İstenen “Güçlü Türkiye” mi, gözü yaşlı Türkiye mi?
Şu anda yaşadığım; bir “rüya”dan uyanıp, “gerçeklerle yüzleşmek” gibi bir şey... Priştine, Prizren, Üsküp, Tetovo ve Gostiva’yı içine alan Balkanlar seyahati, benim için bir “rüya” gibiydi... Ancak her rüyanın “çok kısa” sürmesi gibi, bu rüya da kısa sürdü ve işte döndük “Türkiye gerçekleri”ne... Aslında, pek de değişen bir şey yok... “Kısır gündem” aynen devam ediyor!.. Bir yanda “sorunları çözmeye” çalışanlar, diğer yanda sorunları “halının altı”na süpürüp, ortalığı “süt liman” göstermeye çalışanlar!.. Haa, bir de “yorgunu yokuşa sürmek isteyenler” var ki; onlar, bir yandan “demokrat” rolünü oynuyor, bir yandan da “çözümün ölümü” için çaba sarfediyor.
Malûm, “gündem”de çeşitli konular var... Mesela Genelkurmay’ın düzenlediği “30 Ağustos törenleri” ve aynı günün akşamında verdikleri “resepsiyon” hâlâ konuşuluyor... Tabiî, şehrin muhtelif yerlerindeki bilboardlara astıkları ve üzerinde “Güçlü ordu, güçlü Türkiye” yazan “afiş”ler de tartışma gündeminde... “Embedded” olmayan omurgalı gazeteciler, bu afişi tartışırken, “asker gazeteciler” de, “TSK’nın gücünü ve kararlılığını dosta-düşmana gösterdiğini, TSK’ya çamur atanların, adeta bir böcek mertebesine indiğini” yazıyordu!..
Bu ülkenin “gerçek aydın”ları ise bir yandan “Türk-Ermeni sınırının açılacak olması”na destek verirken, bir yandan da “Kürt açılımı” konusundaki son gelişmeleri aktarıyorlardı!..
O AFİŞ, SÜRECİ PROTESTO İÇİN Mİ?
Aslında, “Balkan rüyası”ndan uyanıp, bu gerçeklerle yüzleşmem biraz zor oldu... Her şeyden önce, üzerimde bir “uyku mahmurluğu” vardı ki; gözlerimi açtığımda gördüğüm “afiş”lerin “gerçek” mi, yoksa “kâbus” mu olduğunu anlamak için; gözlerimi ovuşturup kendimi çimdikledim!..
Hayır, maalesef “gerçek”ti... Çünkü o afişleri; önceki gün Millî Değerleri Koruma Vakfı’nın “iftar daveti”ne katılmak için Çırağan Sarayı’na giderken gördüm.
Sıra sıra bilboardlarda şöyle yazıyordu:
“Güçlü ordu, güçlü Türkiye!”
Nicedir tartışılan bu afiş, benim gündemime işte böyle girdi... Gözlerimle görmesem, TSK’nın böylesine “absürd bir afiş” hazırlattığına belki de inanmazdım.
Ama hazırlatmışlar ve duvarlara asmışlar!..
Neden ihtiyaç duydular acaba?..
“Asker gazeteciler”in de yazdığı gibi amaçları bir “gövde gösterisi” yapmak mıydı, yoksa Kürtler ve Ermeniler konusunda başlatılan “açılım süreci”nden duyulan “rahatsızlık” belirtisi veya “süreci protesto” ifadesi miydi?..
Peki ortaya çıkan “absürdlük”leri, yine “absürd bir afiş” ile örtmek mümkün müdür?..
Meselâ, bir “teğmen”in, bir askerin eline “pimi çekilmiş bomba” tutuşturması, o bombanın patlamasıyla da “4 askerin şehid olması”nı hangi afiş örtebilir?..
ONLARIN DA GÜÇLÜ ORDULARI VARDI!
“Güçlü ordu”dan kasıt; “Biz Mehmetçiklerin eline bomba tutuşturur, 4 askerin şehid olmasına yol açarız ama kimse bizden hesap soramaz” demek midir?..
Bu mudur;
“Dosta-düşmana gösterilen güç?”
Ya da şöyle soralım:
“Pimi çekilmiş bomba”larla veya “kaza” olarak açıklanan esrarengiz olaylarla “askerleri kırılan” bir Türkiye, nasıl güçlü olabilir?..
Asker, Ankara’da topladığı “60 sancak”la veya “geçit töreni”yle gövde gösterisi yaparken, “tabulaşan imajı”nın erozyona uğradığının ve “büyük bir güven kaybı” yaşadığının farkında mıdır acaba?..
Hem, bu nasıl bir “güç”tür ve kaynağını nereden almaktadır?.. “Güçlü” olması gereken “ülke” midir, yoksa “ordu” mu?..
