesabımıza nasıl rant devşiririz'in hesabındalar. Çıkmayan candan umut kesilmez hesabındalar. AKP demokratik açılım yerine aslında 'Kim bizi bu hale getirdi' diye yolsuzluk ve siyasi kirlenme soruşturması yapsa, üzerine gitse daha doğru bir yerden başlamış olurdu. Kem alatla kemalat olmaz. Dolayısıyla AKP'nin görevini yapmaması veya eksik yapması Kürt meselesini biraz daha derinleştirmiş ve kangren haline getirmiştir.
Kimileri Kürt meselesinde muhatabın PKK mı yoksa Apo mu yoksa DTP mi olduğunu soruyor ve sorguluyor. İşin bir yönü bu olsa da sorunun diğer şıkkı şudur: Gerçekten de AKP bölgede çöken imajıyla ve yozlaşan politikacılarıyla sürecin mimarı olabilir mi? Acaba bu süreci de 2011 yılında yapılacak seçimlere mi alet ediyorlar? Bazıları ekonomik çöküntüyü unutturmak için AKP'nin Demokratik Açılım dalına (Kürt açılımı) bindiğini ve tutunduğunu düşünüyor. Pek haksız da sayılmazlar. Yani Kürt meselesinde çözüm değil sorunun bir parçası olan PKK muhatap olamayacağı gibi AKP de pratikte çözümün tarafı olamaz. Yapısı bu iş için yeteri kadar diri ve güçlü değil. Bu itibarla, AKP de, hakiki bir sürecin mimarı olamaz.
Bu iş Sezen Aksu'lara kaldıysa Zeki Müren'in şarkılarını Kürtçe'ye dublaj yapalım, iş kotaralım. Hatta devreye zayıflatma şampiyonu Kadırgalı Seda Sayan da girebilir! Niye akıllarına gelmemiş ki? Bir başka ifadeyle, bu meselede Apo'nun ipiyle kuyuya inilmez. Yapanla yıkan bir olmaz. İkinci olarak Türkiye ABD'nin telkinlerini dinlememeli ve kendi bildiğini yapmalıdır. Graham Fuller'in dediği gibi, Türkiye bu meselede de kendi bildiği yoldan yürümeli ve kendi çizgisinden şaşmamalıdır. Türkiye kendi çizgisinde ilerlemelidir. Çünkü bu yarayı kaşıyan ve büyüten adreslerden birisi de hiç kuşkusuz ABD'dir. Irak'ta Joe Gardner ve Noah Feldman gibi Yahudi dostları veya mimarları yeni yapının dibine dinamit koymuşlar ve ülkenin altyapısına vakti geldiğinde ayrışmayı tetikleyecek saatli bomba yerleştirmişlerdir. Türkiye'de niye farklı davransınlar?
Birbirlerine rakip olsalar da Apo ile Barzani'nin dili aynı. Irak'taki merkezi hükümet yetkililerinin şikayet ettikleri gibi, bu isimler ihtirasta sınır tanımıyorlar. Erbil'e hükmettikleri gibi Bağdat'a da hükmetmek istiyorlar. Celal Talabani Irak'a ve Barzani de Erbil'e hükmetmesine rağmen yine de bu, adamlara yetmiyor. 'Hel min mezid (daha fazla yok mu?)' diyorlar. Bunu yaparken de Bağdat ve Erbil ayrı birer devletmiş gibi davranıyorlar. Apo da bütün alttan almalarına rağmen para basmak hariç bağımsız bir devletin bütün fonksiyonlarını terennüm ediyor ve seslendiriyor. Güneyde ABD'nin katkılarıyla Barzani ayrı bir hükümetten ziyade ayrı bir devlet gibi hüküm sürerken ve davranırken Apo da hapisteyken bile Barzani'den daha öte taleplerde bulunuyor. Iraklı yazarlardan Abduzzehra Rikabi, Kuzey Iraklı Kürt liderlerin Bağdat'la ilişkilerini devletten devlete sürdürme eğiliminde olduklarını ve kendilerini Bağdat ile eşit statüde gördüklerinin altını çiziyor. Bu arada güneye yayılmacılıkları nedeniyle merkezi hükümetle olan sürtüşmelerine değiniyor ve hatta tarafların savaşın eşiğinden döndüklerini hatırlatıyor. Güneyde Barzani ve Talabani ile kuzeyde Apo zihniyeti arasında ortak benzerliklerden birisi de bölgede bulunan Asuri, Keldani ve Türkmenleri asimile etme politikalarıdır. Bu anlamda, Saddam'ın politikalarını daha dar dairede uygulamış oluyorlar. Türkiye'nin asimilasyon politikasından şikayet edenler fırsat bulsalar daha ağırını yapacaklar. Haklı olarak Türkiye'nin köy boşaltmalarını yazanlar neden Barzani ve Talabani'nin Kerkük'ü Araplardan boşaltmasını ve kuzeyden ve başka bölgelerden Kürt celbini dikkate almıyorlar. Güneydoğuda da kimi Araplar sürekli olarak Kürt oldukları telkini ve baskısı altında yaşamıyorlar mı? Bu yayılmacılık türünden şikayet edenler sadece Irak Arapları değil. Aynı şey kuzeyde de başka biçimlerde cereyan ediyor. Yani asimilasyon politikalarının makro düzeyleri olduğu gibi mikro düzeyleri de var.
Kürt meselesinde hedef PKK'ya açılım değil bütün bölgeye açılım olmalıdır. Bu, meseleyi bütün boyutlarıyla dengeleyecektir. Yani Türkiye'nin iltihaplı bölgelere yeniden uzanması ve buraları yeniden doğrudan veya dolaylı bir biçimde denetim altına almasıdır. Zira, PKK gibi örgütlerin isyanlarından en büyük zararı Türkiye görmüştür ve bu hususta çözüm üretecek yegane bölgesel adres de Türkiye'dir. Bu hususta, ABD'nin dediğini yaparsa Türkiye büyüme suretinde küçülür. Kendi dediğini yaparsa krizi bir fırsata dönüştürür.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.