Türkeş yaşasaydı ne olurdu?
Gerçekten Alpaslan Türkeş yaşasaydı, ne olurdu? Muhtemeldir, Erivan’a giden ilk Türk büyüğü olurdu. İki ülke arasındaki ilişkiler, bugün çok daha farklı mecrada sürebilirdi.
Bir dönem Türkeş’le yakın ilişkiler kuran, iki ülke arasında diyalog sürecini başlatan eski ODTÜ’lü ve sol görüşlü Samson Özararat’ın, yıllar önce medyaya yansıyan şu sözlerini hatırlıyor olmalısınız: “O vefat ederse Türkiye ile diyalog en az 10 sene gecikir.”
1997 yılı Nisan ayında kaybettiğimiz Türkeş’in ölümünden bir ay önce söylenen bu sözler, sahi çıktı. Türkeş’in rolünü daha iyi anlamak isteyenlere, Can Dündar’ın 25, 26 ve 27 Nisan 2005 tarihlerinde Milliyet’te yayınlanan seri yazılarını tavsiye ederim. Fırsatınız olursa bir de 3 Eylül 2008 tarihli yazımı...
Vakti olmayanlara ise kısa bir özet yapalım.
Alpaslan Türkeş, Ermenistan’la ilk ciddi diplomatik ilişkileri başlatan kişiydi. İlk sıcak temas Türkeş ve Özararat arasında 1993 yılı Şubat ayında başladı. Ankara Esat’ta görüşen ikilinin buluşmasında oğlu Tuğrul Bey de rol aldı. Türkeş keyifliydi, açıldıkça açıldı: “Birlikte türküler ürettik, yemekler icat ettik, kız aldık, kız verdik”
Ermenilerin Malazgirt savaşında, İstanbul’un fethinde, kurtuluş mücadelesinde Türklere yardım ettiğini, Türklerin de benzer jestlerde bulunduğunu anlattı. Fatih’in Ermeni Patrikhanesi’ni nasıl açtığını, Atatürk’ün alfabeyi Ermeni Dil Bilgini Agop Martayan’a hazırlattığını, Atatürk’ün imzasının da bir Ermeni hattata ait olduğunu söyledi.
Türkeş devam etti: “Tarihe böyle geniş bir perspektiften bakmak lazım. 1915, bu 600 yıllık ilişkinin bir kazasıdır.” Konuşmadan etkilenen Özararat, Türkeş’i Ermenistan Cumhurbaşkanı ile görüştürmeyi önerdi. “Tamam” dedi.
12 Mart 1993 günü Paris’teki gizli görüşmede ikili bir araya geldi. Türkeş’i Paris Büyükelçisi Tanşuğ Bleda ile birlikte Samson Özararat karşıladı. Resmi araçla Ermenistan Devlet Başkanı Ter Petrosyan’ın kaldığı Crillon Otele gittiler. Görüşmede Tuğrul Türkeş de sürekli not tuttu.
Türkeş, dostluk kurulabilirse, Ermenistan’a Türkiye’den transit kara ve deniz geçişi sağlanabileceğini, ‘Trans-Kafkasya Otoyolu’ projesinin hayata geçirilebileceğini taahhüt etti. Otoyolun yanında bir demiryolu bir doğalgaz bir de petrol boru hattı olacaktı. Ayrıca sınır ticareti geliştirilecekti.
1994 Nisan’ında Frankfurt’taki Türk Başkonsolosluğu’nda Alparslan Türkeş, Ermenistan’ın Londra Büyükelçisi Armen Sarkisyan’la görüştü. Türkeş’in yanında Bonn Büyükelçisi Onur Öymen de
vardı.
23 Şubat 1995 günü ise Ermenistan Devlet Başkanı Petrosyan’ın Dışişleri Danışmanı Gerard Libaridian, Siyaset Enstitüsü’nün davetlisi olarak Ankara’ya geldiğinde gece Hilton otelinde Tuğrul Türkeş’le buluştu.
Bu sıcak ilişkiler, zamanla Türkeş’in Erivan’a davetini gündeme getirdi.
Özararat, Mart 1997’de Ermenistan Devlet Başkanı Levon Ter- Petrosyan’a Türkeş’in Türk siyasetindeki önemini anlatarak, “O vefat ederse Türkiye ile diyalog en az 10 sene gecikir” dedi. Türkeş’i davet etmeye hazırlanırken ölüm haberi ulaştı Erivan’a. Özararat, vefa borcunu Türkeş’in cenaze törenine katılarak ödedi.