Alın Sovyetler Birliği’ni veya Irak’ı!.. “Dünyanın en güçlü birinci ve dördüncü orduları”na sahiplerken, Sovyetler’in nasıl “tarumar” olduğunu, “iskambilden bir şato” gibi nasıl devrildiğini hatırlatmaya herhalde gerek yok!..
Irak da öyle... “Bütün gücünü ordudan alan Saddam”ın nasıl bir “hazin son”a maruz kaldığını herkes biliyor...
Bir de “madalyonun öteki yüzü”ne bakalım:
Meselâ “İskandinav ülkeleri”nin, ya da Kanada, İsviçre, Avusturya ve Japonya’nın “güçlü orduları” mı vardır ki; bu ülkeler son derece güçlüdürler... Oysa cümle alem biliyor ki, saydığım bu ülkelerin “asker” sayısı, “dişin kovuğuna yetmeyecek kadar az”dır!.. Yani onların “güçlü ordu”ları yoktur ama “güçlü ülke”leri vardır...
Şunu da söyleyelim;
“Atom bombası” üreten bir Pakistan veya sürekli “füze denemeleri” yapan Kuzey Kore’yi “güçlü ülkeler” sınıfına mı sokacağız?..
Hürriyet’ten Hadi Uluengin, TSK’nın son sloganı için, “arabayı atın önüne koşmak” tabirini kullanmış!.. Doğru bir tespit... Çünkü “araba”lar, atların “önüne” değil, “arkasına” koşulur!.. Aksi halde; ne at yürür, ne araba?..
Dolayısıyla;
Ülkeleri güçlü kılan şey “ordu”ları değildir!.. Tam aksine, orduları güçlü kılan şey “ülke”leridir!.. Eğer ülke yoksa, orduya ne lüzum var...
“O halde” diyor Hadi Uluengin;
“Güçlü ordu, güçlü Türkiye” şiarı yanlıştır ve de illa bu dört kelimede ısrar edilecekse, hiç olmazsa “Güçlü Türkiye, güçlü ordu” diye düzeltmek gerekmektedir.
“MİLLETİN ORDUSU”NDA MİLLET YOK!
Dedeğim gibi; “güçlü bir ordu”, bu gücünü “ülke”den ve “millet”ten almalıdır, “milli iradeyi yok sayanlar”dan ve “milli iradeye karşı darbe plânlayanlar”dan değil!..
Manzara ortada:
“30 Ağustos Resepsiyonu”na katılan bu ülkenin Cumhurbaşkanı, hem de “Başkomutan” olduğu halde, “eşsiz” gelmiştir... Aynı şekilde Başbakan ve Meclis Başkanı da “eşsiz” gelmek mecburiyetinde kalmışlardır!..
Çünkü onların eşleri “başörtülü”dür!..
Tıpkı, “teröristlerle savaşırken şehid düşen askerlerin anneleri ve ablaları” gibi!..
O “başörtülü” kadınların, bir tek yere gelmeleri “serbest”tir; o da “cenaze törenleri”ne!.. Onların, “davet”lere ve “resepsiyon”lara katılmaları “yassah”tır, çünkü onlar “başörtülü”dürler!..
ERGENEKON SANIKLARI BAŞTACI
Dahası, TSK’nın tavrı, sadece “başörtülülere yasak”la da sınırlı değildir... Generaller, “kendilerini kutlamaya” gelen “seçilmişlerin de üstünde” olduklarını göstermek, bir anlamda onları “aşağılamak ve ezmek” için, onları kapıda “hiza istikamete sokmaya” çalışmıştır!..
Evet; Anayasa Mahkemesi Başkanı’ndan Başbakan, Meclis Başkanı ve Anamuhalefet Partisi’nin başkanına kadar, hemen herkes “tebrik kuyruğu”nda bekletilmişlerdir!..
Bunu yaparken, acaba “ne kadar güçlü olduklarını” mı göstermek istediler?..
Bu mudur “güçlü”lük göstergesi?..
“Başörtülü”ler ve “sivil iradenin temsilcileri” böyle bir muameleye maruz kalırlarken, aynı TSK, “Ergenekon Terör Örgütü sanıkları”nı adeta “baştacı” yapmıştır!..
Düşünün hele;
Bu ülkeye “asker” yetiştiren “başörtülü”lerin alınmadığı o resepsiyonda; “hükümeti devirmek” için “darbe plânları” yapan “Ergenekon Terör Örgütü sanıkları” adeta “gövde gösterisi” yapmışlardır!..
Ortalıkta ellerini-kollarını sallaya sallaya dolaşırlarken; sırtlarını “ordu”ya dayadıklarını, “güçlerini ordudan aldıklarını” göstermişlerdir!..
Peki, “güçlü ordu”nun görevi “sınırları korumak” mıdır, yoksa “darbecileri kollamak” mı?..
