Sel baskınlarının hatırlattıkları
Apansız Trakya’nın bir bölümünü ve İstanbul’un Silivri, İkitelli ve Halkalı taraflarını vuran sel baskınları bize birçok gerçeği birden hatırlattı. Nice dersler aldık.
Eskiden beri Allah’ın tabiata koyduğu sünnetullah ve âdetullah denen tekvinî kanunlara uymamanın acı faturasını can ve mal kaybı vererek ödeyegeliyoruz. Onca tecrübeden sonra dere yataklarına bina yaptırmanın zararlarını bir kere daha gördük. 30’dan fazla can kaybı ve milyarlarca lira maddî kayıp insanımızı büyük üzüntüye sevk etti.
Bu büyük âfet insanlığımızın da miyarı oldu. Tanımadığı halde musîbetzedelerin yardımına koşan insanlara inat ne yazık ki yağmaya girişen insanlık yoksunu fırsatçı insanlara rastladık. Marmara depreminde de insanlıktan çıkmış soyguncular görülmüştü. İnsanımız ne kadar bozulmuş, değerlerinden uzaklaşmış! Bu feci hâl helâl haram duygusunu aşılayan dinin nasıl “hayatın hayatı, nuru ve esası” olduğunu anlamayan, anlamak istemeyenlerin yüzlerine şiddetli bir şamar olarak iniverdi.
Bu âfet karşısında bütün Türkiye kenetlendi. İlgililer harıl harıl kurtarma faaliyetlerine girdiler. Hiçbir şey yapamayanlar da duâya sarıldı.
Bu musîbet işimizi sağlam yapma, tekvinî kanunlara uyma konusunda bundan böyle daha dikkatli, daha tedbirli olmamız gerektiğini de ortaya koydu. Yeniden aynı acıları yaşamamamız için bu fıtrî, tekvinî kanunlara dikkat etmemiz gerektiğini göstermiyor mu?
Bu da yetmiyor. Bir senelik yağmurun üçte birinin bir çırpıda yağışı yağmuru rahmet olmaktan çıkarıyor, musîbet ve âfet hâline getiriyor. Demek manevî yönden bir kısım eksiklerimiz var. Kur’ân, iyiliklerin Allah’tan olduğunu, kötülüklerin de kusurlarımız sebebiyle geldiğini bildirir.1 “Başınıza ne musîbet gelirse, kendi elinizle kazandığınız günahlar yüzündendir” 2 buyurur.
Musîbeti günahlarımıza, kötülüklerimize binâen Allah verir; tâ ki o günahtan vazgeçelim diye. 3
Acaba Ramazan’a karşı gayretullaha dokunan bir kısım saygısızlıklar mı yapıldı da gazab-ı İlâhiyi mi celbettik? Bunları bir bir düşünmemiz, hatalarımızdan dönmemiz gerekiyor.
Maddî tedbirler kadar mânevî tedbirleri de hiç ihmal etmememiz gerekiyor. Bu da farzlara uymak, haramlardan kaçınmakla mümkün. Özellikle zekâtlar verilmeli. Duâ ve istiğfarlar birer siper olmalı.
Böylesi âfetlerde ölen masumların birer şehit hükmünde olması, zayi olan malların ise sadaka hükmüne geçmesi ise en büyük teselli kaynaklarımızdan. Bu inanç olmasa bilhassa musîbetzede yakınları için dayanmak ne kadar zor olurdu. “Ne yapalım takdirat böyleymiş!” inancı bizleri o ölçüde rahatlatıyor.
Âfette canlarını kaybeden kardeşlerimize Allah’tan rahmet ve sabr-ı cemiller diliyor, benzeri âfetlerden koruması için Rabbimize niyazda bulunuyoruz.
Dipnotlar: 1. Nisa Sûresi: 79., 2. Şûra Sûresi: 30., 3. Sünûhat, s. 98.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.