Türkeşsiz yıllar, Türkiye’den
12 yıl götürdü.
Küçük beynini Mekke’de unutmuş
Elif Şafak’ın dün Habertürk’teki yazısı çok keyifliydi. “Yazar değilsin” eleştirileriyle örselenmiş duygularına yer açmış köşesinde. Hele, tasavvufta yollar kat etmiş manevi büyüklere atfen aktardığı şu cümle, çok etkileyiciydi: “Evlat, öyle kıvama gelmelisin ki, taş da gül de bir olmalı gözünde.”
Bu veciz söz, nefsimi öylesine sarıp sarmaladı ki, birkaç dakika sonra okuduğum Ahmet Hakan yazısı karşısında bile öfke nöbeti geçirmedim. Ama yüreğim burkuldu: “Yazık zavallıya. Keşke tercih imkanı olsaydı. Bir küçük beyni vardı, onu da Mekke’de unutmuş.”
Daha okkalı cevap vermeyi düşündüm, “inandırıcı olmaz” kanaatine vardım. Öyle ya, bu yandaş medya, habercilik reflekslerini köreltti. Çareyi dostlarında aradım. Şenol Demirci, Milliyet’in tecrübeli ve başarılı bir muhabiridir. “İskele sancak cepler dolacak” ve “Ahmet Hakan Coşmuş” manşetlerinin mimarıdır. 23 Ekim 2001 tarihli Milliyet’teki haber, şöyle başlıyor: “Kanal 7’deki İskele Sancak adlı programın yapımcılığını ve sunuculuğunu yapan Ahmet Hakan Coşkun ve ağabeyi Abdullah Topel Coşkun’un İGDAŞ’ı 1.5 trilyon lira dolandıran İroni Ajans’ın ortakları olduğu ortaya çıktı.”
Haberde, babası sayesinde Kanal 7’de yükseldiği anlatılan Ahmet Hakan’ın şu sözlerine yer verilmiş: “Şirketteki payım sembolik bir şeydi. Kardeşim şirket kurarken, babamın, öbür kardeşimin, benim ismimi yazmış.”
Ergenekon sanığı Muzaffer Tekin de uyuşturucu parasıyla kurulan ve Danıştay cinayeti faili Alpaslan Aslan’ın avukatlığını yaptığı Doğuş Factoring’deki yüzde 10 hissesi için “Sembolik, karım yok” demişti.
Olabilir...
Nedim Şener, yine Milliyet’in en başarılı muhabirlerindendir. Hrant Dink cinayetiyle ilgili eseri, hayli ses getirdi. Ödül üzerine ödül aldı. Uğur Dündar’ın sağ koludur. Ahmet Hakan’la ilgili Milliyet’teki haberinin başlığı, “Vurgun”dur.
Vatan’ın keskin kılıcı Necati Doğru üzerine yazar tanımam. O dönem Cumhuriyet’teydi. 25 Ekim 2001 tarihli köşesinde şöyle yazdı: “Dinci kesimin Arap sakallı, yeşil kadife kılıklı tüccar gazetecisi Ahmet Hakan dini kullanarak malı götürmüş.”
“Yok mu Ahmet Hakan’ın hakkını hukukunu koruyan?” diye etrafa bakınırken, 24 Ekim 2001 tarihli Zaman’da cevabına rastladım. Necati Doğru’nun “Tüccar gazeteci” dediği Ahmet Hakan, haberlerin gerçeği yansıtmadığını ve çarpıtıldığını açıklamış. Hak vermek istedim ama tekzibin yandaş medyada yayınlandığını görünce, doğrusu, aklım karıştı.
İyisi mi kanka Oray Eğin’e kulak vereyim. Bu alemde tek geçerim onu. Deniz Feneri tartışmasında sessiz kalan ahbabı için 22 Eylül 2008 tarihli köşesinde bakın neler yazmış: “Acaba o defterlerin açılıp ucundan kendisine de dokunmasından mı korkuyor? Gizlediği bir şeyler mi var?”
Sahi, olabilir mi? Yoksa çamurda yarıştıkları deli doktoru (gerçi doktoru gitmiş ya) ve umutsuz mülayim yazar sevgilisi başka mahfillere mi hizmet ediyor? Bilemem, kesin olan, ufukta yeni bir umrenin gözüktüğüdür. Tabi, unuttuğu parçaya hala ihtiyaç duyuyorsa...