Fatma Tuncer

Fatma Tuncer

Hiç fark yok mu ?

Hiç fark yok mu ?

Mesnevi'de yer alan şu hikaye insanın kendisiyle ilgili düştüğü yanılgıyı açıkça ortaya koyar: Adamın birinin güzel sesli bir dudu kuşu varmış. Gün içinde dükkanında bekçilik yapar alış veriş yapan müşterilere güzel sesiyle nükteler söylermiş. İnsanlar geldiğinde onlar gibi konuşur diğer zamanlarda da dudu gibi ötmeye başlarmış.

Efendisi bir gün kuşu dükkanda bırakıp kendisi eve gitmiş. Bu arada dudu dükkanı gözetliyor bekçilik yapıyormuş. Tam da bu sırada önündeki farenin peşinde koşturan bir kedi hızla içeri girmiş. Zavallı dudu dükkanın baş köşesinden atlamış ve kaçmaya çalışırken gülyağı şişesini dökmüş. Az sonra sahibi geldiğinde dökülen gülyağının üstüne başına bulaştığını fark etmiş ve öfkelenerek dudunun başına hızla vurmuş... Dudu bu olaya o kadar çok üzülmüş ki, başı kel olmuş dili tutulmuş. Birkaç gün hiç konuşmadan öylece kalmış... Bu durumdan rahatsız olan adam derinden ah çekmiş ve pişmanlıktan sakalını yolmaya başlamış. Keşke, elim kırılsaydı da böyle bir şey yapmasaydım diye hayıflanmış. Ve kuş konuşsun diye fakirlere sadakalar vermiş, elinden gelen ne varsa yapmış. Üç gün sonra ümidini kaybetmiş bir vaziyette dükkanda otururken, oradan kafası tüysüz bir Cevlaki geçmiş. Dudu Cevlakiyi görünce dile gelmiş ve " Ey kel neden kellere karıştın, yoksa sen de şişeden gülyağı mı döktün? Diye seslenmiş... Oradaki insanlar gülmeye başlamışlar, çünkü dudu hırka sahibini kendisi gibi sanmış ve onunla kendisi arasındaki farkı görememiş.

İnsanoğlu yaşadığı evrende, eksikliğini, kusurluluğunu, yoksunluğunu, ihtiyaçlılığını görmek ya da kabul etmek istemiyor. Böyle durumlarda savunma mekanizmalarını devreye sokarak, kendini geri çekiyor, karşısındaki kişiyle kendisi arasındaki farkı görmekten kaçınıyor. Bu bir tür bilinç körlüğüdür aslında... İnsanın zaman zaman bilinç körlüğüne kapılması bir noktaya kadar kabul edilebilir belki... Ancak, bazen boğazına kadar zillete batmış kimselerin de durumlarından hiç rahatsızlık duymadıklarına ve kendilerini hayat boyu İslami sorumluluklarının bilinciyle yaşamış ve bu minval üzere hareket etmiş şahsitlerle eşit gördüklerini ve "ben de onun gibiyim" türünden savunmalar yaptıklarını görürüz. Oysa, insanın eksik taraflarını görmesi ve bulunduğu ekseni doğru tanımlaması onun kendini tanımasına ve hayatını yeniden inşa etmesine vesile olabilir.

Başınızı geriye doğru çevirdiğinizde, sizin ibadetinizi, gönül güzelliğinizi, iman kuvvetinizi, teslimiyetinizi çekemeyen ve "biz de müslümanız, biz de iyilik ederiz, sen kalbe bakacaksın " diyerek bir tür savunma davranışını sergileyen insanların siluetlerini görürsünüz. Bu insanlar komşularınız, aile efradınız, yakınlarınızdan biri dahi olabilir...

Hayatlarını heva ve heveslerinin esaretine teslim eden bu kimselerin meşhur bazı sözleri de vardır. Ve bu insanlar " biz de oruç tutarız, sadaka veririz, hacca gideriz, mevlüt okuturuz kalbimiz de sizinkinden daha temiz, biz de cennetlik kişileriz, ne gelirse hacıyla hocadan gelir, dinde fazla derine gitmeyeceksin, kafayı yersin..." türünden asılsız söylemlerin arkasına sığınırlar... Kendileriyle ilgili bir içgörü geliştiremediklerinden son derece duyarsızdırlar ve on iki ay gönüllerinin istediği gibi sorumsuzca yaşarlar, sadece belli aylarda ve günlerde rutin gelenekleri takip ederler. Sonra da bu eylemlerini dile getirerek Allah'a karşı sorumluluklarını yerine getirdiklerini belirtip kendilerinden daha iyi yaşayan kimselere karşı savunmaya geçerler. Oysa bu asılsız ve maksatlı sözler sorumsuzluklarından çok daha tehlikelidir... Bu kimseler kendi yaşam alanlarını göz önünde bulundurmadan, zihinlerine kazıdıkları bazı kavramları lanse ederek hayatının her anını Allah'ın rızasına uygun yaşamaya çalışan insanları karalamaya, aşağılamaya çalışırlar. Nesilden nesile ulaşan bu maksatlı sözler o kadar derin yaralar açar ve o kadar büyük zararlara sebebiyet verir ki, bunların zararlarını toplum olarak hep beraber yaşarız. Zihin dünyamızda hala bu sözlerin yaraları vardır. Onlar sözlerden kurşun yapmışlar ve inancımıza, geleneklerimize öyle saldırmışlardır... Ve Yaratıcı'nın dinine karşı, bir tür geleneksel din ortaya çıkararak bizleri hayatın dışına sürüklemek için ellerinden geleni yapmışlardır.

Bizlere mermiyle değil ama bu sözlerle, bu ağır ithamlarla saldırdılar ve her zaman da söylemleri bizim sizden ne farkımız var, mantığı üzerine oturtuldu... Oysa bizler kimseyle yarış filan yapmıyorduk, sadece Allah'a kul olmaya sorumluluklarımızı yerine getirmeye gayret gösteriyorduk... Üzerimize söylemleriyle saldırdılar ve bu söylemler farkında olmadan toplumun bir kısmını ve genç nesilleri yönlendiriyordu. Bu yönlendirmelerin sonucunda insanlar örtülü hanımları gördüklerinde "öcü, irticacı, gerici...!" Diye bağırdılar... Kurşun yerine söz attılar ve söz kurşundan daha ağır daha vahim yaralar açıyordu...

Bizler kimseyi hayatımızdan ayrıştırmadık, yalnızlığa çekilmedik, kendimizi farklı görmedik ama hayatlarını heva ve heveslerini peşinde sürükleyen belli kesimler, inancına sıkısıkıya sarılan kimseleri görünce komplekse kapılarak saldıraya geçtiler ve yaşam tarzlarını sorgulamaktan, kendilerini otokontrola tabi tutmaktan uzak kaldılar. Oysa insanın kendini görmesi, kendini bilmesi, kendini doğru tanımlaması onun insan okyanusundaki varlığını hissetmesini de sağlayacaktır.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Fatma Tuncer Arşivi