Şu da unutulmamalıdır;
Bu ülke, 87. yılı kutlanan “30 Ağustos Zaferi”ni “güçlü ordusu” ile değil; zaman zaman “çarığının suyu”nu emen “milletin olağanüstü fedakârlığı” ile kazanmıştır!..
Bunu böylece belirtmekte ve altını kalın çizgilerle çizmekte fayda var!..
DTP DE Mİ SU KOYVERİYOR?
Deniliyor ki;
“TSK’nın gövde gösterisi yapmasının altında, Kürt açılımından duyduğu rahatsızlık yatıyor!”
Peki, bu rahatsızlık böyle mi ifade edilmelidir?..
Var mıdır bir “çözüm” teklifleri?..
“Silah”ın çözüm olmadığı görüldü...
O halde, “siyasî ve ekonomik çözüm” arayışlarına bu “direniş” niye?..
İşin tuhaf tarafı;
Sadece TSK değil, MHP ve CHP’nin yanısıra, adeta “çözümsüzlük”ten yana bir tavır takınmaya başlayan DTP de su koyvermeye başladı...
Bana öyle geliyor ki;
DTP’liler, “iyi polis-kötü polis” rolünü oynamaya başladı... Meselâ; Salı günü Diyarbakır’da DTP’nin düzenlediği ve 50-100 bin kişinin ancak katıldığı “miting”te, Diyarbakır Belediye Başkanı Osman Baydemir diyor ki; “Bir Kürt evlâdı olarak çıkıp derim ki; askere sıkılan kurşun, bundan böyle bana sıkılsın!”
Peki, aynı mitingte “elinde beyaz barış güvercinleri bulunan Apo posterleri”ne ne demeli?.. Hadi, onu da geçtik; DTP Milletvekili Aysel Tuğluk’un miting öncesi sarfettiği; “Akıllı devlet, Öcalan’ı sürece katar!.. Çözüm olmadan PKK’yı silahsızlandırmak isterseniz, süreci tıkarsınız!.. Süreç tıkanır ve çatışmalar başlarsa, ayrılık tartışılabilir” sözlerine ne demeli?..
Bir yanda “barış” nutukları,
Öte yanda “savaş” tamtamları!..
Merak ediyorum;
“Türk Ergenekonu”ndan sonra, “Kürt Ergenekonu” da mı “çözümsüzlük safı”nda at koşturmaya başladı?.. Bu, “aba altından sopa gösterme”lerin altında “çıta”yı yükseltip “daha fazla taviz koparma” çabası mı yatıyor, yoksa “çözümsüzlük” arzusu mu?..
Hiç şüphe yok ki;
Çözümsüzlük; “MHP ve CHP’nin ekmeğine yağ sürme”nin yanısıra, gücünü “terörle mücadele”den alan “bazı askerler”in de işine gelir!..
Peki sonuç ne olur?..
Aynı tas, aynı hamam!.. Yani, “Mehmetçiğin kanı, anaların gözyaşı” akmaya devam eder!..
İstenen bu mudur?.. İstenen “güçlü Türkiye” midir, yoksa “gözü yaşlı Türkiye” mi?..
Herkes bunu çok iyi düşünmeli!..
============
Bu yargı mı tarafsız?
Malûm hazretler, ağızlarını her açtıklarında ne derler; “Bağımsız yargı, tarafsız yargı!”
Yargı, gerçekten “bağımsız” mıdır, hele hele “tarafsız” mıdır?.. Yoksa, “eski bir başsavcı”nın dediği gibi “militan laik” midir?..
Bu nasıl “tarafsızlık”tır ki; 12 Eylül Darbesi’nin cuntacıbaşı Kenan Evren hakkında “suç duyurusu”nda bulundu diye Savcı Sacit Kayasu hakkında... Şemdinli İddianamesi’nde Org. Yaşar Büyükanıt’ın adını geçirdi diye Savcı Ferhat Sarıkaya hakkında “meslekten ihraç” kararı veren HSYK, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’e dâvâ açan Yargıtay Başsavcısı A.Yalçınkaya ile Sincan Hakimi Osman Kaçmaz’la ilgili olarak kılını bile kıpırdatmıyor... Pardon, kıpırdatıyor. Malûm; HSYK üyelerinin çoğu YARSAV’a üyedir... İşbu YARSAV mıdır, YAR-SAP mıdır nedir, onun başı olan Ö.F. Eminağaoğlu Adalet Bakanlığı Müfettişleri’ne ifade vermek için gelen Osman Kaçmaz’ı, bir an olsun yalnız bırakmamış!..
Sizin anlayacağınız; Sacit Kayasu ve Ferhat Sarıkaya’ya yargısız infaz, A.Yalçınkaya ve Osman Kaçmaz’a koruma, kollama!..
Böyle bir yargıya “tarafsız” deyip de güldürmeyin beni!..