“Milliyetçiler” sığlaştı, “ulusalcı” oldu!
Eskiden “milliyetçi parti”nin yöneticilerinin tarih bilgisi hayli iyiydi. Osmanlı nedir, Cumhuriyet nedir, Abdülhamid kimdir, İsmet Paşa ne yapmıştır bunlar hakkında sağlam fikirleri vardı. Cumhuriyet ideolojisinin kesintili tarih anlayışına karşılık tarihin Türkistan’dan Türkiye’ye, Türkiye’de Selçuklu’dan Osmanlıya ve Cumhuriyet’e geçişini yorumlama konusunda sıkıntı çekilmezdi. Milliyetçi partinin başkanı Devlet Bey’in “Mondros”lu çıkışı ve bir parti öndegeleninin “Bizans Tekfuru” vurgulu lâf salataları derin bir tereddüt doğurdu. Yakın tarih bilgisi ve yorumu konusunda düşülen sıkıntı kabul edilebilir ölçülerde değildi.
Milliyetçiler kimi okuyor? Veya okuyor mu?
Eskiden en azından Yılmaz Öztuna okunurdu. Şimdilerde Öztuna’nın dahi okunmadığı anlaşılıyor. 1960 darbesinden sonra milliyetçi partiye vücut verenler arasında bulunan Dündar Taşer, aynı fikir çevresinde yer alan ve güçlü bir düşünür olarak iz bırakan ve maalesef genç yaşta vefat eden ilim adamı Erol Güngör bu partinin düşünce çerçevesini ciddi biçimde etkilemişti. Şimdi bu isimleri bilenlerin oranını parti teşkilatında araştırmak lâzım. Muhtemelen sıfıra yakındır!
Parti’yi destekleyen (veya eleştiren fakat aynı zeminde bulunan) yayın organlarında yayınlanan yazılarda tarih bilgisinin o eskilerin tarih şuurunu besleyecek kıratta olmadığını görüyoruz. Basit ilk mektep inkılâp tarihi motifleri belli bir unutma sürecinden geçtikten sonra hatırlanmaya başlanmışa benziyor.
Çok değer verdiğim yazarlardan Hasan Demir’in yazısını bu yüzden dikkatle okudum. Onun daha kapsayıcı bir yaklaşımla meseleyi ortaya koyacağını düşünüyordum. Elbette iyi niyetle, halisane hareket ettiğinden şüphem yok. Çevrenin dar tarih havuzundan çıkamamış maalesef. Bu havuzda kulaç atmanın zorluğu Demir yazısında hemen fark ediliyor.
Osmanlı ne devletiydi? İslâm devletiydi! “Şeriat devleti” modern dönemde icat edilmiş ve kötü anlamlar yüklenmiş bir kavramdır. Osmanlı şer’i hukuku esas almış, fakat örfî hukuk da oluşturmuş bir devletti. Tanzimat’tan sonra batı menşeli hukuktan da faydalandı. Her zamanki kaygı, İslâm prensiplerine aykırı olmamaktı. Ankara’da toplanan ilk Büyük Millet Meclisi de aynı kaygıyla mevzuat oluşturmuştur.
Padişahların (şimdi de cumhurbaşkanlarının) bazı tasarruflarına bakarak hüküm vermek doğru olmaz. İsmet Paşa’nın uygulamaları Türkiye devletinin nasıl bir cumhuriyet olduğunu bize tam mânasıyla anlatamaz.
Tarih bilgisizliğinin Hürriyet yazarı Özdemir İnce’de tezahürü ile eski bir komutanın dilinde ifadesi tuhaf sonuçlar veriyor. “Millî Mücadele’de Kürtler yer almadı” anlamına gelecek hamakat mutlaka yüzlerine çarpılmalı. Şunu araştırmalı: Türkiye’nin işgal altında bulunan batı Anadolu vilayetleri ahalisi Sakarya Muharebesine, Büyük Taarruza ne ölçüde katılabildi? Güneydoğu halkı da, Maraş halkı da, Antep halkı da o ölçüde katıldı. Sonra katılanların Kürt olup olmadığını nasıl tesbit etmişler? Ankaralı Kürt olabileceği gibi, Diyarbekirli Türk de olabilir!
Böylesi saçma iddialarla bir yere varılmaz. Mondros’u Osmanlı Padişahı mı imzaladı? Sadrazam Damat Ferit mi?
Mondros Mütarekesi, ittihatçıların hükümeti bırakmasından sonra ilk kurulan kabine tarafından imzalanmıştır. Sadrazam İzzet Paşa’dır. İzzet Paşa’nın hükümeti kurmasını Padişaha teklif eden M. Kemal Paşa’dır. Rauf Bey’in Bahriye Nazırı olmasını isteyen de odur. Şevket Süreyya Aydemir’e göre “Rauf Bey ve arkadaşları Mondros’a Padişah’ın bütün muhalefetine rağmen ve biraz da olup bittiye getirilerek gönderilirler.” (Tek Adam, C.1, sf. 304) Vahidetdin Mütareke’yi imzalayan heyeti kabul etmek istememiştir! Kabul ettiğinde ise onlarla konuşmamıştır!
M. Kemal Paşa’nın Samsun’a çıktığı günlerde Rauf Bey de Bandırma’ya çıkmış, Batı Anadolu’yu dolaşmış ve iki öncü isim Amasya’da buluşmuş, Erzurum ve Sivas Kongrelerinde beraber olmuşlardır. Rauf Bey İstanbul’a dönerek Meclis-i Mebusan’a katılmış, İngilizler tarafından Malta’ya sürülmüş, kurtulunca Millî Mücadele’ye kaldığı yerden devam etmiştir. M. Kemal Paşa’nın ilk başbakanı Rauf Bey’dir. Yani Mondros’u imzalayan Rauf Bey asla hain olarak görülmemiştir!
Tarih bilgisi ve şuuru yoksa, milliyetçilik de yoktur! Olsa olsa kuru bir ulusalcılıktır. Bu ilkel kabileciliğe dönüşür, etnik çatışmayı körükler. Türklerde olduğu gibi Kürtlerde de böyle milliyetçiler vardır. Eğer bu unsurlar gerçek tarih bilgisine sahip olurlarsa, Türklerin Kürtlerle, Kürtlerin Türklerle çatışması ihtimali ortadan kalkar.
Tarih bilgisini doğru yorumla taçlandıran, tarihi şuuru çerçevesi kazandıran isimler, eskiden milliyetçi partide milletvekili oluyorlardı. Şimdi kapı dışına çıkarıldılar! Nevzat Kösoğlu’nun söylediklerini okuyunca bu kanaatim pekişti.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.