Atatürk’ü sansürlemek...
Türkiye’nin zor konuşulur konularının başında “Atatürk” gelir. Çünkü, özel bir kanunla tahdit edilmiştir bu konuyu konuşmak. Böyle bir kanunun dünyanın hiç bir yerinde benzerinin olmadığını, bir ülkenin kurucu kahramanı olarak kabul edilen şahsiyetin kanunla korunmasının mantığının olmadığını da hemen belirtelim. Demek ki işin başında bir “tahdit” var, yani sansürden de ötesi... Sansür yayın öncesi kontroldür. Kanun bunun da ötesinde bir kısıtlama anlamına gelmektedir. Bu kanun yüzünden bir çok yazar, düşünür hapsi boylamıştır. Hâkimler bu kanun kapsamına giren hususlarla ilgili şedit davranmak zorunda hissederler kendilerini. Çünkü çeşitli mekanizmalar devreye girer, cadı kazanları kaynar!
Zor konuşulan konularda karnından konuşmak yolu tutulur. Aslında söylenenle söylenmek istenen farklıdır. Atatürk mevzuunda en zor konuşulacak bahis de “Atatürk ve din”dir. Buna rağmen bu konuyla ilgili bir hayli yazı ve kitap vardır. Bu yazı veya kitapların bir kısmı aslında “Atatürk dindardı, yanlış anlaşıldı”, derken; bazıları da Atatürk’ün dindar gösterilmesine itirazları ihtiva eder.
“Dindar Atatürk” imajının 12 Eylül darbesinden sonra yerleştirilmek istendiğini, 28 Şubat’ta ise tersinin yapıldığını hatırlamamız gerekiyor. Son günlerde bu seriden bir kitap daha yayınlanmış: “Atatürk ve Din”. Yazarının sözlerine bakılırsa, birinci seriden bir kitap. Yazarı kendisiyle yapılan konuşmada, Atatürk’ün görüşlerinin etrafını saran “kökten batıcı seçkinler” tarafından sansürlendiğini söylüyor. Bu görüşün doğruluk payı olabilir. Fakat, zıt tarafta bulunanlar da, Atatürk’ün din aleyhtarı görüşlerinin sansürlendiğinden yakınıyorlar.
İşte bu tür yazılardan biri, 30.10.2006 tarihli Milliyet gazetesinde yayınlanmıştır (Can Dündar: “Atatürk’ün sansürlenen görüşleri”). Yazar, Âfet İnan’ın Medenî Bilgiler kitabı için el yazısı ile yazdığı bazı kısımların 1969’da Tarih Kurumu tarafından yayınlanırken sansürlendiğini iddia ediyor.
M. Kemal Paşa, bu kitaba girmek üzere el yazısıyla şunları yazmış: “Türkler arapların dinini kabul etmeden evvel de büyük bir millet idi. Arapların dinini kabul ettikten sonra bu din arapların (..) türklerle birleşip bir millet teşkil etmelerine hiçbir tesir etmedi. Bilakis Türk milletinin millî rabıtalarını gevşetti; millî hislerini, millî heyecanını uyuşturdu.(..) “Türk milleti bir çok asırlar, (..) bir kelimesinin mânasını bilmediği halde Kur’an’ı ezberlemekten beyni sulanmış hâfızlara döndü. (..) Türk milletini Allah için, Peygamber için topraklarını, menfaatlerini, benliğini unutturacak, Allah’la mütevekkil kılacak derin bir gaflet beşiğinde uyuttular.(..) “...Din hissi, dünyanın acısı duyulan tokadıyla derhal Türk milletinin vicdanındaki çadırını yıktı, davetlileri, Türk düşmanları olan Arap çöllerine gitti. (..) Artık Türk cenneti değil, (..) son Türk ellerinin müdafaa ve muhafazasını düşünüyordu. İşte dinin, din hissinin Türk milletinde bıraktığı hatıra...”
Peki işin aslı ne?
Yazarın sansüre itirazını kabul etmekle beraber -çünkü M. Kemal’in tek sansürlenen görüşü bu değildir, önüne gelen, aklına esen, kendi kafasına göre onun fikirlerini kesip biçmekte veya sadeleştirme adı altında başkalaştırmaktadır- burada ifade edilen görüşlerin doğrudan M. Kemal’in görüşleri olarak eleştirisiz kabulü konusu ayrı bir bahistir.
M. Kemal Paşa, bu görüşleri kendi görüşleri olarak bir toplantıda sarfetseydi, bir gazeteciye mülakat olarak verseydi veya kendi imzasıyla bir kitapta yayınlasaydı, o zaman değerlendirmesi başka olurdu. Metin, yanında bulunan genç bir lise öğretmeninin yazdığı kitaba konulmak üzere kaleme alınmıştır, bu noktada o kitabın müellifi olan öğretmenin görüşleridir. Bu, elbette M. Kemal Paşa’nın konuyla ilgili tutumu hakkında bir fikir verir, fakat onun resmî görüşü olduğu anlamına gelmez.
M. Kemal Paşa’nın dinle ilgili şahsî konumu, dindarlığı, inancı, kendine mahsustur; bu konumuz olamaz. Fakat, bir devlet adamı olarak, bir siyasetçi olarak dışa vurduğu görüşleri ile ilgilenmek durumundayız.
M. Kemal Paşa’nın Millî Mücadele sırasında veya Lozan müzakereleri neticelenmeden sarfettiği dini, İslâmı, Peygamberini öven sözleri, kendi beyanları olarak bir anlam taşır. Bu sözlerden M. Kemal Paşa’nın dindarlığını çıkarmak gerekmediği gibi, siyasetçi olarak daha sonra sarfettiği sözlerden, dinsizliğine hükmetmek de doğru bir yaklaşım olmaz. Burada önemli olan, M. Kemal Paşa’nın dinle ilgili değişen siyasî tutumudur. Bu tutum, Milli Mücadele sırasında başka tezahür etmiş, Milli Mücadele’den sonra başka tezahür etmiştir. Biz ikisinin de politik tezahürler olduğu, zamana ve zemine göre sarfedildiği görüşündeyiz.
Mesele bu çerçevede ele alınırsa, dogmalaştırılmaz, birbirine zıt görüşleri bağdaştırmak veya birini diğerine tercih etmeye gerek kalmaz...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.